Tarih bir gün seni de yazacak elbet;
doğruların ve yanlışlarınla... Milyonlarca doğruyu ilmek ilmek bir araya
getirdikten sonra tek bir yanlışa kurban edivermenle...
Başka bir coğrafyada doğup büyümüş
olsan, kitaplar yazar, filmler yaparlardı henüz 35 yıla varmamış yaşamından.
Burada yapmazlar, biliyorsun. Konuşur konuşur geçeriz biz. Unuturuz,
unuttururuz.
Seven
kadın her şeyi göze alır. Peki ne yapmaz?
Soru sormaz. Sorgulamaz. Kalbinin orta
yerine oturttuğu adamın, hayatının dümenine geçmesine de izin verir kayıtsız
şartsız. Onu dünyanın ucuna götürmesine çıtını çıkarmaz.
Büyükanneden kalma bir mübadele
hikâyesidir: “Deden eve gelip, ‘toparlan gidiyoruz’ dedi. ‘Nereye’ diyemedim.
Vapura bindiğimizde neler olacağını hâlâ bilmiyordum. Etrafımdakilerden duydum
da öğrendim, İzmir limanına çıkacağımızı...”
Böylesine
sevebilmek...
Günümüzde böyle sevebilen kadınlar
kalmadığı için olsa gerek, ezberimizi bozdun sen bizim. Soru sormanı istedik.
Hayatını “ona” göre yaşamanı değil, bize göre yeniden yoğurmanı...
Kazanacağın madalyaları hepimizle
paylaşmanı, onlarla müsvedde hayatlarımızı temize çekmeni... Tırmanacağın
kürsülerle bize de orgazmik zirveler armağan etmeni arzuladık. Olmadı...
Kılavuzunun girdiği yanlış bir sokakta patladı bütün doğrular... Geri dönüş
yoktu. Şampiyonken bir anda hain oluverdin.
“Sen de kalp çıktın” dedik, kalbindeki
yangınları görmezden gelerek... Hep birlikte üzerine çullandık. Yine de
vermedin sevdiğin adamın kellesini (Senin yerinde bir erkek olsa verirdi,
inan).
Bize göre ‘hata’, sana göre ‘aşk’
olanda direndin. Sustun. Arada sırada kurmaya çalıştığın kırık dökük cümleler
hıçkırıklarda boğuldu. Anlatamadın...
Anlatsan
da dinlemezdik zaten... Anlamak istemiyorduk ki.
‘Şampiyon atlet’ diye bilinen biri,
hiç koşamadan nasıl geçirir o upuzun yılları? Ekranın karşısına oturup,
yarışları izleyebilir mi mesela? “Ben olsaydım şöyle koşardım” diye
fısıldayabilir mi kendine? Diri diri gömüldüğü kabrin azabını, ne yapar da, bir
nebze olsun dindirebilir?
Biz bunları sormadık. Merak etmiyorduk
çünkü...
İçindeki
hazine
Sonra bir gün bir kadın koştu geldi
karanlıkların içinden... Peşinde de cıvıl cıvıl bir genç kız... Koşar adımları
ne kadar da benziyordu seninkilere... Ama gözleri... Gözleri farklıydı. Sen
hülyalı bakardın, metreleri finiş ipine doğru eritirken. Onlarda tarifi zor,
çakmak çakmak bir kıvılcım var.
Sorduk öğrendik; beraber
çalışmışsınız. Bizim seni yok saydığımız, “hükümsüzdür” bellediğimiz günlerde,
yine de vazgeçmemişsin giremeyeceğin yarışlara hazırlanmaktan. O genç atletlerin
kamplarına gidip, onları şampiyonluğa götürecek bir şeyler vermişsin.
“Deneyimlerini paylaşmışsın.” Öyle yazdı gazeteler...
“Deneyim başımıza gelen şeylerin
toplamıdır” derler ya, sendeki hazine kimde var?
Zaten bu gençlere o asil elini uzatmasan
da, yıllar önce yapmıştın yapacağını... Onlar seni izleyerek inandılar
kazanabileceklerine... Henüz parmak kadar birer kız çocuğuyken, senin
resimlerine bakıp yumdular gözlerini madalyalı rüyalara...
Çok iyi biliyorsun ki... Çok iyi
biliyoruz ki...
Sen olmasaydın Aslı ile Gamze de
olmayacaktı, Süreyya...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...