Akırçay vadisinde çevreye egemen bir
konumu olan Arykanda’nın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kazılardan
elde edilen kanıtlara göre Arykanda İ.Ö. V. yüzyılda mevcuttu. İ.S. 240 yılında
büyük bir depremle yıkılan kent varlığını İ.S. XI. yüzyıla kadar sürdürmüştür.
Bizans devrinde Akalanda adını alan kent teraslar halinde yapılmıştır.
Yapılardan pek çoğu iyi korunmuş durumdadır.
Arykanda sözcüğü Luwi dilinde “Sunak
yeri” anlamına gelmektedir. Plinius ilk yerleşenlerin Thrak kökenli olduğunu
söylemekte ise de bu şüpheli bir iddiadır. M.Ö. 2000’de bu kentin olduğu yerde
Anna isimli bir yerleşimden bahsedilmektedir. Ama bu yerleşim ile Arykanda
arasında kesin bir bağ kurulamamıştır. M.Ö. 2000’lere ait burada iki adet taş
balta bulunmuştur. Bu baltaların bir benzerlerinin de Limyra ,Patara ve
Kynaenai’de bulunması bu bölgede iskanın Bronz çağında varlığını gösterir.
M.Ö. VI.yy.dan itibaren kentin
tarihini bilmekteyiz. Kent önce Pers egemenliğinin altına girmiş ve M.Ö.V.yy.da
Perslerin sağladığı olanaklarla zenginleşmeye başlamıştır. Bu dönemde yaşamış
olan Pindaros burada bir Helios kutsal alanından bahsederse de kazıları yürüten
Prof.Dr. Cevdet Bayburtluoğlu bu döneme ait buluntuların çok seyrek olduğunu
ifade etmektedir. Daha sonrada M.Ö. 333’ de Büyük İskender kenti özgürlüğe
kavuşturmuştur. Onun ölümünden sonra önce Ptolemaiosların onu takiben de
Seleukosların eline geçmiş. Apameia Antlaşması ile Rodos Perea’sına bağlanan
kent, M.Ö. II.yy.da Likya Birliği’nin üyesi olmuş ve kendi adına sikke
bastırmıştır. M.S. 43’de Roma İmparatoru Claudius zamanında Romaya bağlanmış ve
bu devrinde kent son derece gelişmiştir. Volkanik bir bölgede olan bu kent
tarihte bildiğimiz M.S.141 depreminden büyük zarar görmüştür. Devrin
zenginlerinden Opramoas’ın depremden zarar gören kente 10.000 denar yardım
yaptığı bulunan bir kitabede yazmaktadır. Daha sonra Ağustos 240 depreminde
yine bir yıkıma uğramıştır. Bu depremden sonra kent yaralarını kolay saramamış
ve fakirleşmeye başlamıştır. Hatta İmparator Maximianus ve Diocletianus Arykanda
için bazı vergi indirimlerinde bile bulunmuşlardır. Bizans döneminde ise kent
Orykanda, Akalanda adı ile anılmaya başlamış ve Myra Metropolitliği’ne bağlı
bir piskoposluk merkezi olmuştur. Bu devirde yerleşim Bazilika çevresi ile Nal
tepesinde ve Büyük Hamam’ın olduğu sahada yoğunluk kazanmıştır. Hatta hâlâ
Pagan inancını taşıyanlar ile Hıristiyanlar kenti kendi aralarında
böldüklerini, kiliselerin tamamının bir bölgede toplandığından anlamaktayız.
Dik teraslar üzerine kurulmuş olan bu
kentin en önemli kalıntıları arasında alt teras üzerindeki Gymnasium ve hamam
ile yukarı terastaki Tiyatro,Odeon, Stadion,Agora ve küçük hamam gelmektedir.
Ayrıca Akropol’de Traian ve Helios tapınakları ile Sebasteion (kutsal ev), Nal
tepedeki Bazilika, doğu nekropolündeki Nekropol kilisesi de önemli
kalıntılardır. Bunlar oldukça geniş bir araziye yayılmışlardır. Bu kentte
karşılaşılan bir özellikte kenti çevreleyen koruma amaçlı surların yerine bu
görevi bir bakıma teras duvarlarının üstlenmiş oluşudur. Akropol’de Şahinkaya
denilen yerde ve terasların en üstünde tek taraflı oturma sıraları olan Stadium
bulunmaktadır. Kazı çalışmaları sonunda oturma kademelerinin yanı sıra arkadaki
nişler de ortaya çıkarılmıştır. Stadium’’n ortasındaki bir merdivenle de
oldukça iyi korunmuş tiyatro’ya inilmektedir. Hellenistik tiyatroların tipik
bir örneği olan tiyatro yarım daireden biraz daha geniş ve kemerlerle
desteklenen oturma sıraları arazinin meyilli konumuna uydurulmuştur. Kazılarda
çıkan buluntulara göre tiyatro geç Hellenistik döneminde yapılmış daha sonra
Romadöneminde ise birçok ilaveler eklenmiştir. Tiyatronun 20 oturma kademesinin
yanı sıra en üstteki iki sıranın kenarlarındaki silmelere Grekçe kitabeler
yazılmıştır. Burası Arykandalı zengin ailelere ayrılmış localar durumundadır.
Zira bu kitabelerden birinde M.S.II. yy.da yaşamış zengin Killortes ve
ailesine, Apollon kabilesine ait olduğu yazılıdır. Scene ve Proskenenin 1982 de
onarımı yapılırken sütun, architrav, triglif ve metoplar birleştirilerek
etkileyici bir görünüş sağlanmıştır. Skene dışarıya ortadan bir kapı orkestraya
ise proskenion’un altından beş kapı ile bağlanmıştır.141 depreminden büyük
zarar gördüğünü oturma kademelerinin doğuya doğru kaymasından anlaşılmaktadır.
Agustos 240 depreminin tahribatından sonra sahne binasının orkestraya bakan
cephesine payeler eklenerek sağlamlaştırılmaya çalışılmıştır. Tiyatronun
akustiği mükemmeldir. Sekiz adet, oturma sırasının yarı yüksekliğine eşit
merdivenlerle yedi Cunei’ye ayrılmıştır. At nalı biçimindeki tiyatro sanki
sahne binası ile iki ayrı yapı gibi bir görünümdedir. Kentin en büyük idari
amirinin oturduğu prohedria bu tiyatroda yoktur. Soylulara ön sıranın ayrıldığı
anlaşılmaktadır. M.S.VI. yy.daki depremden sonra halkın pagan inançlarının terk
etmesinin yanı sıra tiyatronun kullanılmadığını C.Bayburtluoğlu ifade
etmektedir.
Tiyatro’nun altındaki terasta Odeon
vardır. Güneyden üç ayrı kapı ile girilen Odeon’un ortasındaki orkestra kare
plaklarla kaplanmıştır. Orijinal konumunda duvarlarının da renkli mermerle
kaplanmış olduğu sanılmaktadır. Ayrıca cephedeki kapıların 1 m. üzerinde
kasetlerin oluşturduğu bir frizin de olduğu izlerden anlaşılmıştır. Buradaki
her kasetin ortasına İmparator Hadrianus’un portresi yerleştirilmiştir.
Odeon’un arkasındaki iki kapı, teras duvarlarının önünden gelen rampalı yola
açılır. Böylece batı caddesi ve Agoranın kenarını sınırlayan merdivenli cadde
ile bağlantı sağlanmıştır. Kazılarda Odeon’un önündeki 75 m. uzunluğunda, 8 m.
genişliğinde mozaik tabanlı bir portik ortaya çıkarılmıştır. U şeklindeki
Agorayı çeviren bu portik dışında kalan yapıların arasında dükkanlar ve mabet
olduğu sanılan bir yapı vardır. Agora’nın ortasındaki bu mabedin hangi tanrıya
ait olduğu kesinleşememekle beraber Tykhe Mabedi diye isimlendirilmiştir.
Bizans döneminde bu mabedin üzerine 16 x 6.35 m. ölçüsünde bazilika plânlı bir
kilise yapılmıştır. Bunun çevresinde de Geç Roma dönemine tarihlenen
kalıntılarla karşılaşılmıştır.
Tiyatro ile Agora’nın batısındaki terasa
Bouleterion (Meclis binası) yapılmıştır. Bu yapının oturma sıraları doğal
kayaya oyulmuştur. Hatta bu doğal duvar ile Stoadan ayrılmaktadır. İçerisinde
boşluklar bulunan bu kaya bloğu muhtemelen depremlerden dolayı çökmüştür.
Oturma sıralarında gördüğümüz çarpıklıklar da bunun sonucu olmalıdır. İç mekan
hemen -hemen kareye yakındır. Girişler,kuzey duvarındaki kapılar ile
sağlanmaktadır. Her iki yönde de aynı genişliği olan bu kapılardan üçer
merdivenle koridor gibi bir kısma inilmektedir. Oturma sıraları ise son derece
bozulmuştur. Kazılardan çıkan buluntulara göre çatının sedir ağacından yapılmış
olduğu kesinlik kazanmaktadır.
Bouleterion ile Agora arasında yine
Roma dönemine ait bir hamam ve çeşme yerleştirilmiştir. Hamamın hemen yanı
başındaki Glmnasium Palestrası da 1981 yılındaki kazılarda ortayaçıkarılmıştır.
Hamam ve Gymnasium tek yapı kompleksinde birleştirilmiştir. M.S.II nci yy.a
tarihlendirilir.Hamam 77 x 37 m. ebadındadır. Arka tarafı doğu nekropolünün
bulunduğu terasa dayanmaktadır. Geniş cephesi güneydedir. Yapı malzemesi olarak
duvarlarda kireç taşı, tonoz ve kubbelerde ise konglomera (doğal olarak
sıkışmış çakıl ve kumdan oluşan tortul kayaç) kullanılmıştır. Taban ve bazı iç
duvar kaplamalarında ise yöreye özgü bir çeşit kireç taşı görülür. Üst örtü
olarak frigidarium’un kuzey ucu ile caldariumun güney ucunda yarım kubbe geri
kalan tüm mekânlarda ise beşik tonoz kullanıldığını kalan izlerden
anlamaktayız.
Hamama bitişik olan Gymnasion 25 x 20
m. ebadındadır. Paleestra ile aşağı yukarı birbirine eşit üç odadan meydana
gelmiştir. Aynı duvar üzerine açılmış üç kapıdan herhangi biri kullanılarak
hamama çok kolay bir giriş sağlanabilmektedir. Gymnasion-hamam kompleksinin en
uzun kısmı Frigidarium ile apodyterium’dur. Burasının uzun tutulmasının nedeni
çok işlevli kullanılmayı amaçladığı içindir. Batı duvarındaki dokuz kemerli bir
bölmesi olan bu yerin zemini düzgün dikdörtgen kireç taşı plakalarla
kaplanmıştır. Batı duvarı boyunca sıralanmış olan kapı ve nişlerin önünde ise
havuzun suyunu boşaltmaya yarayan bir kanal vardır. Aykırı çay yakınındaki
kayalardan yararlanılarak yapılmış olan su yolları Gymnasion’un batısındaki
büyük sarnıca bağlanmaktadır. Havuzun tabanı da kireçtaşı plaklarla kaplıdır.
Akropolde, Agora’nın üstündeki terasta
bulunan Helios Tapınağı son kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Kaya zemin üzerine
yapılan temel bloklar üzerinde inşa edilmiştir. 6.40 x 9.40 ebadında,
dikdörtgen plânlıdır. Zemin düzgün köşeli taş plaklarla kaplı olan bu tapınağın
doğusuna .büyük hasar gördüğü anlaşılan 141 depreminden sonra tahminen 1. yy.da
tonozlu bir mezar odası ilave edilmiştir. Tapınağa Helios adının verilmesinin
sebebi ise antik yazarlarca bu güneş tanrısının yerinin Arykanda oluşudur. Bu
civarda bulunan Helios’a ithaf edilmiş birçok adak steli bunu doğrulamaktadır.
Akropolün kuzey-batısında Bouleuterion’un yakınında bulunan iki odalı, kült evi
olarak kullanıldığı anlaşılan Sebasteion (Kutsal ev ) bulunmaktadır. Burası da
in antis plânlı ve üçgen alınlıklı tapınak cepheli olduğu bulunan parçalardan
anlaşılmaktadır. Üst örtüsü ise beşik tonozdur. Arykanda’nın nekropolü doğu ve
batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Batı nekropolü kentin batısından başlayarak
Aykırı çayın ana kaynağına kadar uzanmaktadır. Büyük Hamamın yanındaki doğu
nekropolünde mabede benzeyen, yüksek podyumlu bir mezar anıt ile
karşılaşılmıştır. Önceleri In antıs ( Naos’un bir ucundaki kenar duvarları
uzatılarak aralarında sütunlar olan bir portik şekli) plânlı korinth
üslubundaki mezar anıtının mabet olduğu sanılmışsa da üzerindeki kitabesinden
mezar sahibinin isminin okunuşu bu düşünceyi değiştirmiştir. Arykanda da oda
mezarlar dışında, kitabeli lahitlere, kaya mezarlarına da rastlanılır.
Naltepe denilen yerdeki kalıntının
Hereon olduğu 1984-85 yılı kazılarında anlaşılmıştır. Bu anıt-mezar M.S.I.nci
yy.da Hermaios isimli, Arykanda’lıların dışında bütün Lykia halkı tarafından da
onurlandırılmış bir yöneticiye aittir. Daha sonraki yüzyıllarda bu yapı önce
bir hamam, sonra demirci atölyesi ve sonunda da kilise olarak kullanılmıştır.
Özgünlüğü bozulmamış olan bir blok’un üzerinde kalkan ve mızraklı bir kabartma
vardır. Anıt-mezar’ın 141 depreminde yerle bir olduğunu kazıları yürüten
C.Bayburtluoğlu ifade etmektedir. Bunu takip eden 240 depremi ise burayı bir
taş yığınına çevirmiş olmalıdır. Şehrin giriş-çıkış yolu üzerinde oluşundan
dolayı buraya yeni bir işlev verilmek istenmiş, Hereon’a ait bloklar bir köşede
istiflenmiş geri kalan taşların bir kısmı da kullanılarak hamam inşa
edilmiştir. Hamam işlevini bitirdikten sonra muhtemelen 385 depreminin verdiği
tahribatla olsa gerek, yarım daire plânlı mekânın demirci atölyesi ve erzak
mekanı olarak kullanıldığını kazılarda burada çıkan demirci aletleri ve karbonlaşmış
tahıllardan anlamaktayız. Bu arada kuzey-batı dış duvarına bitişik olan mekânda
küçük bir kilise olarak kullanılmıştır.
Son dönem çalışmalarda M.S.III. yy.a
tarihlenen ve III. Gordianus’un kullandığı Roma villası,küçük hamam, çok sayıda
mezar anıtı, geniş cephesi güneye bakan, doğu-batı doğrultusunda uzanan ve
Cevdet Bayburtluoğlu’nun şaraphane olarak nitelediği yapı, yamaç evleri,
Asklepios Mabedi, Asklepios’un başı ve heykeli, Aphrodite ile Eros heykelleri
bazilika bulunmuştur. M.Ö. II nci yy.dan M.S.IV. yy.a kadar tarihlenen çok
sayıdaki sikkelerde yapıların tarihlenmesinde büyük etken olmuşlardır.
Finike-Elmalı karayolu üzerinde olup
Turunçova’ya uzaklığı 26 km.dir. Karayolundan ayrıldıktan sonra yürünmesi
gereken 1 km.’lik yol bulunmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...