Yeni
demlenmiş çayın ince belli bardakla buluşmasına, cama önce kibar kibar sonra
tatlı sert vuran yağmur damlaları karışırken başlıyor Rize’yle tanışmam. Kendi futbol takımının renkleri gibi bir
şehir Rize, gerçekten mavi-yeşil. Kıyısında martıların süzüldüğü Karadeniz’e
uzanan kıyı şeridi kadarmış gibi bir izlenim uyandırıyor ilk bakışta. Ancak
birazcık kuytularına doğru yol alıp dağlarını okşayan bulutları, yamaçlarını
saran çay bahçelerini, esprisiz tek bir cümle sarf etmeyen insanlarını
tanıdıkça, Rize’nin coşkulu tavrına kapılıp gidiyorum.
Karadeniz’in
içi içine sığmayan maviliği beni kendine hayran bıraksa da başı göğe uzanan
Kaçkarların çağrısına uyup taşın toprağın yeşile doyduğu yaylalara doğru
ilerliyorum. Çam ormanlarının kendine has kokusu Ayder’in serinliğinde yüzüme
dokunuyor. Ayder Yaylası konumu ve konaklama olanaklarıyla son yıllarda oldukça
popüler. Burada ulu çamların hışırtısında şelale manzarasında uyumak ve
ardından dumanı üstünde mısır ekmeğinin kokusunun hâkim olduğu bir kahvaltıyla
güne başlamak için konaklama alternatifleri mevcut. Virajlar dik, yollar zorlu
olsa da Huser Yaylası’na varınca bütün çabaya değdiğini anlıyorum. Dağlar ve
bulutlar düş ile gerçek arasındaki sınırı kaldırmış gibi duruyor. Her dakika
değişen büyüleyici manzara Sürrealist bir tablo hissi uyandırıyor; uzaklardan
yankılanan tulum ve kemençe sesi bu hissi daha da güçlendiriyor. Sis basıyor, güneş açıyor, derken bulutlar
ufku bazen bir tül, bazen bir yorgan gibi sarıyor! Yöreyi bilenlerin izinde
yaban mersini toplamaya girişiyorum. Burada “likapa” olarak anılan meyve şifalı
özellikleriyle biliniyor. Likapanın doğal rengi ellerimi, yüzümü mora boyarken
doğanın bütün renklerine bir kere daha hayranlık duyuyorum.
Yayladan
köylere inmek, gökyüzünden yeryüzüne yolculuk etmek gibi. Akarsularla yarılmış
derin vadilerin eteklerinde inek sürüleri ve yerel mimarinin inceliğini
yansıtan evler eşliğinde kilometrelerce yol gidilebilir gibi geliyor bana. Bir
zamanlar kalabalık ailelerin seslerinin şenlendirdiği tarihî konaklar,
dallarından elmaların sarktığı ağaçlar, hırçın akan derelere direnen taş
köprüler yol üstünde duraklamak için bulunan bahanelere ekleniyor. Şenyuva
köyünde eski köprüye karşı mola verip Makrevis ve Hala köylerinin yıllara
meydan okuyan evlerini izlerken zamanı unutuyorum.
Hoyratlığı
sesinden taşan Fırtına Deresi’nin üstünde yükselen Zilkale’ye gelince şehrin
kadim tarihi kendini bir kere daha hatırlatıyor. Eski dünyada ticaretin
nabzının attığı İpek Yolu’nun yeşil güzergâhı olarak tüccarlara mesken olan
Zilkale vadinin ortasında, bulutların altında gizemli ve şaşırtıcı. Kısa bir
yolculukla Palovit Şelalesi’nin kabaran köpükler hâlinde akan coşkun suyunun
önünde buluyorum kendimi. Rize defalarca keşif yolculuğuna çıkılsa yine eli boş
dönmeyeceğiniz bir şehir. Yağmurla özdeşleşmiş bu küçük şehir sizi şaşırtacak
detaylarla bezeli: Kaplıcalarda rahatlayıp, yaylada yürüyüşe çıkıp, dere
kenarında erken hasat çayın tadına varabileceğiniz kaç yer var ki dünyada?
Hemşin’in
kendine has bir zarafeti olan ahşap mimarisine, Çayeli’nin yamaçlara oya gibi
işlenip serilmiş çay bahçelerine, Pazar sahilinde yalnız bir güzel olarak
dikkat çeken Kız Kalesi’ne vuruluyorum.
Yaylalardan
denize doğru inerken iklim belirgin biçimde değişiyor. Bulutların arasından
güneş yüzünü biraz gösterince kendimi şehrin sokaklarına vuruyorum. Burayı
tanımaya Osman Karavin Caddesi’yle başlıyorum. Burası Rize’nin eski ve yeni
mekânlarının iç içe geçtiği, trafiğe kapalı geniş bir cadde. Aynı zamanda şehrin en ünlü kavurmasını yapan
küçük esnaf lokantası Liman da bu cadde üzerinde. Kavurma, Rize’de sabah
kahvaltılarının olmazsa olmazı. Zaten öğle olmadan kavurma bitiyor. Şehir
turuna erken saatte çıkmanın avantajıyla kahvaltımı kavurmayla yapıp Şeyh
Camii’nin arkasından Harem Sokak'a yöneliyorum. Rize’nin tarihî dokusundan
izler barındıran Harem Sokak, dik bir yokuş aslında. Yokuşun en önemli yapısı
120 yıllık bir Rize evinde konuklarını ağırlayan Evvel Zaman. Rize’nin tarihî
serüveninden çeşitli parçaların sergilendiği yapı evvel zamana demir atmış gibi
gerçekten de.
Fırından
yeni çıkmış Rize simidinin kokusunu takip edip kaynağını buluyorum. Fırıncı,
susamsız ve parlak görünümlü bu simidi yöreye özgü kolot peyniriyle yememi
tavsiye ediyor. Dumanı üstünde simidi ve kolot peynirini çay eşliğinde afiyetle
yerken Rizelilere hak veriyorum. Rize çarşısında rengârenk yerel dokumalara ve
hasır sepetlere dokunup Bakırcılar Çarşısı’nda baba mesleğini yaşatan ustalarla
sohbet ettikten sonra feretikoya hayat veren kadınların çalıştığı atölyelerde,
Rize’ye özgü yerel bir dokuma olan feretikonun ilmek ilmek dokunuşuna tanık oluyorum.
Çaylıktan
sofraya çayın serüveni Ziraat Botanik Çay Bahçesi’nde güzelce anlatılıyor.
Bölgenin en eski dondurmacısı Mavi Köşe’nin tabelası bile beni kendine çekmeye
yetiyor. Yaklaşık 50 yıl evvel, bir İtalyan’ın binbir macerayla Rize’ye yolunun
düşmesiyle başlıyor Mavi Köşe’nin hikâyesi. Gerçek meyveyle yapılmış, katkısız,
insanı çocukluğuyla buluşturan bu dondurmalar hâlâ eski tariflerle
yapıldığından lezzetini ve doğallığını korumuş. Bölgeye özgü likapa, buruk
tadıyla limon, harikulade kokusuyla incirli dondurmalar Rize’deki her günüme
ayrı bir tat katıyor.
MÖ
VII. yüzyıla kadar uzanan tarihinde büyük komutanlar görmüş, büyük çekişmelere
sahne olmuş bir şehir Rize. Coğrafi avantajları ve topraklarının bereketini ilk
fark eden Miletlilerin ticaret kolonisi kurduğu bölge Kimmerlerden Perslere,
Roma İmparatorluğu’ndan Bizans’a farklı uygarlıklara ev sahipliği yapmış.
Avrupa’yı doğu dünyasıyla buluşturan İpek Yolu’nun da bu topraklardan geçmesi
bölgeyi çokkültürlü hâle getirmiş. Denizin ve toprağa düşen yağmurun bereketi
tarihî mirasla birleşince ortaya eşsiz bir mutfak çıkmış. Rize’yi keşfetmek
isteyenler gözlerini şehrin sadece benzersiz doğasına ve tarihine değil, bir o
kadar da çok kültürlü mutfağına çevirmeli. Doğanın çetin şartlarında çobanların
ve yaylaya çıkanların vazgeçilmezi olan muhlama, üzümün kendine has tadı ve
rengiyle iştah açan pepeçura, her evde bir kuzinede pişiriliveren mısır ekmeği,
turşusu da sofralardan eksik edilmeyen fasulye, Karadeniz’in kıymetlisi hamsi,
şifa kaynağı karalahana, bayram sofralarının emek isteyen tatlısı burma baklava
Rize mutfağının özgün tatlarından bazıları. Yemek kültürü ve konuk ağırlama
Rize’de ayrılmaz bir bütün. Bölgeyle özdeşleşmiş lezzetlerin tadına varmak için
bir tarafı denize, bir tarafı dağlara bakan, klasikleşmiş Rize yemeklerini bir
arada sunan ve kendisi de bir klasik olan Dağmaran’a uğramadan şehirden
ayrılmıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...