İş Seyahati Hüznüne Son


İş seyahatine çıkmak yemek yapmaya benzer; malzemelerden biri bile eksik olsa işler yolunda gitmez. Zorlu bir seyahat tarifinde, evden uzakta geçen upuzun geceleri biraz stresle karıştırıp üzerine bir tutam da jetlag eklersiniz. Bu esnada da herkes size çalışırken gezebildiğiniz için ne kadar şanslı olduğunuzu ve bunun ne kadar muhteşem bir fırsat olduğunu söyler.

Dengeyi kurabilirseniz, özellikle de iş seyahatinin avantajlarından yararlanmaya zaman ayırabilirseniz bir sonraki seyahatinizden keyif alabilir ve daha iyi sonuçlar elde edebilirsiniz. İşte size iş seyahatinizden en iyi şekilde yararlanmak için bazı yöntemler:

Hazırlıklı olun

Hazırlıklı olmak, seyahatin güzel geçmesini sağlayan etkenlerin başında gelir. Küçük eşyalar seyahat sırasında büyük farklar oluşturabilir. Güç kablosu, priz adaptörü gibi eşyaların ve tercih ettiğiniz kozmetik ürünlerin yenisini almak o telaşta kolay olmayabilir. Bavulunuzu aceleyle toplarsanız bunları kaybetme ihtimaliniz de katlanır. İhtiyacınız olan her şeyin kesinlikle yanınızda olmasını sağlamak için mutlaka gerekli eşyaları bavulunuzda bile bir arada tutmanız iyi bir fikir olacaktır. Aynı şekilde, patronlarınızla seyahatinizdeki başarı kriterlerinin neler olduğunu netleştirdiniz mi? Önceden belirlenen net hedefler bir ivme ve amaç hissinin oluşmasına katkıda bulunur.

Seyahatinize küçük bir mola ekleyin

Çıkmak için pek sabırsızlanmadığınız bir yolculuğa tat katmanın en kolay yolu, işlere farklı bir açıdan bakmaktır. Elbette her iş seyahati bir hafta sonu kaçamağı olamaz, ancak pek çoğu küçük bir molayla geliştirilebilir. Çoğu seyahatin sonunda, işlerinizi bitirmeye çalışırken zaman açısından sıkışıklık yaşarsınız; bu nedenle bir toplantı programına, konferansa veya etkinliğe başlamadan önce seyahat sürenize yarım veya tam gün eklemeyi düşünebilirsiniz. Bu sürede dünya standartlarında bir galeriyi veya meşhur bir sergiyi ziyaret edebilir ya da normalde gezmeye zaman ayıramayacağınız şık bir semti gezebilirsiniz.

Rutine bağlı kalın

Jetlag, güne erken başlamak derken seyahat sırasında normal rutinden sapmak çok kolaydır. Ancak her zamanki çalışma rutininizden birkaç unsur seçip bunları sürdürebilirsiniz. E-postalarınıza bakmak için erken kalkıyorsanız ya da yatmadan önce zihninizi biraz olsun boşaltmak için işi makul bir saatte bırakmayı tercih ediyorsanız bu alışkanlıkları sürdürün. Aynı şekilde otelin spor salonunu kullanmak veya günlük farkındalık ve yoga seanslarına katılmak daha iyi odaklanıp tam kapasite çalışmanızı sağlayabilir.

Bir koşu turuna çıkın

Bir gün, hatta yarım gün bile durmaya vaktiniz mi yok? Kafa dengi insanlarla çok hızlı bir şekilde şehri keşfetmeye ve aynı zamanda hareket etmeye ne dersiniz?  Dünyanın dört bir yanındaki şehirlerde düzenlenen koşu turları, evden uzaktayken çevredeki turistik yerleri görmenin hızlı bir yoludur. Gorunningtours.com Avrupa, Asya, Kuzey Amerika ve diğer ülkelerdeki çeşitli şehirlerde turlar sunuyor. Koşu mesafeleri yaklaşık 7 km ile başlıyor.

Derin Bir Tutku Çay


Yaprağıyla, rengiyle, kokusuyla çay 5 bin yıllık bir kültürel unsur. Dünyada sudan sonra en çok tüketilen ikinci içecek. Kokusuyla bile insanın içini ısıtan, yazın bile harareti alır bahanesiyle demlenen, dost sohbetlerinin aranılan iştirakçisi, milyonlarca tiryakisi olan doğal bir lezzet.

Kaynaklar çayın ilk Çin’de ortaya çıktığına işaret ediyor. Çinliler çayı başta yalnızca tıbbi nedenlerle kullanırlar ama keyif verici etkilerini keşfetmeleri uzun sürmez.

Çayla ilgili olarak aktarılan en yaygın anlatı da kaçınılmaz biçimde aynı coğrafyadan geliyor. Her şey ulu Çin İmparatoru Shennong’un hizmetkârlarının serin bir bahar sabahı bahçede su kaynatmasıyla başlar. Tam bu esnada rüzgâra kapılmış bir yaprak, suyun içine düşer. Kaynayan sudan yayılan kokudan etkilenen imparator hemen tadına bakar ve böylece çay keşfedilir. Shennong’un Çin mitolojisindeki tanrısal özellikleri dolayısıyla çaya mistik bir anlam atfedilir. Benzer bir yorum Hint geleneğinde de karşımıza çıkar. Hintliler çayı ilk kullananın Buda olduğunu öne sürer. Her iki durumda da çayın sıradan bir içecek olmadığı savı öne çıkarılır.

Yaş yapraklar yerine kurutularak demleme fikri, çayı dünyayla buluşturan bir diğer dönüm noktası. MS V. yüzyıl civarında gerçekleşen bu keşifle çayın popülaritesi sınırları aşar ve ilk Japonya’ya ulaşır. Japonya’da önce saray ve çevresinde, ardından da halk arasında ciddi anlamda itibar görür. Çaya düşkünlük o denli artar ki Çâîlik mezhebi ortaya çıkar. Bugün Japon geleneklerinden biri olan çay seremonisinin temel kuralları bu dönemde şekillenir.

Avrupa ise coğrafi keşiflerin zirveye ulaştığı XVII. yüzyılda tanışır çayla. Bu süreç, bugün bile adını çaydan ayrı düşünemediğimiz İngiltere’yi de içine alır. Gerçi İngiltere’nin çayı hemen bağrına bastığı söylenemez. Özellikle din adamları çayın insana ve inanca zarar verebileceği konusunda fikirlerini dile getirir. Ancak bu düşünceler çayın şöhretini arttırmaktan başka işe yaramaz. Takvimler 1833’ü gösterirken çayın ticari değerini çoktan fark eden İngilizler piyasaya hâkim olmak üzere Kuzey Hindistan’da çay yetiştirmeye başlar. Günümüzde çay piyasasında söz sahibi ülkelerden biri olan İngiltere, kek ve kurabiye eşliğinde “beş çayı” toplantılarının da mucididir.

Çayın Türkiye topraklarına ilk uğrayışı İpek Yolu sayesindedir. Ancak kahvenin ülkedeki egemenliği dolayısıyla kalıcı olamaz. XIX. yüzyılda farklı bölgelerde çay yetiştirilmesi denense de sonu hüsran olur. 1924 yılında, devlet tarafından görevlendirilen Zihni Derin, Doğu Karadeniz’de çay tarımı için olumlu rapor verince çalışmalara yeniden girişilir. Bununla birlikte, bölgenin çayla ayrılmaz ilişkisi 1937’de tam olarak filizlenecektir.

Türk bilim insanından "ultra ince" buluş


İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Şahin öncülüğünde, aralarında Nobel ödüllü bilim adamı Andre Geim'in de bulunduğu ekip, nano teknolojide kullanılmak üzere elmas, altın ve alüminyum gibi tabakalı olmayan maddelerden ultra ince malzeme üretmenin formülünü buldu.

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) Fotonik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Şahin öncülüğünde, İngiltere ve Belçika'dan bilim insanlarının da bulunduğu heyet, nano teknoloji alanında kullanılmak üzere elmas, altın ve alüminyum gibi tabakalı olmayan maddelerden "ultra ince" malzeme üretmenin formülünü buldu.
Bükülebilir telefonlar, bataryaların ultra hızlı şarj edilmesi gibi bir çok alanda kullanılan ve bugüne kadar kömür karbonu gibi tabakalı maddelerden üretilen ultra ince malzemelere yeni bir boyut kazandıran formülün, yeni buluşların önünü açması bekleniyor.

Daha önce kömür karbonunu ayrıştırarak ultra ince malzeme "Grafen"i bulan ve bu çalışmasıyla Nobel ödülü alan bilim insanı Andre Geim, Francois Peeters ve Rahul Nair'in de bulunduğu heyet, Şahin'in rehberliğinde bir yıl önce ultra ince malzeme üretmek için çalışmalara başladı.

Heyet, bu çalışmada, tabakalı yapıya sahip malzemelerin ultra ince hallerine ulaşılmasının yanında elmas, altın ve alüminyum gibi tabakalı olmayan ve yığınlar halinde bulunan maddelerin de ultra ince haline erişmeyi amaçladı.

Geliştirdikleri formülle bunu başaran heyetin sonuç makalesi, bilim dünyasında büyük ilgi gördü.

"Bizim Getireceğimiz Reçete, Yepyeni Malzemelerin Keşfine Yol Açacak"

Doç. Dr. Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çalışmada yer alan bilim insanlarının son 10 yıl içinde kendi alanlarında en çok bilinen isimler olduğunu belirtti.

Özellikle Andre Geim'in, 2004'te grafenin senteziyle başlayan yolculuğunun önemine dikkati çeken Şahin, "Malzeme biliminde grafit dediğimiz ve kömür olarak bildiğimiz o çok basit malzemeden, çok sürpriz ve inanılmaz özelliklere sahip olan grafenin sentezi, yepyeni bir yol açtı. Özellikle de nano teknoloji açısından tek atom kalınlığında ultra ince dediğimiz grafenin bulunuşu, inanılmaz mekaniksel özelliklere sahip olması, elektriksel olarak çok ilginç olması, bu alandaki çalışmaları tetikledi. Ultra ince malzemelerin ne kadar önemli olduğunu bütün dünya fark etti." diye konuştu.

Grafenden sonra tabakalı olmayan yapılardan ultra ince malzeme üretmek için kolları sıvadıklarını dile getiren Şahin, projede fikrin Türkiye'den çıktığını vurguladı.

Geliştirdikleri formülle nano teknoloji alanında ilerlemeler olacağına işaret eden Şahin, "Gelişmekte olan nano teknolojinin ihtiyaçları var. Bunlar nano kaplamalar, nano ölçek ilaçlar olabilir. Elektriği çok iyi ileten nano materyaller olabilir ya da ışığı çok iyi geçiren transparan nano malzemeler olabilir. Gelişen teknoloji sayesinde sayamayacağımız kadar alanda nano teknolojinin malzeme ihtiyacı olacak. Bizim getireceğimiz reçete, limitleri ortadan kaldırarak yepyeni malzemelerin keşfine yol açacak." ifadelerini kullandı.

Grafen, Bükülebilir Telefonlar Gibi Alanlarda Yeniliğin Önünü Açti

Bilim insanları Andre Geim ve Konstantin Novoselov, 2004'te kömür karbonunun ayrıştırılmasıyla malzeme biliminde devrim niteliğine sahip "Grafen" maddesini bulmuştu. Grafen maddesi, teknolojide bükülebilir telefonlar, bataryaların ultra hızlı şarj edilmesi gibi bir çok alanda yeniliğin önünü açmıştı. Bilimi insanları bu buluşla 2010'da Nobel Fizik Ödülü'nü kazanmıştı.

Türk bilim insanı Şahin'in öncülüğünde başlatılan çalışmada ise kömür ve benzeri tabakalı maddeler dışındaki malzemelerin de ultra ince hale getirilmesi öngörülüyor. Bulunacak grafen benzeri ultra ince yeni malzemelerin, yeni buluşların önünü açabileceği belirtiliyor.


Karadeniz’de Leziz Bir Liman: Rize

Yeni demlenmiş çayın ince belli bardakla buluşmasına, cama önce kibar kibar sonra tatlı sert vuran yağmur damlaları karışırken başlıyor Rize’yle tanışmam.  Kendi futbol takımının renkleri gibi bir şehir Rize, gerçekten mavi-yeşil. Kıyısında martıların süzüldüğü Karadeniz’e uzanan kıyı şeridi kadarmış gibi bir izlenim uyandırıyor ilk bakışta. Ancak birazcık kuytularına doğru yol alıp dağlarını okşayan bulutları, yamaçlarını saran çay bahçelerini, esprisiz tek bir cümle sarf etmeyen insanlarını tanıdıkça, Rize’nin coşkulu tavrına kapılıp gidiyorum.

Karadeniz’in içi içine sığmayan maviliği beni kendine hayran bıraksa da başı göğe uzanan Kaçkarların çağrısına uyup taşın toprağın yeşile doyduğu yaylalara doğru ilerliyorum. Çam ormanlarının kendine has kokusu Ayder’in serinliğinde yüzüme dokunuyor. Ayder Yaylası konumu ve konaklama olanaklarıyla son yıllarda oldukça popüler. Burada ulu çamların hışırtısında şelale manzarasında uyumak ve ardından dumanı üstünde mısır ekmeğinin kokusunun hâkim olduğu bir kahvaltıyla güne başlamak için konaklama alternatifleri mevcut. Virajlar dik, yollar zorlu olsa da Huser Yaylası’na varınca bütün çabaya değdiğini anlıyorum. Dağlar ve bulutlar düş ile gerçek arasındaki sınırı kaldırmış gibi duruyor. Her dakika değişen büyüleyici manzara Sürrealist bir tablo hissi uyandırıyor; uzaklardan yankılanan tulum ve kemençe sesi bu hissi daha da güçlendiriyor.  Sis basıyor, güneş açıyor, derken bulutlar ufku bazen bir tül, bazen bir yorgan gibi sarıyor! Yöreyi bilenlerin izinde yaban mersini toplamaya girişiyorum. Burada “likapa” olarak anılan meyve şifalı özellikleriyle biliniyor. Likapanın doğal rengi ellerimi, yüzümü mora boyarken doğanın bütün renklerine bir kere daha hayranlık duyuyorum.

Yayladan köylere inmek, gökyüzünden yeryüzüne yolculuk etmek gibi. Akarsularla yarılmış derin vadilerin eteklerinde inek sürüleri ve yerel mimarinin inceliğini yansıtan evler eşliğinde kilometrelerce yol gidilebilir gibi geliyor bana. Bir zamanlar kalabalık ailelerin seslerinin şenlendirdiği tarihî konaklar, dallarından elmaların sarktığı ağaçlar, hırçın akan derelere direnen taş köprüler yol üstünde duraklamak için bulunan bahanelere ekleniyor. Şenyuva köyünde eski köprüye karşı mola verip Makrevis ve Hala köylerinin yıllara meydan okuyan evlerini izlerken zamanı unutuyorum.  

Hoyratlığı sesinden taşan Fırtına Deresi’nin üstünde yükselen Zilkale’ye gelince şehrin kadim tarihi kendini bir kere daha hatırlatıyor. Eski dünyada ticaretin nabzının attığı İpek Yolu’nun yeşil güzergâhı olarak tüccarlara mesken olan Zilkale vadinin ortasında, bulutların altında gizemli ve şaşırtıcı. Kısa bir yolculukla Palovit Şelalesi’nin kabaran köpükler hâlinde akan coşkun suyunun önünde buluyorum kendimi. Rize defalarca keşif yolculuğuna çıkılsa yine eli boş dönmeyeceğiniz bir şehir. Yağmurla özdeşleşmiş bu küçük şehir sizi şaşırtacak detaylarla bezeli: Kaplıcalarda rahatlayıp, yaylada yürüyüşe çıkıp, dere kenarında erken hasat çayın tadına varabileceğiniz kaç yer var ki dünyada?

Hemşin’in kendine has bir zarafeti olan ahşap mimarisine, Çayeli’nin yamaçlara oya gibi işlenip serilmiş çay bahçelerine, Pazar sahilinde yalnız bir güzel olarak dikkat çeken Kız Kalesi’ne vuruluyorum.

Yaylalardan denize doğru inerken iklim belirgin biçimde değişiyor. Bulutların arasından güneş yüzünü biraz gösterince kendimi şehrin sokaklarına vuruyorum. Burayı tanımaya Osman Karavin Caddesi’yle başlıyorum. Burası Rize’nin eski ve yeni mekânlarının iç içe geçtiği, trafiğe kapalı geniş bir cadde.  Aynı zamanda şehrin en ünlü kavurmasını yapan küçük esnaf lokantası Liman da bu cadde üzerinde. Kavurma, Rize’de sabah kahvaltılarının olmazsa olmazı. Zaten öğle olmadan kavurma bitiyor. Şehir turuna erken saatte çıkmanın avantajıyla kahvaltımı kavurmayla yapıp Şeyh Camii’nin arkasından Harem Sokak'a yöneliyorum. Rize’nin tarihî dokusundan izler barındıran Harem Sokak, dik bir yokuş aslında. Yokuşun en önemli yapısı 120 yıllık bir Rize evinde konuklarını ağırlayan Evvel Zaman. Rize’nin tarihî serüveninden çeşitli parçaların sergilendiği yapı evvel zamana demir atmış gibi gerçekten de.

Fırından yeni çıkmış Rize simidinin kokusunu takip edip kaynağını buluyorum. Fırıncı, susamsız ve parlak görünümlü bu simidi yöreye özgü kolot peyniriyle yememi tavsiye ediyor. Dumanı üstünde simidi ve kolot peynirini çay eşliğinde afiyetle yerken Rizelilere hak veriyorum. Rize çarşısında rengârenk yerel dokumalara ve hasır sepetlere dokunup Bakırcılar Çarşısı’nda baba mesleğini yaşatan ustalarla sohbet ettikten sonra feretikoya hayat veren kadınların çalıştığı atölyelerde, Rize’ye özgü yerel bir dokuma olan feretikonun ilmek ilmek dokunuşuna tanık oluyorum.

Çaylıktan sofraya çayın serüveni Ziraat Botanik Çay Bahçesi’nde güzelce anlatılıyor. Bölgenin en eski dondurmacısı Mavi Köşe’nin tabelası bile beni kendine çekmeye yetiyor. Yaklaşık 50 yıl evvel, bir İtalyan’ın binbir macerayla Rize’ye yolunun düşmesiyle başlıyor Mavi Köşe’nin hikâyesi. Gerçek meyveyle yapılmış, katkısız, insanı çocukluğuyla buluşturan bu dondurmalar hâlâ eski tariflerle yapıldığından lezzetini ve doğallığını korumuş. Bölgeye özgü likapa, buruk tadıyla limon, harikulade kokusuyla incirli dondurmalar Rize’deki her günüme ayrı bir tat katıyor.

MÖ VII. yüzyıla kadar uzanan tarihinde büyük komutanlar görmüş, büyük çekişmelere sahne olmuş bir şehir Rize. Coğrafi avantajları ve topraklarının bereketini ilk fark eden Miletlilerin ticaret kolonisi kurduğu bölge Kimmerlerden Perslere, Roma İmparatorluğu’ndan Bizans’a farklı uygarlıklara ev sahipliği yapmış. Avrupa’yı doğu dünyasıyla buluşturan İpek Yolu’nun da bu topraklardan geçmesi bölgeyi çokkültürlü hâle getirmiş. Denizin ve toprağa düşen yağmurun bereketi tarihî mirasla birleşince ortaya eşsiz bir mutfak çıkmış. Rize’yi keşfetmek isteyenler gözlerini şehrin sadece benzersiz doğasına ve tarihine değil, bir o kadar da çok kültürlü mutfağına çevirmeli. Doğanın çetin şartlarında çobanların ve yaylaya çıkanların vazgeçilmezi olan muhlama, üzümün kendine has tadı ve rengiyle iştah açan pepeçura, her evde bir kuzinede pişiriliveren mısır ekmeği, turşusu da sofralardan eksik edilmeyen fasulye, Karadeniz’in kıymetlisi hamsi, şifa kaynağı karalahana, bayram sofralarının emek isteyen tatlısı burma baklava Rize mutfağının özgün tatlarından bazıları. Yemek kültürü ve konuk ağırlama Rize’de ayrılmaz bir bütün. Bölgeyle özdeşleşmiş lezzetlerin tadına varmak için bir tarafı denize, bir tarafı dağlara bakan, klasikleşmiş Rize yemeklerini bir arada sunan ve kendisi de bir klasik olan Dağmaran’a uğramadan şehirden ayrılmıyorum.

En sık görülen 8 kış hastalığı


Kış mevsimine sayılı günler kala havalar iyiden iyiye soğurken hastalıklar da giderek yaygınlaşıyor.

Vücut direncinin azalmaya başladığı kış aylarında gripten bronşite, boğaz enfeksiyonlarından sinüzite pek çok hastalık hem yetişkinleri hem çocukları etkisine alıyor. Özellikle de kapalı ve kalabalık ortamlarda hastalıkların solunum ve yakın temas sonucu daha kolay bulaştığını bu nedenle hızla yaygınlaştığını belirten Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Dilek Erdönmez, "Oysa basit ve etkili yöntemlerle çocuklarımızı kış hastalıklarından kolayca korumamız mümkün" diyor. Dr. Dilek Erdönmez çocuklarda en sık görülen 8 kış hastalığını ve alınabilecek etkili önlemleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Grip

Yüksek ateşle başlayıp kas, boğaz ve baş ağrısıyla seyreden gribe, burun akıntısı/ burun tıkanıklığı, bazen de öksürük eşlik ediyor. Yoğun bir yorgunluk hissine neden olan grip tedavi edilmezse ölümcül de olabilen ciddi sonuçlara yol açabiliyor. Grip aşısı ile yüzde 70-90 oranında önlenebilen gripte istirahat etmek ve bol su içmek çok önemli.

Boğaz Enfeksiyonları

Boğaz enfeksiyonları (farenjit, tonsillit) yüksek ateş, yutma sorunu, boğaz-baş ağrısı ve bazen de öksürük, kusma ve karın ağrısına neden oluyor. Beta mikrobu varsa antibiyotik şart. Aksi halde beta enfeksiyonları, kalpten böbreğe ciddi hastalıklara yol açabiliyor.

Zatürre

Yüksek ateş ve balgamlı öksürükle ortaya çıkan zatürre, tek veya iki taraflı olarak akciğer dokusunu tutarak alt solunum yolu enfeksiyonuna neden oluyor. Çoğunlukla üst solunum yolu enfeksiyonu sonrası meydana geliyor. Birçok virüs ve bakteri bu hastalığa neden olabiliyor. Tedavi edilmezse yaşamı tehdit edebiliyor.

Bronşit Ve Bronşiolit

Alt solunum yolu hastalıkları olan bronşit ve bronşiolit, 'Akciğer ağacı' denilen, solunum yolları dalcıklarının virüs ve bakteriler tarafından iltihaplanması ile oluşuyor. Akciğerlerin küçük hava yollarının hastalığına bronşiolit, büyük hava yollarının hastalığına bronşit deniliyor. Öksürük ve hışıltılı solunuma yol açarken, tedavi edilmezlerse zatürreye yol açabiliyorlar.

Nezle

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Dilek Erdönmez, "Nezleye (soğuk algınlığı) virüsler yol açıyor. Salgı, yakın temas ve solunumla bulaşırken, açık renkli burun akıntısı / tıkanıklığı, boğaz ve burunda kaşıntı hissi, hapşırık ve bazen öksürükle ateş olabiliyor. Soğuk algınlığı için herhangi bir aşı bulunmuyor" diyor.

Orta Kulak İltihabı (Otit)

Özellikle soğuk algınlığı, grip, farenjit gibi üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında veya sonrasında bakteri ve virüsler, boğaz ile kulak arasında uzanan östaki kanalı vasıtası ile boğazdan orta kulağa geçerek burada enfeksiyona neden oluyor. Kulak ağrısı, ateş ve işitme azlığı ile kendini gösteriyor. Çocuğunuzu en kısa sürede hekime götürmeniz şart.

Sinüzit

Kafatasını oluşturan kemiklerin arasında sinüs denen boşlukların iç yüzeyini kaplayan dokunun enfeksiyonu sinüzit olarak adlandırılıyor. Sıklıkla üst solunum yolu enfeksiyonu sonrası geçmeyen koyu kıvamlı burun akıntısı/tıkanıklığı, sabaha karşı artan öksürük ve giderek artan baş-kas-eklem ağrıları, mide bulantısı, iştahsızlık gibi şikayetler olurken ateş de eşlik edebiliyor. Tam tedavi edilmezse kronikleşebiliyor.

Gastroenterit (İshal Veya Diyare)

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Dilek Erdönmez "Birçok bakteri ve virüs ishal tablosuna neden olabiliyor. Hastalık hafiften ağır dereceye kadar seyredebiliyor. Hafif seyredebildiği gibi, bazen inatçı kusma ve ateş de eklenerek, hastaneye yatış bile gerekebiliyor. Kış aylarında özellikle kusma, ishal ve ateş ile seyreden bağırsak enfeksiyonu olan rotavirüs çok sık görülüyor" diyor.

Hastalıklara Karşı Etkili Önlemler

  • Dengeli ve sağlıklı beslenmek, 
  • Uyku düzenine dikkat etmek, yeterince uyumak,
  • Özellikle su başta olmak üzere yeterli sıvı tüketmek, gazlı içeceklerden kaçınmak,
  • Meyve ve sebzenin yanında haftada iki kez balık yemek,
  • Demir, çinko, D vitamini gibi mineral ve vitamin seviyelerini kontrol ettirmek,
  • Ihlamur gibi bitki çayları, posası içine ilave edilmiş meyve suları, pekmez ve bal tüketmek, 
  • Kış hastalıkları en çok solunum yolu ile bulaştığından öpmek yerine karşınızdakine başınızla selam vermek,
  • Kapalı ve kalabalık ortamlardan mümkün olduğunca kaçınmak,
  • Elleri sık sık yıkamak ve ağıza, buruna, gözlere sürmemek; çocuklara hijyen kurallarını öğretmek,
  • Mikroplar sıcakta kolayca ürediklerinden ortamı aşırı ısıtmamak,
  • Evi, sınıfları ve bulunulan ortamı düzenli havalandırmak,
  • Ortamda kullanılan klimaların düzenli bakım ve temizliğini yaptırmak,
  • Süt çocukluğu döneminde mutlaka bebeğinizi emzirmek ve bağışıklığını 'doğal antibiyotik' olan anne sütü ile güçlendirmek,
  • Ortamda kullanılan klimaların düzenli bakım ve temizliğini yaptırmak 
  • Çok kalın veya inci giysiler giymemek, çocuklara da giydirmemek. Ortama uygun katlı kıyafetler giyip, sıcaklığa göre artırıp azaltmak,
  • Çocuğunuzu sigara dumanının bulunduğu ortama sokmamak,
  • İstirahat etmek vücut direncini artıracağından gerekirse okula göndermemek,
  • Doktorunuz gerekli görürse grip aşısını yaptırmak.

Kaynak: Sabah Gazetesi

İlkokullarımızda çalacak zili besteler misiniz? Besteledi!


Bu yazıyı okuyunca saf mutluluk ve iyilik içerdiği hissine kapıldık. Bu hisleri uyandıran her iş, her uğraş bizi mutlu ve umutlu ediyor, bu nedenle de bu yazıyı paylaşmayı ve etkisini daha çok kişiye ulaştırmayı istedik. Sayın Nil'in şarkıları da kendisine çoğunlukla bu etkiye oluşturmakta. Okul şarkısını ve müziğini dinledik. Sözleri de müziği de güzel. Milli Eğitim Bakanlığı iyi bir tercih yapmış. Kişi olarakta böyle pozitif, böyle neşeli bir kişiyi seçmeleri isabetli olmuş. Emeği geçen herkese teşekkür eder, tebriklerimizi iletiriz.  iyiturks

“İlkokullarımızda çalacak zili besteler misiniz” diye sorduğunda Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, önce bir yutkundum.

O yutkunmanın içinde, ilkokul bahçelerine koşan milyonlarca çocuğun sorumluluğu vardı.

Hayatımda hiç böyle bir teklifi hayal etmemiş, rüyamda bile görmemiştim.

Çok büyük bir şeydi. Çok teşekkür ettim.

“Elimden geleni yapacağım” dedim.

Koca yaz, bu sorumluluk yanımda koskoca bir dev gibi oturdu.

Benimle denize girdi, limonata içti, bulutlara baktı.

Onunla konuşmaya bile korkuyordum. Böyle sessiz iyiydik.

Sonra eylül ayı yaklaştı. Herkes okulların açılacağından bahsetmeye başladı.

Ben sadece, benden beklenilen zili henüz yazmadığımı düşünüyordum...

Endişelenmeye başladım. Kafama göre erteleyemezdim, okulların bir açılış günü vardı. O da eylülün ilk haftasıydı.

Hani olur ya bazen, yapacağınız iş size çok büyük gelir ve kıpırdayamazsınız.

Nereden başlayacağınızı bilemezsiniz. Ben de bilemiyordum, kapı çaldı. Gelen Şermin Yaşar’dı.

“İstanbul’a konuşma yapmaya geldim, sana uğrayayım dedim” dedi.

“Gel şu zilin sözlerinden başlayalım beraber işe” dedi. Oturdu yazmaya başladı.

Hani bir arı peteği nasıl doldurursa, öyle dolduruverdi kağıdı.

“Gelecek biziz deseler ne güzel olur değil mi çocuklar”, “Evet.”

Çocukların onlardan öğrenmeye de, onları dinlemeye de, onlara saygı göstermeye de hazır öğretmenlere ve yetişkinlere ihtiyacı var.

Okulun ne zor şey olduğunu hepimiz biliyoruz.

Evlilik gibi bir ilişki. 20 yıl sürüyor neredeyse.

Her sabah kalkıp gidiyorsun.

Tam koşup oynama yaşında saatlerce bir odada oturuyorsun.

Öğretmenin ve arkadaşların her şeyin oluyor.

Dizlerinin üzerine inip, çocuğun gözünün içine bakıp, ondaki özü merak edenlere ne mutlu.

Öyle öğretmenlerle yol alanlar ne şanslı.

Okul zilimizin sözleri şöyle oldu:

-----------------------

Aç kapıyı, bekle bizi
Hep beraber gelen biz
Kol kolayız el eleyiz
Yoldayız biz, gelecek biziz

Soran biziz, bulan biziz
Soru biziz, cevap biziz
Merak edip araştıran
Dünyaları keşfedeniz

Oyun biziz, müzik biziz
Koşan biziz, duran biziz
Yürekteki rengi bulup
Hep yeniden resmederiz

Tohum biziz, toprak biziz
Güneş biziz, yağmur biziz
Her gün biraz daha büyüyorken
Çiçeklenip açan biziz

Yarınlarsa hep baktığın
Bir umutsa aradığın
O da biziz, o da biziz.

Sözlerin yazılı olduğu kâğıdı elime aldım, odama kapandım.

Ukulele’mle besteledim.

Sağ olsunlar beğendiler, İTÜ Konservatuarı öğrencileri seslendirdiler ve okullara hem şarkı hem zil oldu.

Sözlü uzun hali okul şarkısı, kısa enstrümantal hali de teneffüs zili.

Hâlâ inanamıyorum.

Nevşehir’de, Siirt’te, Akhisar’da İlkokul koridorlarında bu melodinin çalıyor olduğunu düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyor.

Ülkemizde adettir, hemen “Kim bilir Nil Karaibrahimgil bu zilden ne kazanmıştır” tweet’leri atıldı.

Cevap vereyim, bu teneffüs şarkısını yapmış olmak benim için onurdur.

Hiçbir ücret talep etmedim.

Tek bir çocuğun neşeyle bahçeye koşturması en büyük ödülümdür.

Bakanımız Ziya Selçuk’a bu köşemden de, bana bu güzel fırsatı verdiği için, Şermin Yaşar’a da bu güzel sözleri için, çocuklara da en büyük ilham oldukları için çok teşekkür ederim.

Dilerim öğretmenlere de motivasyon, moral olsun.

Bütün okullarda duyulsun.

Şimdi artık, ne zaman yolum düşse, bir ilkokulun demirlerine kulağımı dayayıp, elim kalbimde teneffüsü bekleyeceğim.