Müşfik Kenter: İyi ve Güzel İnsan
Müşfik
Kenter, sıcak ve güven dolu bir ses; sahne ile bütünleşen ve oyunu unutturan
gerçekçi bir tiyatrocu; ve bunların dışında hiçbir polemik hiçbir meslek dışı
konularla gündemimizde olmayan bir insan.
Müşfik
kelime anlamı sözlüklerde sevecen, şefkatli ve acıyan olarak tanımlıdır.
Ömrünün tanıklık ettiğimiz hiçbir döneminde bu tanım dışına çıktığını görmedik.
O kendi başına dim dik ayakta duran bir çınardı; Gölgesinden yararlanılan,
çevresine zararı dokunmayan. O bizden biri ama bizden farklı idi. Bizle yaşayan
fakat bize benzemeyen biri idi. Bizim olamayacağımız kadar işine, çevresine
saygılı, hünerli ve çalışkan bir efendi kişilikti.
O;
Sesiyle, görüntüsüyle, duruşuyla, mimikleriyle bizi hiç rahatsız etmedi, oynadı
ve gitti. Sessizce...
Güle
güle...İyi ve Güzel insan....
iyiturks
İyi Bayramlar
Bayramlar yaşamlarımızın en özel, en
keyifli ve en mutlu anlarındandır. Bu günlerin getirdiği huzurlu hava tüm
ilişkiler üzerinde olumlu bir etki yaratır. Uzun ramazan günlerinin ardından
gelen bayram, beslenme özgürlüğünden kaynaklanan sağlık sorunları ile artan
Trafik canavarı tehlikesi dışında bizlere mutluluk ve neşe dolu anları
sunmaktadır. Kimimize dinlenme, kimimize hasret giderme, kimimize eğlence
fırsatları sunan bayram Ulasal olarak gülümseme şansını yakaladığımız özel
anlardandır.
Bu iyi ve güzel şeyleri vaat eden
kutsal Ramazan bayramımızın ağız tadı ile huzur, sağlık, mutluluk içinde
kaza/beladan uzak geçmesini temenni eder, ağız tadı ile tekrarlarını görmemizi
dileriz.
iyiturks
iyiturks
Sen olmasaydın onlar da olmazdı
Tarih bir gün seni de yazacak elbet;
doğruların ve yanlışlarınla... Milyonlarca doğruyu ilmek ilmek bir araya
getirdikten sonra tek bir yanlışa kurban edivermenle...
Başka bir coğrafyada doğup büyümüş
olsan, kitaplar yazar, filmler yaparlardı henüz 35 yıla varmamış yaşamından.
Burada yapmazlar, biliyorsun. Konuşur konuşur geçeriz biz. Unuturuz,
unuttururuz.
Seven
kadın her şeyi göze alır. Peki ne yapmaz?
Soru sormaz. Sorgulamaz. Kalbinin orta
yerine oturttuğu adamın, hayatının dümenine geçmesine de izin verir kayıtsız
şartsız. Onu dünyanın ucuna götürmesine çıtını çıkarmaz.
Büyükanneden kalma bir mübadele
hikâyesidir: “Deden eve gelip, ‘toparlan gidiyoruz’ dedi. ‘Nereye’ diyemedim.
Vapura bindiğimizde neler olacağını hâlâ bilmiyordum. Etrafımdakilerden duydum
da öğrendim, İzmir limanına çıkacağımızı...”
Böylesine
sevebilmek...
Günümüzde böyle sevebilen kadınlar
kalmadığı için olsa gerek, ezberimizi bozdun sen bizim. Soru sormanı istedik.
Hayatını “ona” göre yaşamanı değil, bize göre yeniden yoğurmanı...
Kazanacağın madalyaları hepimizle
paylaşmanı, onlarla müsvedde hayatlarımızı temize çekmeni... Tırmanacağın
kürsülerle bize de orgazmik zirveler armağan etmeni arzuladık. Olmadı...
Kılavuzunun girdiği yanlış bir sokakta patladı bütün doğrular... Geri dönüş
yoktu. Şampiyonken bir anda hain oluverdin.
“Sen de kalp çıktın” dedik, kalbindeki
yangınları görmezden gelerek... Hep birlikte üzerine çullandık. Yine de
vermedin sevdiğin adamın kellesini (Senin yerinde bir erkek olsa verirdi,
inan).
Bize göre ‘hata’, sana göre ‘aşk’
olanda direndin. Sustun. Arada sırada kurmaya çalıştığın kırık dökük cümleler
hıçkırıklarda boğuldu. Anlatamadın...
Anlatsan
da dinlemezdik zaten... Anlamak istemiyorduk ki.
‘Şampiyon atlet’ diye bilinen biri,
hiç koşamadan nasıl geçirir o upuzun yılları? Ekranın karşısına oturup,
yarışları izleyebilir mi mesela? “Ben olsaydım şöyle koşardım” diye
fısıldayabilir mi kendine? Diri diri gömüldüğü kabrin azabını, ne yapar da, bir
nebze olsun dindirebilir?
Biz bunları sormadık. Merak etmiyorduk
çünkü...
İçindeki
hazine
Sonra bir gün bir kadın koştu geldi
karanlıkların içinden... Peşinde de cıvıl cıvıl bir genç kız... Koşar adımları
ne kadar da benziyordu seninkilere... Ama gözleri... Gözleri farklıydı. Sen
hülyalı bakardın, metreleri finiş ipine doğru eritirken. Onlarda tarifi zor,
çakmak çakmak bir kıvılcım var.
Sorduk öğrendik; beraber
çalışmışsınız. Bizim seni yok saydığımız, “hükümsüzdür” bellediğimiz günlerde,
yine de vazgeçmemişsin giremeyeceğin yarışlara hazırlanmaktan. O genç atletlerin
kamplarına gidip, onları şampiyonluğa götürecek bir şeyler vermişsin.
“Deneyimlerini paylaşmışsın.” Öyle yazdı gazeteler...
“Deneyim başımıza gelen şeylerin
toplamıdır” derler ya, sendeki hazine kimde var?
Zaten bu gençlere o asil elini uzatmasan
da, yıllar önce yapmıştın yapacağını... Onlar seni izleyerek inandılar
kazanabileceklerine... Henüz parmak kadar birer kız çocuğuyken, senin
resimlerine bakıp yumdular gözlerini madalyalı rüyalara...
Çok iyi biliyorsun ki... Çok iyi
biliyoruz ki...
Sen olmasaydın Aslı ile Gamze de
olmayacaktı, Süreyya...
İletişim kuramı ve ilişkiler - 2
Önce geçen haftayı özetleyelim:
İletişim kuramı, insan ilişkilerini, psikopatolojiyi ve psikoterapiyi
kişilerarası ilişkiler bağlamında ve iletişim biçimleri üzerinden inceleyen bir
yaklaşımdır.
Her ilişkide, bireyler karşılıklı
olarak içinde bulunulan ilişkiyi tanımlarlar. İlişkide hoca veya öğrenciyimdir.
Hocaysam bir türlü, öğrenciysem başka türlü davranırım.
Her ilişkide dili ve davranışları
kullanarak ilişkiye belli kurallar getiririz: Yani, ilişkide nelerin kabul
olduğunu, nelerin kabul olmadığını belirleriz. Hocamla arkadaşım gibi ilişki kurmam.
Paylaşılan her bir sözel veya
davranışsal mesaj, ya var olan ilişki tanımını pekiştirir ya da ilişkinin
yeniden tanımlanmasını gündeme getirir. Karşımdaki benden daha üstün olduğunu
belirtecek şeyler söylüyorsa, ona itiraz ederek 'ilişkimizin eşit bir ilişki'
olduğunu söylemiş olurum.
Bir ilişkide iletişimde bulunmamak
mümkün değildir. Sessiz kalmak dahil her tür seçim, bir mesaj içerir. Herhangi
bir mesaja eşlik eden başka pek çok mesaj vardır. Örneğin, "sana
hayranım" gibi bir cümle, coşkuyla da, öfkeyle de, alaycılıkla da
söylenebilir.
İlişkiyi tanımlamaktan da ilişki
tanımını kontrol etmekten de kaçınmak mümkün değildir. İlişkiyi tanımlayan ve
kontrol eden iletişim kuramına göre güçlüdür.
Bir ilişkide kontrolü diğerine
bırakmaya çalışmak bir paradoks doğurur; çünkü kişi, diğerinin kontrole
geçmesini talep ederek ilişkiyi kontrol etmiş olur. Örneğin bir çocuğun
ağlayarak istediğini elde etmesi gibi. Zayıf düşerek güçlü olmak, yani ilişkiye
yön vermek buna denir.
Hepimizin kimi zaman ilişkiyi kontrol
etme davranışı olağandır. Ancak bir kısmımız kendi kontrolcü davranışlarını
fark edebilir ve kabul edebilirken, diğer bir kısmımız, ne kadar kontrolcü
davransa da inkar eder.
Kontrol çabalarını inkâr eden kişi,
semptomatik davranmak durumunda kalır; yani kontrolü sözle değil, çeşitli
semptomlarla kazanmaya çalışır. İletişim kuramına göre, bir semptomun başlıca
özelliği, ilişkiyi kontrol etme avantajını sağlamasıdır.
Eşimi kıskandıkça eşim yanımdan
ayrılamaz.
Eşimi kontrol etmeye çalıştıkça eşim
uzaklaşmaya çalışır, benim de semptomlarım artar.
Kontrol meselesinin bir sorun halini
aldığı ilişkilerde, kişiler, ilişkinin hangi alanının kim tarafından daha çok
kontrol edileceğinde uzlaşmaya varamazlar; taraflardan biri bir alanda daha çok
kontrol sağladığında, semptomatik olarak ya da olmaksızın diğeri de aynı alanda
kontrol sağlama çabalarında bulunur. Böylece ilişkideki kişiler arasında
sürekli çatışma yaşanır.
İlişki
Tarzları
Kişilerarası ilişkileri, genel olarak,
simetrik ve tümleyici/tamamlayıcı olarak tanımlanabilecek iki tarza
indirgeyebiliriz.
Simetrik ilişkiler, isminden de
anlaşılabileceği üzere, iki tarafın ilişki tanımı ve kontrolü bakımından eşit
olduğu ilişkilerdir. Eşitliğin hakim olduğu ilişki tarzı kulağa iyi gelmekle
birlikte, bu ilişkilerde sıklıkla rekabet görülebilmekte ve taraflar
birbirlerine simetrik olduklarını gösterme çabası sarf edebilmektedir.
Tümleyici ilişkiler ise kişilerin
birbirlerinden farklı konumlarda olduğu ilişkilerdir; rolleri eşit değil,
tamamlayıcıdır. Yani, hiyerarşik bir ilişki tarzıdır. Bu ilişkilerde, örneğin,
bir taraf daha çok verir, diğer taraf daha çok alır, veya bir taraf daha çok
söyler, diğer taraf daha çok dinler. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iki kişi
arasındaki ilişki her zaman aynı tarzda olmayabilir. İki kişi arasındaki roller
ve ilişki tarzı zaman içinde değişebilir. Bir anne veya baba ile çocuk
arasındaki tipik ilişki buna çok iyi bir örnektir.
Başlangıçta ebeveyn ve çocuk arasında
tamamen tümleyici bir ilişki varken, ergenlikte ilişkiyi yeniden tanımlama
ihtiyacı doğar ve yetişkinliğe doğru ilerledikçe aralarındaki ilişki giderek
daha simetrik bir hal alır.
İlişki tarzları genel olarak simetrik
veya tümleyici olarak düşünülebilmekle birlikte, tümleme-ötesi diye
adlandırılabilen daha farklı bir tarzı ayırt etmekte fayda var. Geçen hafta,
"manevra" kavramından bahsetmiş; kişilerden birinin, diğerine,
ilişkiyi tanımlamak, yani belli bir çerçevede yapılandırmak amaçlı söylemlerini
ve davranışlarını "manevra" olarak tanımlamıştık. Diğer tarafın
manevralarını kontrol ederek ilişkiyi kontrol eden kişiler, tümleme-ötesi
ilişki kurmaktadırlar.
Tümleme-ötesi ilişki tarzına bir
örnek; simetrik bir ilişki içinde gibi davranıp diğer taraftan ilişkiyi
tanımlamasını istemek ya da onu buna zorlamaktır.
İkinci bir örnek ise, daha önce söz
ettiğimiz üzere, "muhtaç" veya "hasta", yani ötekine göre
altta bir konum benimseyerek kontrol sağlamaktır. Her iki durumda da belli bir
şekilde davranarak, kendisine nasıl davranılacağını (pek çok kez farkında olmaksızın)
kontrol etmektedir. İletişim kuramına göre, psikopatoloji, ilişkisel alanda
kontrol sağlamaya yönelik bir yöntem olarak irdelenebilir.
Kaynak: Haley, J. (1972).
Strategies of Psychotherapy. (A. Uzunöz, Çev.). New York, NY:Grune Stratton.
Haley, J. (1987) Problem
Solving Therapy.Wiley.
Kaynak: Haley, J. (1972).
Strategies of Psychotherapy. New York, NY: Grune Stratton.
Aslı Altın Gamzesi Gümüş Türk Kızları
Londra Olimpiyatları'nda atletizm
kadınlar 1500 metre finalinde Türk atletler Aslı Çakır Alptekin altın, Gamze
Bulut ise gümüş madalya kazandı. Yarış sırasında ilginç anlar da yaşandı.
Yarışa damga vuran olay Gamze'nin çığlıklarıydı. Son 300 metrede öne geçen Aslı
Çakır Alptekin'in ardından gelen Gamze, "Aslı abla arkandayım" diye
bağırarak bütün stadyumu çığlıklarıyla inletti.
Olimpiyat Stadı'nda yapılan kadınlar
1500 metre finalinde Aslı Çakır Alptekin 4:10.23'lük derecesiyle birinci
olurken, Gamze Bulut 4:10.40 ile ikinci
sırayı elde etti.
Yarışın başlamasıyla birlikte Gamze
Bulut ve Aslı Çakır Alptekin, öndeki grupta yer aldılar. Gamze Bulut, ilk 400
metreyi lider geçerken, Aslı Çakır Alptekin de ilk 5 içinde koştu.
Son tura da Gamze lider girdi. Son 300
metrede atağa kalkan Aslı Çakır Alptekin, liderliği ele geçirdi. Son düzlüğe de
lider giren Aslı Çakır Alptekin, yarışın sonuna kadar liderliğini korudu. Gamze
de ikinci sırada yarışı bitirince Türkiye olimpiyat oyunlarında 1500 metreyi
iki madalyayla kapadı.
Son Avrupa Şampiyonası'nda da Aslı
Çakır Alptekin altın, Gamze Bulut da gümüş madalya kazanmıştı. İki atlet,
Avrupa Şampiyonası'ndaki başarılarını olimpiyatlarda da tekrarladı.
Bu tarihi başarıyı yaşatan
atletlerimizi kutlar, ülkemiz geleceğinde yeni ufuklar açmalarından dolayı
sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.
iyiturks
Merakından Mars'a Gitti
Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi
(NASA) tarafından şimdiye kadar üretilmiş en zeki gezegenler arası gezginci
robot olan Curiosity (Merak), Mars gezegenine indi.
Şimdiye kadar Mars gezegenine gitmek
için üretilmiş en gelişmiş uzay aracı olan Curiosity, 12'den fazla kamerası,
meteoroloji istasyonu, sondaj ile çevreyi "tadarak ve koklayarak"
incelemesine olanak sağlayan araçlarıyla, Mars'ta hayata ilişkin kimyasal temel
yapı taşlarını bulmaya çalışacak.
Radyoaktif plütonyumun parçalanması
sonucu açığa çıkan sıcaklıkla işleyen, yaklaşık 900 kilogram ağırlığındaki
Curiosity, son derece hassas olarak tasarlanmış ısı kalkanı ve gezegen yüzeyine
inişini yavaşlatmak için kullanacağı sesten hızlı açılan paraşütü yardımıyla
Kızıl Gezegen'e indi.
Curiosity, Mars ile Dünya arasında, 14
dakikayı bulan sinyal ulaşma farkı nedeniyle Earthlings adlı bilgisayar yazılım
şirketince geliştirilen yarım milyon bilgisayar kodunu izleyerek Mars'a
inişini, dünyadan hiçbir yardım almadan kendi başına gerçekleştirdi.
En
Zor Görev
Curiosity'nin Kızıl Gezegen'e inişi,
bilim adamlarına göre, gezegenlerin robotlar vasıtasıyla araştırılması
tarihinde, NASA'nın en zor görevi oldu.
ABD'nin Florida eyaletindeki Cape
Canaveral üssünden 26 Kasım 2011'de fırlatılan Curiosity, daha önce gönderilen
uzay araçlarının aksine, hava yastıklarıyla inmek için fazla ağır olduğu için
özel bir frenleme mekanizmasıyla iniş yaptı. Araç, saatte 21 bin 243 kilometre
olan hızını, fren yaparak saatte 2,74 kilometreye düşürdü.
570 milyon kilometrelik yol kateden
robot, Mars'ın atmosferinin ilk tabakalarına girdikten sonra paraşütlerini açıp
kapsülden ayrıldı.
Son
Dakika Heyecanı
Curiosity'nin iniş yaptığı alanın
güneyinde bu hafta içinde bir toz fırtınasının belirmesi, 2,5 milyar dolara mal
olan projenin başındaki NASA ekibine bir an için soğuk terler döktürdü. Mars
görevinde yardımcı proje bilim adamı ve Mars hava tahmincisi olarak görev yapan
Aswin Vasavada'nın, fırtınanın “söndüğünü” ve tehdit oluşturmadığını
belirtmesiyle ekip rahat nefes aldı. Vasavada, “Mars bizimle çok iyi bir
işbirliği içindeymiş gibi gözüküyor. İniş için iyi bir hava durumu bekliyoruz”
demişti.
Curiosity'nin inişiyle 2004 yılından
beri gezegende görev yapan Opportunity ile birlikte Mars'ta araştırma görevi
yapan uzay araçlarının sayısı 2'ye çıktı.
Curıosıty
Mars'ta Hayat İzi Arayacak
Curiosity'nin Mars gezegenindeki
araştırmalarına başlayacağı ilk yer, daha önce tabanında su olduğuna işaret
eden mineral izlerine rastlanan, 5000 metre yükseklikte Sharp dağının üzerinde
yükselen, 150 kilometre genişliğindeki dev Gale krateri.
Hayatın oluşması için gerekli üç unsur
olan su, enerji ve karbondan, sadece karbona dair işaret bulamayan bilim
adamları, Curiosity'nin ana görevlerinden birinin önce dev dağa ulaşmak,
ardından da kayaları yontmak ve toprakta sondaj yaparak karbon izi aramak
olacağını belirtiyor.
Mars üzerindeki gezisi sırasında
radyasyon algılayıcılarını açacak olan Curiosity, böylece bilim adamlarına,
Mars'ta görev yapacak astronotların karşılaşması muhtemel riskleri daha iyi
anlamalarını sağlayacak veriler gönderecek.
Antik Kentler: Arykanda
Akırçay vadisinde çevreye egemen bir
konumu olan Arykanda’nın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kazılardan
elde edilen kanıtlara göre Arykanda İ.Ö. V. yüzyılda mevcuttu. İ.S. 240 yılında
büyük bir depremle yıkılan kent varlığını İ.S. XI. yüzyıla kadar sürdürmüştür.
Bizans devrinde Akalanda adını alan kent teraslar halinde yapılmıştır.
Yapılardan pek çoğu iyi korunmuş durumdadır.
Arykanda sözcüğü Luwi dilinde “Sunak
yeri” anlamına gelmektedir. Plinius ilk yerleşenlerin Thrak kökenli olduğunu
söylemekte ise de bu şüpheli bir iddiadır. M.Ö. 2000’de bu kentin olduğu yerde
Anna isimli bir yerleşimden bahsedilmektedir. Ama bu yerleşim ile Arykanda
arasında kesin bir bağ kurulamamıştır. M.Ö. 2000’lere ait burada iki adet taş
balta bulunmuştur. Bu baltaların bir benzerlerinin de Limyra ,Patara ve
Kynaenai’de bulunması bu bölgede iskanın Bronz çağında varlığını gösterir.
M.Ö. VI.yy.dan itibaren kentin
tarihini bilmekteyiz. Kent önce Pers egemenliğinin altına girmiş ve M.Ö.V.yy.da
Perslerin sağladığı olanaklarla zenginleşmeye başlamıştır. Bu dönemde yaşamış
olan Pindaros burada bir Helios kutsal alanından bahsederse de kazıları yürüten
Prof.Dr. Cevdet Bayburtluoğlu bu döneme ait buluntuların çok seyrek olduğunu
ifade etmektedir. Daha sonrada M.Ö. 333’ de Büyük İskender kenti özgürlüğe
kavuşturmuştur. Onun ölümünden sonra önce Ptolemaiosların onu takiben de
Seleukosların eline geçmiş. Apameia Antlaşması ile Rodos Perea’sına bağlanan
kent, M.Ö. II.yy.da Likya Birliği’nin üyesi olmuş ve kendi adına sikke
bastırmıştır. M.S. 43’de Roma İmparatoru Claudius zamanında Romaya bağlanmış ve
bu devrinde kent son derece gelişmiştir. Volkanik bir bölgede olan bu kent
tarihte bildiğimiz M.S.141 depreminden büyük zarar görmüştür. Devrin
zenginlerinden Opramoas’ın depremden zarar gören kente 10.000 denar yardım
yaptığı bulunan bir kitabede yazmaktadır. Daha sonra Ağustos 240 depreminde
yine bir yıkıma uğramıştır. Bu depremden sonra kent yaralarını kolay saramamış
ve fakirleşmeye başlamıştır. Hatta İmparator Maximianus ve Diocletianus Arykanda
için bazı vergi indirimlerinde bile bulunmuşlardır. Bizans döneminde ise kent
Orykanda, Akalanda adı ile anılmaya başlamış ve Myra Metropolitliği’ne bağlı
bir piskoposluk merkezi olmuştur. Bu devirde yerleşim Bazilika çevresi ile Nal
tepesinde ve Büyük Hamam’ın olduğu sahada yoğunluk kazanmıştır. Hatta hâlâ
Pagan inancını taşıyanlar ile Hıristiyanlar kenti kendi aralarında
böldüklerini, kiliselerin tamamının bir bölgede toplandığından anlamaktayız.
İyiturks Bilim:Dilhan Eryurt
Güneşin ve yıldızların evrimi
çalışmalarında dünya çapında bir isim Dilhan Eryurt. Türkiye'de konunun
ilgilileri ve çalışanları dışında pek tanınmıyor. Oysa anıtsal bir kişi
sayılması gereken Prof. Eryurt, astrofiziği Türkiye'ye taşıyan kişi...
Dilhan
Eryurt, başarısını hiç kuşkusuz titiz ve ilkeli çalışmasına borçlu...
Prof. Dr. Dilhan Eryurt 29 Kasım 1926
İzmir doğumlu. O dönemler Onuncu Yıl Marşı'nın öğrenciler tarafından sokaklarda
söylendiği yıllar, o tam bir Cumhuriyet insanı. Dilhan Eryurt, sokakta marşlar
söylediği günler için, "Kalbinin derinliklerinde o duyguların hâlâ
tazeliğini koruduğunu" söylüyor. Küçük yaşlardan itibaren matematiğe ilgi
duyan Eryurt, Ankara Kız Lisesi'ni takdirname ve bir özel ödül alarak
bitirince, üniversite eğitimi için, İÜ Yüksek Matematik ve Astronomi Bölümü'nü
seçmiş.
Üniversitede astronomi, matematiğe
yardımcı ders olarak veriliyormuş. Dilhan Eryurt'un astronomi merakı da işte bu
sıralar ortaya çıkmış. "O zamanlar, Hitler'in Nazi Almanya'sından kaçan en
değerli bilim adamları İstanbul Üniversitesi'nde çalışıyordu, bu insanların bilimsel
temelleri çok güçlüydü. Bize de aynı şekilde iyi bir temel verdiler."
Dilhan Eryurt üniversiteyi bitirince,
yeni keşfettiği astronomi ilgisinin etkisiyle, Ankara Üniversitesi'nde bir
astronomi bölümü açmakla görevli Prof. Dr. Tevfik Okyar Kabakçıoğlu'nun yanında
asistan olmuş. Tabii kadro olmaması nedeniyle, işini iki yıl hiçbir ücret
almadan sürdürmüş. Genç asistanın işleri arasında, iki günde bir rasathaneye
gidip saat kurma görevi de var. Ama iş, pazar gününe denk geldiğinde, otobüs
bulamıyor ve taksi tutmak zorunda kalıyormuş.
"Yaklaşık 50 yıl öncesinin
Ankara'sını anlatıyorum. Bir gün Prof. Okyar Bey geldi, 'Bir şey söyleyeceğim
ama utanıyorum. Seni hiç olmazsa laborant konumuna sokalım da, bari yol paran
çıksın' dedi."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)