Türk bilim insanından "ultra ince" buluş


İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Şahin öncülüğünde, aralarında Nobel ödüllü bilim adamı Andre Geim'in de bulunduğu ekip, nano teknolojide kullanılmak üzere elmas, altın ve alüminyum gibi tabakalı olmayan maddelerden ultra ince malzeme üretmenin formülünü buldu.

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) Fotonik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Şahin öncülüğünde, İngiltere ve Belçika'dan bilim insanlarının da bulunduğu heyet, nano teknoloji alanında kullanılmak üzere elmas, altın ve alüminyum gibi tabakalı olmayan maddelerden "ultra ince" malzeme üretmenin formülünü buldu.
Bükülebilir telefonlar, bataryaların ultra hızlı şarj edilmesi gibi bir çok alanda kullanılan ve bugüne kadar kömür karbonu gibi tabakalı maddelerden üretilen ultra ince malzemelere yeni bir boyut kazandıran formülün, yeni buluşların önünü açması bekleniyor.

Daha önce kömür karbonunu ayrıştırarak ultra ince malzeme "Grafen"i bulan ve bu çalışmasıyla Nobel ödülü alan bilim insanı Andre Geim, Francois Peeters ve Rahul Nair'in de bulunduğu heyet, Şahin'in rehberliğinde bir yıl önce ultra ince malzeme üretmek için çalışmalara başladı.

Heyet, bu çalışmada, tabakalı yapıya sahip malzemelerin ultra ince hallerine ulaşılmasının yanında elmas, altın ve alüminyum gibi tabakalı olmayan ve yığınlar halinde bulunan maddelerin de ultra ince haline erişmeyi amaçladı.

Geliştirdikleri formülle bunu başaran heyetin sonuç makalesi, bilim dünyasında büyük ilgi gördü.

"Bizim Getireceğimiz Reçete, Yepyeni Malzemelerin Keşfine Yol Açacak"

Doç. Dr. Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çalışmada yer alan bilim insanlarının son 10 yıl içinde kendi alanlarında en çok bilinen isimler olduğunu belirtti.

Özellikle Andre Geim'in, 2004'te grafenin senteziyle başlayan yolculuğunun önemine dikkati çeken Şahin, "Malzeme biliminde grafit dediğimiz ve kömür olarak bildiğimiz o çok basit malzemeden, çok sürpriz ve inanılmaz özelliklere sahip olan grafenin sentezi, yepyeni bir yol açtı. Özellikle de nano teknoloji açısından tek atom kalınlığında ultra ince dediğimiz grafenin bulunuşu, inanılmaz mekaniksel özelliklere sahip olması, elektriksel olarak çok ilginç olması, bu alandaki çalışmaları tetikledi. Ultra ince malzemelerin ne kadar önemli olduğunu bütün dünya fark etti." diye konuştu.

Grafenden sonra tabakalı olmayan yapılardan ultra ince malzeme üretmek için kolları sıvadıklarını dile getiren Şahin, projede fikrin Türkiye'den çıktığını vurguladı.

Geliştirdikleri formülle nano teknoloji alanında ilerlemeler olacağına işaret eden Şahin, "Gelişmekte olan nano teknolojinin ihtiyaçları var. Bunlar nano kaplamalar, nano ölçek ilaçlar olabilir. Elektriği çok iyi ileten nano materyaller olabilir ya da ışığı çok iyi geçiren transparan nano malzemeler olabilir. Gelişen teknoloji sayesinde sayamayacağımız kadar alanda nano teknolojinin malzeme ihtiyacı olacak. Bizim getireceğimiz reçete, limitleri ortadan kaldırarak yepyeni malzemelerin keşfine yol açacak." ifadelerini kullandı.

Grafen, Bükülebilir Telefonlar Gibi Alanlarda Yeniliğin Önünü Açti

Bilim insanları Andre Geim ve Konstantin Novoselov, 2004'te kömür karbonunun ayrıştırılmasıyla malzeme biliminde devrim niteliğine sahip "Grafen" maddesini bulmuştu. Grafen maddesi, teknolojide bükülebilir telefonlar, bataryaların ultra hızlı şarj edilmesi gibi bir çok alanda yeniliğin önünü açmıştı. Bilimi insanları bu buluşla 2010'da Nobel Fizik Ödülü'nü kazanmıştı.

Türk bilim insanı Şahin'in öncülüğünde başlatılan çalışmada ise kömür ve benzeri tabakalı maddeler dışındaki malzemelerin de ultra ince hale getirilmesi öngörülüyor. Bulunacak grafen benzeri ultra ince yeni malzemelerin, yeni buluşların önünü açabileceği belirtiliyor.


Karadeniz’de Leziz Bir Liman: Rize

Yeni demlenmiş çayın ince belli bardakla buluşmasına, cama önce kibar kibar sonra tatlı sert vuran yağmur damlaları karışırken başlıyor Rize’yle tanışmam.  Kendi futbol takımının renkleri gibi bir şehir Rize, gerçekten mavi-yeşil. Kıyısında martıların süzüldüğü Karadeniz’e uzanan kıyı şeridi kadarmış gibi bir izlenim uyandırıyor ilk bakışta. Ancak birazcık kuytularına doğru yol alıp dağlarını okşayan bulutları, yamaçlarını saran çay bahçelerini, esprisiz tek bir cümle sarf etmeyen insanlarını tanıdıkça, Rize’nin coşkulu tavrına kapılıp gidiyorum.

Karadeniz’in içi içine sığmayan maviliği beni kendine hayran bıraksa da başı göğe uzanan Kaçkarların çağrısına uyup taşın toprağın yeşile doyduğu yaylalara doğru ilerliyorum. Çam ormanlarının kendine has kokusu Ayder’in serinliğinde yüzüme dokunuyor. Ayder Yaylası konumu ve konaklama olanaklarıyla son yıllarda oldukça popüler. Burada ulu çamların hışırtısında şelale manzarasında uyumak ve ardından dumanı üstünde mısır ekmeğinin kokusunun hâkim olduğu bir kahvaltıyla güne başlamak için konaklama alternatifleri mevcut. Virajlar dik, yollar zorlu olsa da Huser Yaylası’na varınca bütün çabaya değdiğini anlıyorum. Dağlar ve bulutlar düş ile gerçek arasındaki sınırı kaldırmış gibi duruyor. Her dakika değişen büyüleyici manzara Sürrealist bir tablo hissi uyandırıyor; uzaklardan yankılanan tulum ve kemençe sesi bu hissi daha da güçlendiriyor.  Sis basıyor, güneş açıyor, derken bulutlar ufku bazen bir tül, bazen bir yorgan gibi sarıyor! Yöreyi bilenlerin izinde yaban mersini toplamaya girişiyorum. Burada “likapa” olarak anılan meyve şifalı özellikleriyle biliniyor. Likapanın doğal rengi ellerimi, yüzümü mora boyarken doğanın bütün renklerine bir kere daha hayranlık duyuyorum.

Yayladan köylere inmek, gökyüzünden yeryüzüne yolculuk etmek gibi. Akarsularla yarılmış derin vadilerin eteklerinde inek sürüleri ve yerel mimarinin inceliğini yansıtan evler eşliğinde kilometrelerce yol gidilebilir gibi geliyor bana. Bir zamanlar kalabalık ailelerin seslerinin şenlendirdiği tarihî konaklar, dallarından elmaların sarktığı ağaçlar, hırçın akan derelere direnen taş köprüler yol üstünde duraklamak için bulunan bahanelere ekleniyor. Şenyuva köyünde eski köprüye karşı mola verip Makrevis ve Hala köylerinin yıllara meydan okuyan evlerini izlerken zamanı unutuyorum.  

Hoyratlığı sesinden taşan Fırtına Deresi’nin üstünde yükselen Zilkale’ye gelince şehrin kadim tarihi kendini bir kere daha hatırlatıyor. Eski dünyada ticaretin nabzının attığı İpek Yolu’nun yeşil güzergâhı olarak tüccarlara mesken olan Zilkale vadinin ortasında, bulutların altında gizemli ve şaşırtıcı. Kısa bir yolculukla Palovit Şelalesi’nin kabaran köpükler hâlinde akan coşkun suyunun önünde buluyorum kendimi. Rize defalarca keşif yolculuğuna çıkılsa yine eli boş dönmeyeceğiniz bir şehir. Yağmurla özdeşleşmiş bu küçük şehir sizi şaşırtacak detaylarla bezeli: Kaplıcalarda rahatlayıp, yaylada yürüyüşe çıkıp, dere kenarında erken hasat çayın tadına varabileceğiniz kaç yer var ki dünyada?

Hemşin’in kendine has bir zarafeti olan ahşap mimarisine, Çayeli’nin yamaçlara oya gibi işlenip serilmiş çay bahçelerine, Pazar sahilinde yalnız bir güzel olarak dikkat çeken Kız Kalesi’ne vuruluyorum.

Yaylalardan denize doğru inerken iklim belirgin biçimde değişiyor. Bulutların arasından güneş yüzünü biraz gösterince kendimi şehrin sokaklarına vuruyorum. Burayı tanımaya Osman Karavin Caddesi’yle başlıyorum. Burası Rize’nin eski ve yeni mekânlarının iç içe geçtiği, trafiğe kapalı geniş bir cadde.  Aynı zamanda şehrin en ünlü kavurmasını yapan küçük esnaf lokantası Liman da bu cadde üzerinde. Kavurma, Rize’de sabah kahvaltılarının olmazsa olmazı. Zaten öğle olmadan kavurma bitiyor. Şehir turuna erken saatte çıkmanın avantajıyla kahvaltımı kavurmayla yapıp Şeyh Camii’nin arkasından Harem Sokak'a yöneliyorum. Rize’nin tarihî dokusundan izler barındıran Harem Sokak, dik bir yokuş aslında. Yokuşun en önemli yapısı 120 yıllık bir Rize evinde konuklarını ağırlayan Evvel Zaman. Rize’nin tarihî serüveninden çeşitli parçaların sergilendiği yapı evvel zamana demir atmış gibi gerçekten de.

Fırından yeni çıkmış Rize simidinin kokusunu takip edip kaynağını buluyorum. Fırıncı, susamsız ve parlak görünümlü bu simidi yöreye özgü kolot peyniriyle yememi tavsiye ediyor. Dumanı üstünde simidi ve kolot peynirini çay eşliğinde afiyetle yerken Rizelilere hak veriyorum. Rize çarşısında rengârenk yerel dokumalara ve hasır sepetlere dokunup Bakırcılar Çarşısı’nda baba mesleğini yaşatan ustalarla sohbet ettikten sonra feretikoya hayat veren kadınların çalıştığı atölyelerde, Rize’ye özgü yerel bir dokuma olan feretikonun ilmek ilmek dokunuşuna tanık oluyorum.

Çaylıktan sofraya çayın serüveni Ziraat Botanik Çay Bahçesi’nde güzelce anlatılıyor. Bölgenin en eski dondurmacısı Mavi Köşe’nin tabelası bile beni kendine çekmeye yetiyor. Yaklaşık 50 yıl evvel, bir İtalyan’ın binbir macerayla Rize’ye yolunun düşmesiyle başlıyor Mavi Köşe’nin hikâyesi. Gerçek meyveyle yapılmış, katkısız, insanı çocukluğuyla buluşturan bu dondurmalar hâlâ eski tariflerle yapıldığından lezzetini ve doğallığını korumuş. Bölgeye özgü likapa, buruk tadıyla limon, harikulade kokusuyla incirli dondurmalar Rize’deki her günüme ayrı bir tat katıyor.

MÖ VII. yüzyıla kadar uzanan tarihinde büyük komutanlar görmüş, büyük çekişmelere sahne olmuş bir şehir Rize. Coğrafi avantajları ve topraklarının bereketini ilk fark eden Miletlilerin ticaret kolonisi kurduğu bölge Kimmerlerden Perslere, Roma İmparatorluğu’ndan Bizans’a farklı uygarlıklara ev sahipliği yapmış. Avrupa’yı doğu dünyasıyla buluşturan İpek Yolu’nun da bu topraklardan geçmesi bölgeyi çokkültürlü hâle getirmiş. Denizin ve toprağa düşen yağmurun bereketi tarihî mirasla birleşince ortaya eşsiz bir mutfak çıkmış. Rize’yi keşfetmek isteyenler gözlerini şehrin sadece benzersiz doğasına ve tarihine değil, bir o kadar da çok kültürlü mutfağına çevirmeli. Doğanın çetin şartlarında çobanların ve yaylaya çıkanların vazgeçilmezi olan muhlama, üzümün kendine has tadı ve rengiyle iştah açan pepeçura, her evde bir kuzinede pişiriliveren mısır ekmeği, turşusu da sofralardan eksik edilmeyen fasulye, Karadeniz’in kıymetlisi hamsi, şifa kaynağı karalahana, bayram sofralarının emek isteyen tatlısı burma baklava Rize mutfağının özgün tatlarından bazıları. Yemek kültürü ve konuk ağırlama Rize’de ayrılmaz bir bütün. Bölgeyle özdeşleşmiş lezzetlerin tadına varmak için bir tarafı denize, bir tarafı dağlara bakan, klasikleşmiş Rize yemeklerini bir arada sunan ve kendisi de bir klasik olan Dağmaran’a uğramadan şehirden ayrılmıyorum.