Postmodernizm
denilince ilk aklımıza düşen tanım;
“Söylenilemeyenlerin,
Söylenilmesidir”
oluyor.
Bu
söylem klasik/yerleşik/rutin, yol/yöntem/araçlarla değil de, kendisine has,
kendisine anlamlı biçimlerde yapılmaktadır.
Bunun
en temel gerekçesi “Korku”dur.
Korku,
egemen olan, baskın olan gücün hegomanyasından kaynaklanmaktadır. Bu sanatta,
mimaride, bilimde, siyasette her alanda benzer durumdadır.
Fikrin,
mesajın etkisinin muğlâklığı, şekilsizliği, benzemezliliği bundandır. “Asıl”
olanın anlaşılmaması için bir çeşit oynamamalardan ibarettir; Şekille, sesle,
kokuyla, tatla vb oynamalar...
Temel
olarak “Anlam” dağıtılmış, farklılaştırılmıştır; Ancak içerdiği temel mesaj
değiştirilmemiştir. Anlamın bütün olarak tamamlanması/algılanması zaman almış,
zamansa “Korkulanın” etkilerini azaltmış, korku eşiğinin altında bir seviyeye
çekmiştir.
Postmodernizme
tepkiler öncelikle; Beğenmeme, anlamama, şaşırma, küçümseme gibi; Yok
edici/boğucu değil de dışlayıcı biçimlerde olmuştur. Bu ise Postmodernizmin
şansı olmuştur. Bu sayede doğmadan boğulmamış, yaşam şansı bulmuştur. Yaşam
şansı ise ona zamanla anlaşılma, kabullenme ve değerlenme imkânı tanımıştır.
Postmodernizm
aslında ifade arzusunun, gerçeği haykırma arzusunun hiçbir şart altında
tutulamayacağının bir tezahürüdür. “Kral Çıplak” diye çocukça bir saflığa
düşmeden görünenin farklı biçimlerde dışa vurumudur. İfade etmek, gerçeği
haykırma güdüsü mutlak bir biçimde hayat bulur ve evrene kendisini bıraktırır;
Anlaşılması, anlam bulması zor ve zaman alsa bile. Zaten burada ki ilk çıkış
noktası anlam bulma değil, içinde kabaran ve tutulamayan bu mesajdan
kurtulama/içinden atma güdüsüdür. Bir çeşit istiğfar da denilebilir aslında.
Bu
öyle güçlü bir güdüdür ki “O” çok korkulandan bile baskın gelip, bu şekilde
biçim/boyut değişikliği ile ifade imkânı bulabilmektedir. (Buradaki “O” dan
kasıt belli bir otorite, kurum, kişi değil; Bu tepkilerin ortaya çıktığı
şartlarda var olan egemen toplumsal normlar, algılar, kişiler, kurumlar,
kurallar vb her ne varsa kasıt edilmektedir.)
Bu
konuda ülkemizdeki en güzel postmodern çıkışlardan biri “Arabesk” olarak
isimlendirilen kültürel biçimlerle olmuştur. (Benzer biçimde “Gecekondu” ve
“Lahmacun” olarak tanımlayabileceğimiz kültürel çıkışları da dönemin Postmodern
ürünleri olarak görmekteyiz.) Özellikle ilk ortaya çıkış ve en tepe noktasına
vardığı (yuvarlak bir değerlendirme ile 80’ler olarak ifade edilebiliriz)
yıllar açısından bu tür müzik tam olarak “Postmodern” bir çıkıştır. Çıkışın
aracı müzik olmakla beraber beslendiği ve güçlendiği kaynak halk olmuştur.
Tepki aslında halkın mesajını, ifadesini dile getiren çok güçlü bir yapıda
tezahür etmiştir.
Dışlanması,
küçümsenmesi, yasaklara maruz kalması açısından bakıldığında bile; Dönemin
mevcut ortamının baskın/etkin gücüne karşı, bu biçimde bir çıkış postmodern
etiketini gerektirmektedir.
Dönemin
sosyolojik gelişmeleri incelendiğinde de toplumdaki değişimin sancılarının
yansımaları bu müzik kültüründe çok açık bir biçimde görülmektedir.
Köyden
şehre doğru gerçekleşen plansız, kontrolsüz ve hızlı göçün etkileri; Göç
edenle, göç edilenin kültürel/ekonomik/politik şoklara neden olan şiddetli
çatışmalara yol açan karşılaşmaları; Göç edilenin göç edeni kabullenmemesi,
dışlaması, ezmesi, yok sayması; Göç edenin kimliğinden, varlığından
vazgeçmemesi, geri adım atmaması, ısrarla yerleşik bir düzene geçme çabası bu
dönemin en dikkat çeken, en güncel konularıdır. İşte arabesk göç edilenin
baskın/dışlayıcı/dönüştürücü gücüne karşı bir postmodern yanıt oluşturmuştur.
Bakıldığında
alışılmışın dışındadır, genel kabullere uymamaktadır. Kalıbı, biçimi,
kuralları, değerleri yok gibidir. Bundandır ki sanatsal değeri, kültürel
geçmişi, toplumsal birikimi hiç sayılmaktadır. Düzenli, bakımlı, modern
bahçelerde ayrık otu gibi türemektedirler. Belki de biçilmemek, budanmamak,
yolunmamak için bir kalıba, biçime, düzene girmemektedir.
Ancak
bu bozuklukta, bu biçimsizlikte, bu değersizlikte bir mesaj taşımaktadır. Bu
mesaj mesaja kapalı kanalarca algılanmasa da, yok yerine konulsa da; Mesaj bir
tını, tını bir uğultu, uğultu bir nağme, nağme de bir “acı” olarak kitlelere
ulaşarak; Onlardan bir sessiz çığlık olarak tüm toplumda yankılanmaktadır.
Zaten halk nezdinde de bu tarafta bulunanlarda “Acıları Çocuğu”, “Acıların
Kadını” gibi tanımların genel kabul görmesi “O Mesajın” özelliğindendir.
Bu
yansıma, görülemeyecek, algılanamayacak bir biçimde değildir. Bu haykırış
mesajın kaynağında ki korkuya neden olan kurulu düzene/korunmak istenilen
düzene çok güçlü bir mesaj iletmektedir. İletilen mesaj, korkulan güçte, telaşa
sebep olacak korkulara yol açmaktadır.
Zamanla
korkular yüzleşilmeye; Yüzleşilmeler anlaşılmaya; Anlaşılmalar ise
kaynaşılmalara yol açmıştır.
Kısaca
müzikteki “Arabesk” çıkışı toplumsal rahatlamaya yol açan, toplumsal kaynaşmayı
sağlayan “Postmodern” bir tepki olarak durmaktadır.
Bu
yazıyı kaleme almamıza vesile olan Müslüm Gürses’in hayatını anlatan “Müslüm”
filmi bu sürecin en güzel yansımasıdır. Müslüm Gürses’in hayat macerası
“Arabeskin Post Modern” halinin birebir yaşanmışlığıdır, kendisidir. Bugün
“Müslüm” filmi üzerinden toplumda oluşan etki/tepki biçimleri incelendiğinde
kaynaşmanın hayat bulmuş hali görülebilmektedir.
Bu
kaynaşmanın etkinliği, günümüzde etkisini kayıp eden “Arabesk” olarak
nitelendirilen yeni ürünlerin azlığından da görülebilir. Korkuların azalması,
toplumun büyük çoğunluğu ile kaynaşması bu tarz mesaj ihtiyacını azalttığından
bu biçimdeki ürünlerde de azalma yaşanmaktadır.
Benzer
bir dönemin, yeni ortaya çıkmaya başlayan “ağ kültürü” ile yetişen teknoloji
kurbanı neslin; Var olan geleneksele dönüşen günümüz baskın toplumu arasında
yaşanılacağını düşünmek fazla uzak bir ihtimal olmasa gerek.
Gün
gelir bu toplumsal sürtüşme nasıl, hangi biçimde gerçekleşir bilinmez ama
temennimiz, sonu bu şekilde az hasarlı bir kaynaşma ile neticelenir olmasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...