Sesinde
çekingen bir tını. Aman fazla yükselip de dünyaya rahatsızlık vermeyeyim. Fazla
görünür olmayayım da bir bakış benden incinmesin. Böyle hep kenardan, böyle hep
sessiz ve iddiasız yaşayayım da dünyanın gürültüsü biraz dinsin. Bir azize
gibi, bir modern zaman evliyası gibi. Parmak uçlarında dolaşarak. Sahi, böyle
insanlar kaldı mıydı yeryüzünde?
Bir
şiir kitabı getirmiş bana, sevdiğim bir şairden. Kalplerimiz birbirine
ısındığına göre, ruhun soğuk gecelerini anlatabilir artık. Ama ben ondan taşan
iyilikle şaşkına dönmüş durumdayım.
Bir
gün diyor bir kedinin bir güvercini yakalayıp bir arabanın altına sürüklediğini
gördüm, hemen atıldım ve kurtardım o güvercini. Kanadı zaten yaralı olduğu için
kaçamamıştı. Kanayan boynu, kırık kanadıyla nasıl masum ve çaresizdi.
Veterinere götürdüm hemen, sonra iki hafta evimde besledim, nihayet tamamen
iyileşmişti ve onu gökyüzüne salıverdim. Kanatlanan sadece güvercin olmasa
gerek. İyilik de ruhu kanatlandırır.
İyilikten
bu kadar uzak kalmak hepimizi hasta ediyor. İnsanın insanın kurdu olduğuna
duyduğumuz inanç, dünyayı güvenilmez bir yer kılıyor. Dünya bir cehennem değil
oysa, iyiliğin kanatları hiç beklemediğimiz zamanlarda ruhumuzu okşuyor, uçurum
aşağı düşerken kolumuzdan tutuveriyor.
Çokları
gibi ben de televizyon haberlerini izlerken dehşete düşüyorum. İnsanın en
mülevves haliyle karşılaşıyoruz orada, ürküntü veren ve iyiliğe duyduğumuz
inancı sarsan haberler, pek çoğumuzu yılgınlığa sürüklüyor. Ama meselâ gazetelerin üçüncü sayfaları bir süre sadece
iyilik haberleriyle bezense, haber bültenlerinin arasına insanın ümit ve iyilik
hislerini besleyen gerçek olaylar serpiştirilse nasıl olurdu? (Muhteşem olurdu. Böylelikle dünyanın aslında
bir cennet olduğunu, biz insanların onu nasıl manipüle edip kötü bir yermiş
gibi gösterdiğimizi anlardık)
İyiliği duymaya
hepimizin ihtiyacı var. İyilikle tanışmak bile bizi iyileştirir. Sadece insan
olduğum için ötekinden mesul olduğum bilinci, başka türlü nasıl
yaygınlaşabilir?
Bir umut televizyonu olsa da bize sadece insanların
iyiliklerini anlatsa. İnsanın sadece kötülükten, kavga ve hırstan ibaret
olmadığını, kimi ruhların ince dokunuşlarla dünyayı güzelleştirebildiğini bize
söylese.
Kendi
dilimizi de iyiliğe ayarlasak meselâ, nasıl olurdu? Konuşurken vaktimizi
başkalarının iyilik ve güzelliklerini anlatmaya ayırsak, başkalarının
kötülüğünden dem vurmasak. St. Augustine'in söylediği gibi, 'başkalarının
günahları bizi aziz kılmaz'. Ne ki pek çok insan başkalarının hata ve
günahlarını anlatmakla rahatlar, sanır ki kendisi o hatalardan münezzehtir ve
bu yüzden yerdiği kişiye göre daha iyi bir yerde durmaktadır. Bakışlarını
çirkinlik ve kötülüğü görmeye ayarlamış ruhların, hem kendileriyle hem de
insanlıkla kavgalı, sorunlu kişilikler olduğunu sanıyorum. Elbette kötülüğü
gördüğümüz yerde düzeltmemiz, ona aktif bir biçimde karşı durmamız gerekir. Ama
sürekli kötülükten bahsetmek de, alttan alta, onun karşısında çaresiz
olduğumuzu, kötülüğe teslim olmaktan ve kötüleşmekten başka çaremiz olmadığını
bize telkin eder.
Kötülük
insanın bu dünyanın tek ve ebedi hakimi olduğu yanılsamasından kaynaklanıyor.
Hayatın kırılganlık ve faniliğini bütün hücrelerinde hissedebilen birisi
kötülüğe meyledemez. İyiler, insanı bu dünyada taçlandıran en güzel mücevherin
iyilik olduğunu bilir. Ancak iyilikle ruh sonsuzluğa kulaç atar. Ancak iyilikle
ruhun ıstırabı diner. İnsan ancak iyilikle Tanrı'yla arasındaki perdeleri
kaldırır. İyilik dünyanın cennetidir.
Dünyayı
ve içinde yaşadığımız ülkeyi değiştirebilecek insanlar, iyiliğe inananlardır.
Prof.Dr. Kemal Sayar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...