Uzun
yıllardır bildiğimiz, eşlerden birinin diğerine yahut her iki eşin birbirine kötü
davrandığı ve ne yazık ki çoğu zaman sonunda ayrılıkla neticelenen “şiddetli
geçimsizlik”, yerini yorgun evliliklere bıraktı. Eşlerin hem fiziksel hem de
duygusal anlamda dünyalarını ayırması, aynı çatı altında farklı hayatlar
yaşamaya başlaması şeklinde çıkıyor karşımıza; evlilik yorgunluğu denen
şiddetsiz, sinsi, usul usul geçinememe hâli.
Öyle
bir evlilik düşünün ki eşler arasında muhabbet, yerini sessizliğe bırakmış; Beraber
keyifle yaşanabilen her şey tükenmiş; odalar, televizyonlar ayrılmış; tatile,
alışverişe, akraba ziyaretine birlikte gidilmez olmuş; evlatları hakkında dahi
konuşulacak bir çift laf kalmamış… Eşler birbirleriyle aynı evi paylaşıyor ama
hayatı paylaşmaktan vazgeçmiş, iletişim kesilmiş, sohbet etmedikleri gibi
sorunlarını çözmek için dahi konuşamaz olmuşlar… İşte bu şekilde birbirlerinden
fiziksel, zihinsel ve duygusal manada uzaklaşmış, birbirine yabancılaşmış
çiftlerin evliliğine yorgun evlilik diyoruz.
Evliliği Yoran Sebepler
* Uzun süredir
çözülemediği ya da altından kalkılamadığı için artık konuşulmayan problemler.
* Uzun süreli ya da sık
sık tekrar eden küslükler.
* Eşlerden birinin
duygusal, fiziksel, ekonomik ihtiyaçlarının karşılanmaması; ihtiyaçlar
karşısında diğer eşin duyarsızlığı.
* Gerçek dışı beklentiler
sonucunda gelişen derin hayal kırıklıkları.
* Affedici olmamak,
geçmişte yaşanmış haksızlıkları hep canlı tutmak.
* Aile mahremiyetine
riayet edilmemesi, yuvaya özel güzelliklerin ya da sıkıntıların çeşitli
yollarla sürekli vitrinde tutulması.
* Kişinin kendi ailesinin
olumsuzluklarına odaklanırken kapalı kapıların ardında ne yaşadıkları hakkında
fikri olmayan başka hayatlara, başka ilişkilere özenmesi.
* Eşlerden birinin
işkolikliği, ev işlerini takıntı hâline getirmesi gibi sebeplerle ailece keyifli
vakit geçirmeye fırsat bulamamak.
* Ailenin; birlikte
sofraya oturma, aile büyüklerini ziyaret etme, çeşitli sebeplerle kutlamalar
yapma, hediyeleşme gibi aile bağlarını sağlamlaştıran rutinler geliştirememiş
ve kendine özel bir sistem kuramamış olması.
* Aile kurallarının çok
katı ya da çok esnek olması sebebiyle eşlerin birbirinden uzaklaşması.
Yorgun Evliliğin İlacı
Nedir?
“Yoranlar”
listesi uzatılabilir. Yorgunluğun çaresi dinlenmektir, ancak unutulmamalıdır ki
dinlenmek bir eylemsizlik hâli değildir. Dinlenmek; yoranı terk etmek,
iyileştirici başka bir eyleme geçiş yapmaktır. Her ailenin çözümü kendine özel
olmakla beraber genel geçer iyileştiricilerden bazılarını sayalım:
* En ilham verici on
terapist arasında gösterilen John Gottman’ın 1’e 5 kuralı, yorgun evlilikler
için iyileşme yolunda ilk adım olabilir. Gottman diyor ki; “Mutlu bir ilişkide çiftler birbiri ile
tartışırken negatif bir cümle sarf ettikten sonra birbirleri ile ilgili en az
beş tane olumlu cümle kurmaktadırlar. Eşinize bir olumsuz şey söylediğinizde
bunu telafi etmek için arkasından beş tane olumlu cümle söylemeniz gerekir.”
Doğrusu bu öneri bana kadim ilaçlarımızdan birini hatırlatıyor. Âlemlere rahmet
olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.s.) yüzyıllar ötesinden bu sırrı
söylemişti bize: “Kötülüğün peşinden iyi
bir şey yap ki onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlaka uygun biçimde davran.”
(Tirmizî, Birr, 55.)
* Eşinize kıymet verin,
onun sizin için ne kadar önemli olduğunun farkına varın ve bunu ona göstermekte
cömert olun.
*
Sorumluluk almaktan kaçınmayın, herhangi bir sorun hâlinde çözümü hep eşinizden
beklemeyin. Sizin üzerinize düşeni yapmanız, eşinizin davranışlarını da olumlu
yönde şekillendirecektir.
*
Sorun yaşamadığınız, ilişkinizin yolunda gittiği zamanlarda paylaşımlarınızı
artırın, sevginizi açıkça ifade edin. İyi günlerinizdeki sevgi dolu
paylaşımlarınız zor günlerinizde can simidiniz olacaktır.
*
Kendinizin ve eşinizin sevgi dilini keşfedin. Siz bir hediye ile mutlu
oluyorken o sevildiğini hissetmek için sizinle baş başa birkaç saat geçirmeye
ihtiyaç duyuyor olabilir.
*
Kadın ve erkeğin fıtratını; fiziksel, duygusal ve bilişsel ihtiyaçlarını
öğrenmek için çaba gösterin.
*
Gerektiğinde tartışmaktan kaçınmayın ancak tartışmaların kavgaya, eleştirilerin
hakarete, öngörülerin niyet okumaya, tepkilerin şiddete dönüşmesine fırsat
vermeyin.
*
Her gün en az on beş dakika boyunca tüm dikkatinizi vererek, gözlerine bakarak,
suçlamadan, yargılamadan, akıl vermeden dinleyin. Sadece dinleyin… Sabah
uyandığınızda, gece uyumadan önce, evden çıkarken ve eve geldiğinizde
birbirinize gülümseyin, sarılın.
*
Kişilik ve prensip sahibi olmakla “Ben böyleyim, değişemem, işine gelirse!”
tutumunu birbirine karıştırmayın. Sağlıklı sınırlar belirledikten sonra
değişime, yenilenmeye ve en önemlisi uzlaşmaya açık olun. İsteseniz de
istemeseniz de zaman zaten sizi yoğuracak, değiştirecektir; bu değişimin sizin
ve ailenizin lehine olması elinizde.
*
Haddinden fazla fedakâr olmayın. Bir tarafın sürekli fedakârlık yapması,
fedakârlık yapanı da ilişkiyi de yıpratır. Sürekliliğe dönen fedakârlıklar bir
yandan karşı tarafı bencilleştirirken diğer yandan da fedakârlık yapan kişide
adı konmamış bir beklenti oluşturur. Beklenti karşılanmadıkça hayal kırıklığı
baş gösterir. Hayal kırıklığı devam ettikçe -gönüllü başlayıp zoraki devam
eden- fedakârlıklar yerini öfkeye bırakır.
*
Uzun süreli küslüklerden kaçının; küsmek sorunları mayalar, kabartır.
*
Evliliğinizi başkalarının evlilikleri ile kıyaslamayın. Her evlilik kendine
özgüdür. Başkalarının yaşadığı iyiye gitmeme alametlerinin sizin evliliğinizde
de olması ilişkinizin kötü gittiği anlamına gelmez. Örneğin kadının çalışması
bir ailede problem olabilirken sizin ilişkinize rahatlık olarak yansıyabilir.
“İnsanın merhameti, yumuşaklığı ve cömertliği
kendisini düşmanına bile sevdirir.” der Sadi Şirazi. Bizi düşmana bile
sevdirecek olanı eşten esirgememeli.
Evlilik Sevgi Ve Saygı İle
İnşa Edilir, Bakım Ve Onarım İle Yaşatılır
Ursula
Le Guin der ki: “Sevgi taş gibi orada
öylece duran bir şey değildir; ekmek gibi her seferinde yeniden yapmak,
yenisini yapmak gerekir.”
Sevip
âşık olmak, evlilik için güzel bir başlangıç olabilir fakat evliliği yürütmeye
ne yazık ki yetmez. Evlilik; başlangıcından itibaren özen, fedakârlık, yeri
geldiğinde bakım ve onarım isteyen dinamik bir yapıdır. Evlilik; sevgi, saygı
ve en önemlisi emekle beslenir, gelişir, yaşar. Emek verilmeyen ilişkiler
tükenmeye mahkûmdur. Araştırmalar bize mutlu evliliklerde ilişkiyi sürdüren
şeyin aşk, tutku ya da uyum değil; kişilerin ilişkiyi sürdürme konusundaki
kararlılığı olduğunu göstermektedir. Başka bir ifadeyle uzun ve mutlu
evlilikler “geçinmeye gönlü olanlar”ın harcıdır.
Ülkemizde
2000'li yıllardan itibaren hızla değişen toplumsal yapı beraberinde aile
kurumunu da değiştirip dönüştürmeye devam ediyor. Dönüşen aile kurumunda eşler;
sevgi, saygı, şefkat, denge, kabul ve paylaşım gibi ihtiyaçlarının
karşılanması, roller ve sorumlulukların düzenlenmesi, aile bütünlüğünün
korunması, iletişimin geliştirilmesi gibi süreçlerde çözümsüz, çaresiz
kalabiliyor. Bu noktada ailelerin uzman desteği alması çok değerli, ancak
altını çizmeliyim ki uzman yardımı almak için aile ilişkilerinin tükenme
noktasına gelmesi beklenmemelidir.
Aile;
toplumların en eski ve temel kurumudur, her dönemde ve her toplumda bulunması
bakımından da evrenseldir. İşlevi dönemsel olarak ve toplumdan topluma
değişmekle birlikte önemini hiç kaybetmeyen aile kurumu hem kendi üyelerine hem
de topluma karşı sorumludur. Sağlıklı aile ortamında yetişen bireyler toplumun
ahlak, eğitim, yönetim, hukuk, ekonomi gibi alanlardaki sorunlarına çözüm
olabilecekken aile yapısını bozmaya yönelen her şey toplumun da bozulmasına yol
açar. Ailenin iyileştirilmesi toplumsal iyileşme anlamına da gelir.
Yani
demem o ki, mutlu bir evlilik bizim hem hakkımız hem de sorumluluğumuzdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...