Şöyle
bir kendinizi yoklasanız ve hatırlayabildiğiniz en eski anınıza ulaşmak için
kendinizi zorlasanız ne kadar geriye gidebilirsiniz? Bu geriye gidişin yaklaşık
olarak iki yaşlarımıza kadar uzanabileceği söyleniyor fakat yapılan
araştırmalar, durumun pek de öyle olmadığını gösteriyor aslında.
Bu
konuda çalışan uzmanlar, insanın iki çeşit hafızası olduğunu söylüyorlar.
Bunlardan biri "örtük",
diğeri ise "açık hafıza."
Örtük hafıza, beyin yapısının
gelişimi ile birlikte bilinçsiz bir şekilde zihnimize yerleşmiş bilgilerden
oluşuyor. Yani bir bebek, annesinin karnında büyümeye devam ederken de duyduğu,
hissettiği bütün bilgileri hafızasına işlemeye başlıyor. Böylece doğduğunda
bazı sesler daha tanıdık gelebiliyor. Bu durum doğum sonrası ve hatta bir yaşam
boyu devam ediyor. Bu kaydın çok farkında olmuyoruz belki ama beynimiz bu alt
mesajları işliyor. Örneğin annesinin huzursuzluğu, gerginliği ve mutsuzluğu
içinde büyüyen bir bebek, içselleştirdiği, "kendini rahatlatamayan,
tutmakta zorlanan" parçayla beraber sakinleşmekte zorlanabiliyor.
Yaklaşık
bir yaş civarında, beyindeki "hipokampus" bölgesinin gelişimiyle
beraber açık hafızamız devreye giriyor.
Açık hafıza ise öğrendiğimiz ve
bilinçli olarak hatırlayabildiğimiz durumları içeriyor. Bu, çocuğun ailesinden
ya da okuldan bilgi olarak öğrendiği rengin kırmızı olması gibi parkta görüp
sallandığı salıncağın kırmızı renkte olduğunu hatırlaması şeklinde de
olabiliyor.
Sorunlar Örtülerek Değil
Yüzleşerek Çözülür
Hafızamıza
işlenen bu bilgiler, anılarımız ve bu anılar içinde kurduğumuz bağlantılar,
yeni yaşam deneyimlerimiz için de belli bir temel oluşturuyor. Bunu bir örnekle
şu şekilde açıklayabiliriz: Mesela evlerinin bahçesinde arkadaşlarıyla oynayan
bir çocuk düşünelim. Oyun sırasında pencereden çıkan beyaz saçlı, gözlüklü bir
amcanın onlara gürültü yaptıkları için kızıp bağırdığını, çocukların da bundan
çok korktuğunu farz edelim. Bu olay çocukların hafızalarında birkaç şekilde
işlenebilir:
- Bahçede gürültü
yaparsam azar işitirim bu nedenle daha sessiz olmalıyım.
- Amcanın bir anda
bağırması beni çok korkuttu; ya yine bağırırsa? En iyisi hiç çıkmayayım.
- Beyaz saçlı ve
gözlüklü amcalar tehlikelidir, onlardan uzak durmam gerekir.
- Bu amca çok kızdı ama
geçen gün de bana şeker vermişti. Arada bir kızan arada bir seven bir adam
demek ki…
- Korkumun üstesinden
ancak korkutarak gelebilirim bu nedenle bu amcayı daha çok kızdırıp ne
olacağını göreyim.
Listeyi
biraz daha uzatmak mümkün olabilir belki ama sonuç olarak çocukların
yaşadıkları bu ve benzeri olaylar, bazı çıkarımlar yapmalarını da sağlıyor.
Sonraki dönemlerde ise bu durum başka kişilerle, olaylarla, durumlarla ve hatta
nesnelerle olan ilişkilerinde de belirleyici olabiliyor.
Bazen
de bir çocuğun yaşadığı bir olay, bahçede yediği azardan çok daha rahatsız
edici olabiliyor. Anne babasının veya bir başkasının şiddetine maruz kalabiliyor,
buna şahit olabiliyor veya ebeveyn kaybı yaşayabiliyor. Çocuğun kendini daha
güvende hissetmesi gereken aile ortamında yaşadığı bu durumun etkisi, çok daha
yer edici olabiliyor.
Bir çocuk, yaşadığı olumsuz bir
durum ne olursa olsun ebeveynleri tarafından
yeterince kabul gördüğünü ve sevildiğini hissedemezse, bazı anılarla baş
etmekte zorlanır.
Bu
zorlanma hali de kendini bir davranış problemi olarak gösterir. Böyle bir
durumda çocuk, dışarda çok saldırgan veya çok içe kapanık olabilir. Aslında buna sebep olan, iç dünyasında anlamlandıramadığı ve nasıl
işleyeceğini bilemediği duygulardır çünkü çocuktaki bir zorluk durumu öyle
bir anda, ortada hiçbir sebep yokken çıkmaz. Bunun mutlaka "bir
öncesi" vardır ve bu önce, tahmin edilenden çok daha eskilere dayanıyor
olabilir.
Bu
gibi durumlarda genel olarak bu anıları silmek, unutmak, unutturmak ve hiç
yaşanmamış gibi davranmak isteyebiliyoruz. Şiddet hiç yaşanmamış gibi, kayıp
hiç olmamış gibi davranıp hayatımıza devam edebileceğimizi düşünüyoruz. Yani o
anının, üstünü örttüğümüzde gerçektende kaybolduğu gibi bir illüzyona kendimizi
de çocuğumuzu da inandırmak isteyebiliyoruz fakat bu, o anıların gerçekteki
varlığını ve etkisini ortadan kaldırmıyor. Tam tersine, yaşanan olumsuzluğun
etkisi; konuşulabildiği ve o durumun çocukta yarattığı duyguların ifade
edilebildiği oranda hafifliyor.
Elimizde
küçük ama derin bir kesik olduğunu farz edelim. Yaranın üstünü yara bandıyla
kapatıp iyileşmekte olduğunu varsayabiliriz ama o yara, daha derinlerde
enfeksiyon kaptığında, bütün vücuda yayılan bir acıya hatta uzuv kaybına bile
neden olabiliyor. Bedendeki bu işleyiş, ruhta da benzer bir sonucu getiriyor. Üzerini örttüğümüz her duygumuz, hayat
içinde kendini başka bir ilişkiyle gösteriyor. Kaybettiğimiz bir uzvumuz
olmuyor belki ama işimizi, eşimizi, arkadaşlarımızı, hayattaki keyfi ve daha
birçok şeyi, yuttuğumuz fakat hazmedemediğimiz öfkemiz, acımız, mutsuzluğumuz
nedeniyle kaybedebiliyoruz.
Hayat içindeki birçok
problem de, işte bu üstü kapatılan yaralardan kaynaklanıyor. O yaralar ise çocukluk
döneminden itibaren sahip olduğumuz anılar ve o anılar içinde kurduğumuz
bağlantılar yoluyla oluşuyor. O
dönemlerde karşılaşılan kişiler, olaylar, mekânlar, kokular, renkler gibi
birçok parça, o anda hissedilen duyguyla eşleşiyor. Hikâye aynı kalıyor ama
karakterler değişiyor. Bir çocuğun babasıyla kurmakta zorlandığı ilişki,
büyüdüğünde işvereniyle anlaşmazlık yaşamasıyla devam edebiliyor. Annesine
duyduğu öfke, ona benzeyen kadınlarla olan ilişkisini de etkileyebiliyor. Bu
kadın komşusu, patronu hatta televizyonda görüp hiç tanımadığı biri bile
olabiliyor çünkü kişiler değişse bile aslında hep aynı kurgu devam ediyor.
Geriye dönmek mümkün mü?
Bu
konuda belki de en zorlayıcı kısım, anne-baba olma haliyle başlıyor çünkü nasıl
bir ebeveyn olacağımızı da sahip olduğumuz anılar belirliyor. Bize nasıl bir
annelik, babalık yapılmıştı, ne yaşamış, ne hissetmiştik? İçinde büyüdüğümüz
aile ortamında değer gördüğümüzü, sevildiğimizi, bize açılan bir alan olduğunu
mu deneyimledik yoksa dayatılan bir program dâhilinde çok da fikrimiz
sorulmadan bize verilen o dar yaşam alanında mı var olduk?
Bu
soruların cevapları, sahip olduğumuz anıları, dolayısıyla nasıl bir ebeveyn
olacağımıza dair içimize aldığımız ilk parçaları oluşturuyor. Yaşadıklarımız,
bir süre sonra yaşattıklarımıza dönüşüyor. Bu biraz örtük, biraz da açık
hafızamızın eseri oluyor belki ama sonuçta aynı hikâyeyi tekrarlayıp duruyoruz.
Mesela
babasının annesine uyguladığı şiddete şahit olarak, babasının öfkesiyle baş
etmekte zorlanarak büyüyen bir kız çocuğu, yetişkin olduğunda öfke problemi
olan bir adamla evlendiğinde çocuklarının da benzer bir hikâyenin parçası
olduğunu görebiliyor.
Peki,
bu durum yaşanır ve biter mi? Geriye dönmek, bazı parçaları yeniden düzenlemek
mümkün değil mi? Elbette mümkün. Hatta mümkün olmayan şey; bir çocuğun olumsuz
anılara sahip olmadan büyümesidir diyebiliriz.
Mutlaka
içinde kayıpların, acıların, eksiklerin olduğu hatıralarımız olur fakat
anne-baba-çocuk arasındaki bağ, bu anıların etkilerini onarmayı, işleyebilmeyi
ve yeniden düzenlemeyi de mümkün kılar. Çocuktaki bu kapasiteyi arttıran en
temel faktör de duygusunun üstünün örtülmesi değil, duygularını ifade edebilmesi
ve anlaşıldığını hissetmesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...