Oscar 2011 Kazananlar


İŞTE OSCAR KAZANANLAR

En İyi Film: The King's Speech
En İyi Yönetmen: Tom Hooper (The King's Speech)
En İyi Erkek Oyuncu: Colin Firth "The King's Speech''
En İyi Kadın Oyuncu: Natalie Portman "Black Swan"
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christian Bale (The Fighter)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Melissa Leo (The Fighter)
En İyi Yabancı Film: In a Better World / Susanne Bier / Danimarka
En İyi Uyarlama Senaryo: The Social Network, Aaron Sorkin
En İyi Orijinal Senaryo: The King's Speech: David Seidler
En İyi Görüntü Yönetimi: Inception - Wally Pfister
En İyi Sanat Yönetmeni: Alice in Wonderland - Robert Stromberg, Karen O'Hara
En İyi Animasyon: Toy Story 3
En İyi Animasyon (Kısa Metraj): The Lost Thing
En İyi Müzik: The Social Network, Trent Reznor ve Atticus Ross
En İyi Şarkı: Randy Newman, If I Rise - 127 Hours
En İyi Görsel Efekt: Inception, Paul Franklin, Chris Corbould, Andrew Lockley ve Peter Bebb
En İyi Kurgu: The Social Network Angus Wall ve Kirk Baxter
En İyi Ses Miksajı: Inception, Lora Hirschberg, Gary A. Rizzo ve Ed Novick
En İyi Ses Montajı: Inception, Richard King
En İyi Makyaj: The Wolfman, Rick Baker ve Dave Elsey
En İyi Kostüm: Alice in Wonderland, Colleen Atwood

Başarının 5 altın kuralı Richard Branson'a göre başarının ipuçları...

SORU: Eğer iş hayatında başarılı olmanın 5 altın ipucunu sıralamak zorunda kalsaydınız bunlar hangileri olurdu ve “insan faktörü” nerelerde devreye girerdi?
YANITI: Benim 5 altın ipucu sıralamamın başında daima ve daima insan faktörü vardır. Pek çok girişim açısından o başarının temel taşı olmuştur ve şirket liderlerinin çoğu, onu hafife aldığı için sayısız iflasla yüzleşmiştir. Her ne kadar iş okullarında öğretilen mevcut düşünce sisteminde bir fikri olan herhangi birinin başarmak için tek ihtiyacının odaklanmak, net bir vizyona sahip olmak ve iyi bir iş planı yapmak olduğu ileri sürülürse de ben kendi deneyimlerimden güçlü bir motivasyonla, kararlılıkla ve cesaretle bir araya getirilmiş mükemmel bir takımın, bunlardan çok daha önemli olduğunu keşfettim. Şimdi gelin işe nasıl başlamalı bir göz atalım.


1. MÜKEMMEL İNSANLAR BULUN
Active, Atlantic, Money ve Mobile gibi Virgin şirketlerinin başarılarının altında sadece ve sadece bir vizyonu, tutkusu ve mülkiyet hakkında gerçekten sağlam bir anlayışı olan muhteşem bir yönetim takımının bir araya getirilmesi yatıyordu. Biz bilhassa çalışanlardan ve müşterilerden gelen geri beslemeleri dinleme yeteneğine sahip liderler ararız.
Liderlerin kendi çalışanlarına ilham verecek ve onları bu zor zamanlardan çekip kurtaracak zor kararları alabilecek, tutkulu ve yetenekli bir karaktere sahip olması şarttır. Bizim en mükemmel CEO’larımız, genellikle kendi ofislerinin büyüklüğüyle veya halılarının kalınlığıyla hiç ilgilenmeyenler arasından çıkmıştır.
2. ŞİRKETİN ÇALIŞANLAR DEMEK OLDUĞUNU KAVRAYIN
Başarılı bir şirket ne sattığı ürün ve hizmetler ne kendi tedarik zinciri ne de kurumsal kültürü demektir; ortak bir amaç ve vizyon ile birbirlerine kenetlenmiş bir grup insan demektir. Virgin vakasında, diğer jimnastik salonlarının sunduğuna benzer ekipmanlar sunuyor ve rakiplerimizle aynı uçaklarla uçuyorduk. Bizi rakiplerimizden farklı kılan neydi? Çalışanlarımız.
En mükemmel tasarlanmış bir iş planı bile eğer coşkulu ve ihtiraslı elemanlar tarafından uygulanmıyorsa başarısızlığa mahkumdur. Bu durum, özellikle işlerin hafiften kötüye gitmeye başladığı zamanlarda geçerlidir; herkese dostça yaklaşan proaktif bir takım, etrafındaki insanları kazanarak potansiyel bir felaketi savuşturabilir veya onu bir fırsata çevirebilir.
Bu yılın başlarında bir Virgin America uçuşu, kötü hava koşulları yüzünden New York’tan Connecticut yakınlarındaki bir havalimanına doğru yönlendirilmişti. Yolcular uçak içinde saatlerce sıkışıp kalmıştı.
CEO David Cush, bizzat kendisi yolcuların çoğunu tek tek aramış ve özür dilemişti. Bu müşterilerin kendileri için sürekli endişelenen ve durumu düzeltmek için ellerinden geleni yapan Virgin çalışanlarının hizmet anlayışları hakkında bir fikir edinmelerini sağlamıştı.
3. İNSANLARINIZDA İYİ YÖNLERİNİ ARAYIN. ÖVGÜDE CÖMERT OLUN. ASLA ELEŞTİRMEYİN
Bir liderin hatalara odaklanmak yerine günlük bazda işini düzgün yapan birilerini bulup onları ön plana çıkarması gerekir. Eğer övgü ve fark edilmeyle yaratılan çalışanların gelişiminin desteklenmesi kültürü, şirketin en tepesinde uygulanmaya başlarsa o zaman bir şirketin özellikle ilk günlerinde büyümesine engel olabilecek çalışanların hata yapma korkuları da giderilmiş olur. Kaçınılmaz hatalar olduğunda, daima bundan ders çıkarılması ve neyin yanlış gittiği üzerinde hiç kafa yorulmaması gerektiğini söylerim. Her zaman bu işe karıştıkları zaten besbelli olan insanların üzerine aşırı gitmemek çok daha iyidir. Onlar neyin, ne olduğunu zaten çok iyi bilir.
4. KENDİZİ ÇOK DA FAZLA CİDDİYE ALMAYIN
Biz Virgin’de kendi işimizin eğlenceli taraflarını arayıp bulmamızla övünürüz. Yani burada hem çalışanlarımızı hem de müşterilerimizi gerçek bir sıcaklık ve şefkat hissiyle doldurmak için elimizden gelen her şeyi yaptığımızı söylemek istiyorum.
Tuhaf kıyafetler giyip bütün marifetlerimi döktürmeye çalışarak ve genel olarak kendimi o kadar da fazla ciddiye almadığımı göstererek bu cephenin en başında ben giderim. Bu yaklaşım, şirketlerin tümünde işe yaramayabilir, ancak böylesi bir perspektifi muhafaza ederek ve yönetimin soğuk bir nevale olarak görülmemesini sağlayarak çalışanlarınızı kendi yanınıza çekmiş olursunuz.
Çalışanların samimiyetiyle ve müşterilerin ihtiyaçlarıyla şahsen ilgilenme anlayışlarını geliştirmek için sizinle birlikte çalışan herkesin yaptığı işe sevmesinin sağlanması şarttır ki bunun anlamı, zaten herkesin şirketten gurur duyuyor olmasıdır. Sürdürülebilir bir başarının yaratılması ve hizmet kalitenizin rakiplerden üstün olması için bu husus yaşamsaldır.
Müşterilerimizin üzerine bu derece titreyecek çalışanlar bulmak için gerçekten ihtiraslı ve sağlam bir karakter sergileyen insanları ararız. Kısmen markamız sayesinde kısmen de müzik endüstrisinde ve şimdi havacılık ile uzay işimizde, işe aldığımız insanlar gerçekten ihtiraslı oldukları için rakiplerimize karşı bir parça daha avantajlıyız.
5. YILMAYIN, SÜREKLİ DENEYİN
İş hayatında başarılı olmak için en sonuncu şart olarak deneme cesaretinizin olması gerekir. Yeni bir iş kurmak büyük bir risk almak demektir; bir girişimcinin karşısına daha ilk aşamalarda çıkan engelleri aşabilmesi için yeterli inanca ve kararlığa sahip olması şarttır. Yeni kurulan şirketlerin çoğu ilk birkaç yılda batıp gittiklerinden başarının kilit bileşeni, moralinizi daima yüksek tutma ve tekrar tekrar deneyebilme yeteneğidir. Eğer işinizin başarılı olamayacağının belirtileri ortaya çıkmaya başlarsa takımınızdaki bazılarının cesareti kırılabilir. İşte bu kritik anda, şirketinizi batıracak olan da çıkaracak olan da sizin insan faktörü bilginizdir.

http://www.capital.com.tr/basarinin-5-altin-kurali-haberler/21441.aspx?0.Page

Türk tasarımcının büyük başarısı


Otomotiv dünyasında Türk tasarımcılar atağa kalktı. Murat Güler, Ford'da yeni Focus, Mondeo'nun ardından tüm dünya için Lincon modellerini tasarlamaya başlarken, Murat Günak, Peugeot, Mercedes ve VW'den sonra bu kez Fransız Heuliez ile dikkat çeken tasarımlar yapıyor. Mazda'da yeni modellerde Hasip Girgin ağırlığını artırırken, Ahmet Çağrı Selçuklu ise New York'ta taksi ihalesinde finale kalan Karsan'ın V1 kodlu aracını tasarladı. Türk tasarımcılar cephesinde bu isimler son dönemde öne çıkarken, bir başka başarı haberi de İtalya'dan geldi.

Peugeot'dan burs kazandı

Emre Hüsmen'i belki hatırlarsınız. 2005 yılında Fransız Peugeot'nun düzenlediği uluslararası tasarım yarışmasında 800 proje arasında ilk 10 finalist arasına kalmıştı. Bu başarısıyla Peugeot Türkiye'den Kanada'da tasarım eğitimi için burs kazanan Hüsmen, bir taraftan eğitimini sürdürürken diğer taraftan otomobil çizimleri yapmaya devam ediyordu. Hüsmen, Kanada'da 2 yıl eğitimin ardından Avrupa'nın en önemli tasarım okulu olan İtalya Torino'daki Instituto Europe di Design'e (IED) başvurmuş ve kabul edilmişti. Son 3 yıldır bu okulda eğitim alan Hüsmen, master teziyle büyük bir başarıya imza attı.

Pininfarina ve Maserati desteği

Başarılı genç Türk tasarıcmı Emre Hüsmen, geliştirdiği ScorpION konsepti ile kariyerine etkili bir başlangıç yaptı. Hüsmen'in geliştirdiği ScorpION isimli projenin süreci, İtalya'nın ünlü tasarım okulu IED'de 7 master öğrencisinin kendi projelerini hazırlamalarıyla başladı ve süreçte her öğrenci kendi konseptinin 1:4 modelini yaptı. Aralık ayında projeler Fiat'ın tasarım başkanı Lorenzo Ramaciotti'ye sunuldu ve Emre Hüsmen'in projesi 1'inci seçilerek Cenevre Otomobil Fuarı'nda 1:1 model olarak sergilenmeye hak kazandı. Proje Pininfarina'da Baş Tasarımcısı olan Luca Borgogno ve Maserati tasarımcısı Luigi Giampaolo yönetiminde gerçekleşti.

Akrep'ten esinlendi

Tamamen Li-ion pilli, elektrikli bir otomobil olan ScorpION'un dört tekerinde elektrik motorları yer alıyor. Hüsmen konseptin tasarımında 'akrep'ten esinlemiş. Otomobilin genel hatlarında bu esinlenme net olarak görülürken özellikle arka bölümde tıpkı akrep kuyruğunu andıran hatlar mevcut. Arka üst kısımda bulunan anten de tıpkı bir akrebin iğnesini andırıyor. Böylece ismiyle, logosuyla ve görünümüyle tam bir bütünlük içinde olan bir konsept ortaya çıkmış.

Pirelli sponsor oldu

Konseptin sponsorları ise Pirelli, Cecomp ve OZ Racing. Hüsmen'in projesi 1 Mart'ta basın günüyle kapılarını açacak Uluslarası Cenevre Otomobil fuarında sergilenecek. IED'nin standında yer alacak aracın tanıtımı için Emre Hüsmen'de fuarda yer alacak. Emre Hüsmen, projeyle ilgili olarak, "Fiat'ın benim projemi birinci seçmesi beni çok gururlandırdı. Şu an Torino'da projenin son detayları üstünde çalışıyoruz. Fuarda bizzat aracı kendim tanıtacağım" yorumunu yaptı.

Hürriyet

Yüz yıl boyunca bunlarla oynadık

1900'lerden beri çocuklar neyle oynuyor? Her biri kendi hayran kitlesini yaratmış, bir kısmı şimdi koleksiyonluk olan 25 efsane oyuncağa bakalım...

Yoyo
Tarihi M.Ö. 500 yıllarına dayanan Yoyo (Aslında Yo-Yo), 1920’lerin sonunda Amerikalı göçmen Pedro Flores uluslararası piyasaya sunana kadar keşfedilmedi. Bir otelde garsonluk yapan Flores, 1928’de kendi şirketini kurarak günlük 300 bin üretimle büyük üne kavuştu.

Üç boyutlu masallar
ılk olarak 14. yüzyılda boy gösteren bu tür kitaplar aslında Katalan gizemcilerinin ilgi odağıydı. 19. yüzyıla kadar da çocukların eline pek geçmedi. Louis Giraud ve Theodore Brawn’ın yayımladığı ‘Daily Express Children’s Annual No.1’ ilk üç boyutlu kitaptı. Sonra binlerce masal böyle anlatıldı.

Eldeki Sinema
Elde taşınır üç boyutlu renkli slaytları ‘seyredebilmeyi’ fotoğrafçı William Gruber’a borçluyuz. 1938’de icat edilen oyuncak, Amerika’da turistlerin ilgisine de sunuldu. Ardından Grover, Disney filmlerinin resimlerini de bu oyuncağa taşıdı. O günden itibaren View Master bir klasik oldu.

Oyuncak asker
ılk olarak 1938’de The Bergen Toy ve Novelty Co. şirketinin ucuz siyah-beyaz plastik askerleri üretmesiyle yolculuğuna başlayan oyuncağı ilgi görmesiyle Alman ve Japon askerleri de düşman asker olarak yerini aldı.

Mikroskop seti
1934’te oyuncak üreticisi firma A.C. Gilbert Co.’nun üretimiyle pazarda yer bulan oyuncak, çocuklara fotoğrafçılığı öğretmeyi amaçlıyordu. Sonrasında oyuncağın üç aşamalı büyüteç özelliği, çocuklara kelebek, arı, pire gibi tanıdık canlıları inceleme fırsatı da sundu. Çocukları bilimsel araştırmaya teşvik eden oyuncak, laboratuvarları çekici bir hale getirdi.

Lego
ısmini Danimarka dilinde ‘iyi oyna’ anlamına gelen lego kelimesinden alan oyuncak, 1958’de patentini Danimarkalı yaratıcısı Ole Christiansen sayesinde aldı. Dehası sadeliğinde saklı oyuncak, çocuklara sınırsız kombinasyon şansı sunarak yaratıcılıklarını tetikledi ve kendine milyonlarca müptela kazandı. şimdiye kadar Lego şirketi 320 trilyon tane lego taşı üretti.

Matchbox Car
1953’te ıngiliz oyuncak şirketi Lesney Products ilk olarak Kraliçe II Elizabeth’in taç giydirme arabasının minyatürünü tasarlamıştı. Sonra, kızına okula bir kibrit kutusunun içinde olduğu sürece oyuncaklarını okula getirebileceği söylenen şirketin müdürü Jack Odell’in kızı için arabanın bir küçük versiyonunu daha tasarladı. Ve gerisi geldi. şimdi hepsi koleksiyonluk.

Play-Doh
1950’lerin başında Joe McVicker okullarda çocukların silgi olarak kullanmaları için bu hamurları üretti. ılgi çektiğini fark eden Mc Vicker, çevredeki bütün okullara hamuru yollamayı önerdi; zaten silgiden ziyade oyuncak olarak kullanıldığını fark etmeleri uzun sürmedi. 1980’lere kadar renkli versiyonları çıktı. Ardından karanlıkta parlayan versiyonları da üretildi.

Frizbi
Frizbinin hikâyesi, Yale Üniversitesi öğrencilerinin oynadığı bir oyunla başlıyor. 1940’ların UFO merakından esinlenen Warren Franscioni ve Walter Morrison ise uçan tabağın plastik versiyonunu üretip bu oyuncağa ‘uçan daire’ adını verdi. Oyuncak, 1955’te Wham-O’nun telif haklarını satın almasıyla orijinal ismi ‘Frisbee’yi aldı. 1960’ların başından beri yüz milyonlarca frizbi satıldı; birçok lig düzenlendi.

Doğal Lezzetler Doğal Güzellikler Diyarı...


DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ’NİN GİZEMİNE KAPILIP SİSLERİNDE KAYBOLAN HER İNSAN, DAMLALARIN VE SULARIN ŞIRILTISINI DİNLERKEN, ŞÖYLE Mİ DÜŞÜNÜR ACABA?
Güneş, bulunduğumuz yarım küreyi kaç kez aydınlattı ve burası kaç günü yağmur olmadan gördü acaba? Kaç damla bir dere oluyordur burada sahiden... Rivayet edilir ki; bir Osmanlı şehzadesi, Fırtına Deresi’nin ağaç yongaları taşıdığını görüp “Bu derenin ardı şen bakın bakalım kimler yaşar” demiş. Derenin kenarındaki Ardeşen ilçesi ismini buradan almış.
Fırtına Havzası’ndan iç kesimlere doğru ilerlediğimizde, sarp yamaçlı dağlar birbirine yaklaşarak vadiyi daraltır. Dorukları 3 bin metreyi geçen dağların yamaçlarında yüzyıllık muhteşem konaklar, vadide ilerleyenlerin ilk fark ettikleri güzelliklerden biridir… Hangi umutlar, aşılmaz vadileri ve dik yamaçları mahmur konaklara dönüştürdü bu vadide?
Kimlerdir bu insanlar? 21. yüzyılda büyük kentlerde dışı sıvasız evlerde yaşayanlardan neleri farklı ki; bugün başımızı kaldırıp bakarken yorulduğumuz yamaçlarda, insan hayalini zorlayan konaklar yaptılar. Nasıl bir sabır, granit kayaları bu düzgünlükte yontu da, harçsız çimentosuz üst üste koydu yörenin sisli dik yamaçlarında…
Doğu Karadeniz Bölgesi, benim düşlerimdeki bulutların ülkesiydi ve bir gün büyük kentin sokaklarından akan mekanik nehirlerine kapılmadan dönmeyi hayal ediyordum yöreme.
Ancak düşlerimin ülkesine dönebilmek için kırk beş bahara yenik düşecektim… Ailem Hemşinliydi ve her Hemşinli gibi ekmeğini gurbette arıyordu, bu nedenle ömürlerinin çoğunu bu sisli yüksek dağları özleyerek geçiriyorlardı.
Hemşin, Doğu Karadeniz Bölgesi’nin damını oluşturan 3 bin 937 metre yüksekliğindeki Kaçkar Dağları’nın çevresindeki kırktan fazla köy ve yaylaya verilen genel bir isimdir. Bugün bu kırktan fazla köy ve yayla Ardeşen, Çamlıhemşin, Pazar, Hemşin ve Çayeli ilçelerinin yüksek kesimlerini kapsar. Hemşin’de sisli yüksek dağlarda yaşayan insanların arasında görünmez bağ vardır.
Son yıllarda Orta Doğu’dan özellikle İsrail’den bölgeye turizm açısından büyük ilgi vardı. Bu ilgiyi bölgenin güzelliği ve insanların hoşgörüsü kadar etkileyen bir şey daha var. Bazı eski konaklardaki Davut yıldızı, ya da diğer ismi ile Mühr-ü Süleyman.
Bu yıldızı herkes inancına göre yorumlayabilir tabii, ancak benim yorumum atamdan dedemden öğrendiğim gibidir. O, yaşayan her canlının dilinden anlayan Süleyman peygamberin mührüdür ve bu bina onun korumasına emanettir.
Çocukluğumda dedemin odasındaki şöminenin üzerinde eski Türkçe alfabe ile yazılmış bir yazı vardı. O yazıyı ara sıra dedeme okuturdum, yazı tam olarak şöyle diyordu: “Saklayacağınız şeyleri yapmayın, yapacağınız şeyleri saklamayın, insanlar kurtuluşunuz buradadır.”

Sevgiliye Sevgiyle

Bebeğinizi nasıl kitap kurdu haline getirebilirsiniz?

Ülkemizde kitap okuma oranının düşük olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak, bilinçli anne ve babalar gelecek nesillerin kitap okumasını istiyorsa, onlara pahalı hediyeler almak yerine kitap okumayı sevdirmelisiniz.

Reader's Digest dergisinde yer alan habere göre, işte daha bebeklik döneminde çocuğunuza kitap okumayı sevdirmenin yolları:
1. Doğduğu andan itibaren bebeğinizle konuşun ve ona kitap okuyun: Çocuğunuza kitap okumak için asla erken değildir. Çocuğunuzun gelecekteki okuma yeteneğini etkileyen iki faktör şudur: Çocuğunuzla ne kadar konuştuğunuz ve ona ne kadar kitap okuduğunuzdur. Çocuklar dillerini sık sık duyduklarında, seslere, kelimelere daha aşina olurlar ve okuma için daha hazırlıklı olurlar.
2. Kitap okurken, bebeğinizi kucağınıza oturtun: Bebeğiniz siz kitap okurken kendini mutlu hissediyorsa, ileride de kitap okurken iyi duygular hissedecektir.
3. Bebeğinizin kitabı tutmasına izin verin: Bebekler, kitapları kendi elleriyle ve ağızlarıyla keşfetmek ister. Bebeğinizin kitapları nasıl inceleyeceğini öğrenmesine yardım edin. Açınca içinden hareketli parçalar çıkan ya da dokusunu hissedebilecekleri kitapların yanında, dayanıklı kitaplar seçin.
4. Kafiyeli kitaplar seçin: Kafiyeler dil ahenginin ve yapısının pekiştirilmesine yardım eder. Ayrıca, kelime hazinesinin gelişmesi için önemlidir. Bu kelimeler küçük çocukların kulaklarına hitap eder. Araştırmalar, kafiyelerin ve ahengin çocukların kelimeleri hatırlamalarını kolaylaştırdığını gösteriyor.
5. Pekiştirin ve geliştirin: Bebeğiniz konuşmaya başladığında, kelimelerini geliştirin. Bebeğiniz kediyi işaret ederek "tedi" dediğinde, "Evet, bu kedi" şeklinde ya da kalemi gösterip "dalem" dediğinde ise "Evet, bu mavi kalem" şeklinde çocuğunuzun kelime hazinesini geliştirin.
6. Rol model olun: İyi bir kitabın hazzı çabuk yayılır, bulaşıcıdır. Bebekler, ailelerini kitap okurken gördüklerinde kendileri de kitap okumaya heveslenir.
7. Kitapların çocukların ulaşabileceği yerlerde bulundurun: Çocuğunuzun kendi odasındaki kitaplığında bulunan kitaplara rahatça ulaşabilmesini sağlayın. Kendi kitaplarıyla oynamasına ve okumak için kendi istediğini seçmesine izin verin. Aynı kitabı defalarca okumak sizi çıldırtabilir, ancak tekrarlar bebeğinizin öğrenmesine yardım eder.
8. Kitap okumayı eğlenceli hale getirin: Bebeğiniz kitap okumayı zevksiz bir şey olarak düşünmemeli. Bu nedenle çocuğunuzla komik şarkılar söyleyip ya da kelime oyunları oynayıp kitap okumayı eğlenceli hale getirin.
Zaman Online   -   12.02.2011 - 13:53

Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri

Tarihi Gelişim

Tarihi kökenleri açısından bakıldığında, izi, Platon’un diyaloglarında “canlandırılan” Sokrates’in, “saflık taslayarak”, muhatabının bilgisizliğini teşhir etmeyi ve böylece onu kendi görüşleri doğrultusunda ikna etmeyi hedefleyen “taktik”ine kadar sürülebilen “ironi kavramı”na ilişkin tanıma, “bir olgu/durum/şey’in iç ve dış cepheleri arasında gerilim yaratan bir zıtlık ilişkisinin bulunabileceği” fikrinden yola çıkılarak varılabilir: akıllı, bilge ve yüksek karakter sahibi Sokrates’in, kendisini olduğundan “az” göstermesi, buna ek olarak, “iç” güzelliğiyle çelişecek biçimde çirkin bir “dış görünüş”e sahip olması, sözünü ettiğimiz “gerilimli zıtlık ilişkisi”ni örneklendirerek, “ironi” kavramına yönelik tanım çabaları açısından bir başlangıç noktası oluşturur.

Kavramın tarihsel gelişimine ilişkin bu perspektif içinde, Aristoteles’in gerçek duygularını saklayarak menfaat elde etme peşinde bir karakter olarak tanımladığı “eiron”un da hatırlanması gerekir; övüngen bir tip olan “alazon”la zıtlık içinde tanımlanan “eiron”, alçakgönüllü görünmeye gayret eder, ancak bu alçakgönüllülük, Sokrates’inki gibi bilginin doğurtulmasına yönelik bir taktik değildir, şahsi çıkar amaçlıdır. Buna karşılık, kişinin ne düşündüğünü ve ne hissettiğini kendisine saklaması, gerçek duygularının çoğu kez zıddını yansıtacak biçimde davranması hali, Sokrates’in “saflık taslaması”yla biçimsel bir benzerliğe sahiptir. Bu durum, ironinin yapısal bir özelliği olan “görüntü ile içerik arasındaki farklılık ilişkisi”ne bir kez daha dikkatimizi çekmelidir.

“Eiron” tipinin nispeten olumlu özellikler kazanması ise, yine bir antik çağ düşünürü olan Pyrrho’nun tanımı üzerinden gerçekleşir: buna göre, “eiron” tutarsız ve çelişkili bir evrende yaşadığımızın farkına varan, dünyayı “saçma” kavramı açısından değerlendiren, bu saçma evrenin özelliklerini teşhir ederken, bireylere de alaycı bir sükûnet haline ulaşmayı tavsiye eden bir kişiliktir. Pyrrho’nun görüşlerinin izine, daha sonra değineceğimiz “genel ironi” kavramı çerçevesinde rastlanacağını burada belirtelim.

İroni kavramının tarihi gelişimi açısından bir diğer önemli katkı, Latin dünyasının büyük retorik üstadı Quintilian’dan gelir. İroniyi “saklayıp gizleme” (dissimulatio) ve “–mış gibi yapma” (simulatio) kavramları açısından tanımlayan Quintilian’ın en önemli buluşu, ironiyi salt dile ait bir olgu olmaktan çıkararak, “bireyin hayat karşısındaki genel tutumu”nu tanımlamakta kullanmasıdır. Buna göre, ironi hayat karşısındaki genel “duruş”u gösterir; bu kavramı örneklendiren tipik kişilik ise yine Sokrates’tir.

Çağdaş ironi kavramının Batı dünyasındaki gelişimi ise genel olarak 16. yüzyıldan başlatılmaktadır. Bu çağdan itibaren, o zamana kadar geçerli olduğu kabul edilen ideolojik sistemlerin yetersizliği ortaya çıkmaya başlamış, evreni tanrıyla-insan arasındaki hiyerarşik ilişki temelinde tanımlayan ve değişmezlikleri nedeniyle “kapalı ideoloji” olarak adlandırılan ideolojilerle, bu ideolojilere rakip olarak ortaya çıkan yeni ve “açık ideoloji”ler arasındaki çatışma, “genel ironi” kavramı aracılığıyla tanımlanmıştır. Buna göre, “kapalı ideoloji”lerin kendilerince tatmin edici biçimde tanımladıkları evren, aslında güvenilmez ve bilinemez bir yerdir. “Genel ironi” bu anlayışı gösteren bir tavırdır; eski ve yeni dünya anlayışları arasındaki uyuşmazlığa dayalı olarak, eski düzenin eleştirel bir sorgulamasını öngörmektedir. Evren karşısındaki bu eleştirel tavrı ifade eden genel ironi’nin karşısında ise edebiyatta, özellikle de satir, komedi ve bazen de trajedide rastladığımız “spesifik ironi” kavramı yer alır. Spesifik ironideki eleştirel tavır, kendi pozisyonlarının doğruluğundan ve haklılığından hareket eden kişilerin, aynı şekilde düşünemeyen ve davranamayan kişilere yönelik tepkisini dile getirir. Genel ironi, evrenin ve hayatın çelişki ve tutarsızlıklarını sergilemeye yönelirken, “spesifik ironi” eleştiri yoluyla toplumun ve bireyin ıslahına yönelen edebi türlerin kullandığı bir tekniktir; bu açıdan eleştirel ve ıslah amaçlı bir tür olan “satir”in oluşmasında temel bir yapı unsuru olarak işlev görür.

Evrenin niteliği, tanrının varlığı-yokluğu, yaşam ve ölüm gibi kapsamlı sorulardan yola çıkan ve bu tür soruların cevaplanamazlığına dikkat çeken genel ironi, çağdaş problemlerin ele alınması sırasında, politik mücadelenin bir aracı olarak, eski “grand narrative”lerin yani evrenin işleyişini açıklama iddiasındaki “kapsamlı ideolojik söylemler”in altının oyulması amacıyla kullanılmıştır. Örneğin, baskıcı dinsel yapılanmaların ateist ve liberal felsefeciler tarafından aşındırılması, genel ironinin bir uygulama alanını gösterir. Faşist ve komünist ideolojilerin “dünyanın işleyişini açıklama iddiası”nın eleştirilmesi de benzer bir genel ironi uygulamasını gösterir. Bu nedenle, genel ironinin baskıcı rejimler karşısında “özgürleştirici” bir etkisinin bulunduğu söylenebilir. Buna karşılık, bireysel hayatlar açısından bakıldığında, genel ironi, hayatın ve yaşamın bir anlamı olmadığı yolundaki çıkarsamalarıyla, bazı bireylerin hayatı olumsuzlama eğilimlerinin bir aracı ve dayanağı olarak da nitelenebilir; bu yönüyle de nihilist felsefelerin bir aracını oluşturur. Özetle söylersek, tarihsel perspektiften görüldüğünde, “genel ironi”nin Pyrrho’nun ironi tanımı kapsamında ele alınabileceği açıktır.

Spesifik ironi ise, ironistin, çözümünü bildiğine inandığı sorunsallara yönelik “yanlış tutum” içindeki birey ve toplulukları teşhir etmesinin bir aracı olarak işlev görür. Esas olarak “satir” türünün bir özelliği olan bu yaklaşımda, ironi, genel geçerliliği olan belirli bir ahlaki standardın varlığını ya da evreni algılamaya yönelik doğru bir yöntemin, örneğin bir ideolojinin geçerliliğini, bu standardın dışına düşenlerin ise yanıldıklarını kabul ederek, bu yanılgıyı teşhir etmeye yönelir. Bu durum, bizi ironinin diğer edebi türler tarafından kullanılan bir araç olduğunu görmeye sevk edecektir. Gerçekten de, komik edebi türlere ilişkin genel sınıflandırma, “satir”i bir tür, “parodi”yi hem bir tür ve hem de bir teknik olarak tanımlarken, “ironi”yi esas olarak bir teknik olarak nitelemektedir. Burada, genel ironinin özgürleştirici etkisinin tersine, spesifik ironinin “muhafazakâr” eğilimlerin bir aracı olabildiğine dikkat edilmelidir.

18. yüzyıl sonlarından itibaren ortaya çıkan ve Alman felsefesiyle bağlantılı olarak değerlendirilmesi gereken “romantik ironi” kavramı ise Schlegel kardeşler, Müller ve Solger gibi isimler çerçevesinde ele alınmalıdır. Romantik ironi, temel kavramlarından biri olan “kendi bilincindeki sanat” anlayışı üzerinden, çağdaş edebiyat kuramlarının kimi sorunsallarını bünyesinde barındıran erken bir gelişmeyi ifade eder; bu yönüyle de postmodern edebiyat kuramlarını akla getirir. Diyebiliriz ki, romantik ironi, insanın kendi kendisinin farkına varması, buna paralel olarak, hayatın karmaşasını ve bu karmaşayı kabul zorunluluğunu anlaması temeline dayanır.

Bu kabulün doğal sonucu ise, hiç bitmeyen, sürekli yenilenen ve yazarın kendisini de işin içine dahil ettiği bir eleştiri anlayışıdır. Burada, bir yandan “dünyanın insana karşı ironik tutumu” yani insanın bilinemezlikler içinde yaşamak zorunda olması ve bu dünyada bir düzen kurmaya yönelik ihtiyacının boşa çıkması, böylece, bir tür “kozmik alay”a maruz kalıyor olması, diğer yandan da, “insanın dünyaya yönelik ironik tutumu”, yani, bireyin içinde yaşadığı irrasyonel ve saçma varoluş koşulları karşısında aldırışsız bir tavır takınması, “dünyayı alaya alması” söz konusudur.

Romantik ironi akımının en önemli düşürlerinden biri olan W. Schlegel’e göre, bireysel ego, özellikle de sanatçının egosu, zihin aracılığıyla, dünyadan belirli bir ölçüde bağımsızlaşabilir. Bu bağımsızlaşma, evrensel çelişkilerin ironi aracılığıyla sanat yapıtının bünyesine dahil edilmesini ve böylece aşılmasını öngörür. Buna göre, çelişkilerle dolu bir yapı, ancak kendisi de çelişkili bir tutum tarafından yansıtılabilir. Sanatsal faaliyetler de, bir yandan bu çelişkiyi yansıttıkları, bir yandan da bizzat kendi yapılarında çelişkili ve uyuşmaz unsurları barındırdıkları için, ironik bir perspektifi temsil ederler. Bu açıdan, romantik ironi “genel ironi” durumlarının sanat aracılığıyla ifade edilmesidir diyebiliriz.

Sanat doğası gereği gerçekliği yansıtma girişiminde başarısızlığa uğramaya mahkumdur. Bir yandan sanatın bu eksikliği, bir yandan da, sanat eserinin hayal dünyasında yer alan, yani gerçek dünyada mevcut bulunmayan bir nesne olması, romantik ironinin ortaya çıkmasındaki başlıca etkenlerdir. Sanatçı eserinin gerçek olmadığını, bir kurgu olduğunu gösteren açık ya da imalı sözlerle romantik ironiye giden yolun başlangıcını oluşturur. Sanatın zihinlerimizde oluşturduğu “yanılsama”nın, yani “sanatın gerçeği yansıttığı duygusu”nun yıkılmasını amaçlayan bu tutum, “ön-romantik ironi” olarak da adlandırılmaktadır.

Buna karşılık, sanatçının yapıtının gerçek değil de kurgu olduğu yolundaki açık ya da imalı sözleri, sanatın oluşturduğu yanılsamayı kaldırmak için yeterli değildir. Bir yanılsama düzeyinin yıkılması durumunda, bir diğer yanılsama düzeyi onun yerini alacaktır; bu insan zihninin çalışmasına ilişkin bir özelliği gösterir.

19. yüzyıldan itibaren, ironi, zeka ve mizah duygusuyla ilgili bir kavram olarak ele alınmaya başlamıştır. Bu çerçeve içinde, “ironik” tanımının olumlu bir anlamı ifade etmekte kullanıldığını söyleyebiliriz. Buna göre, ironik olan edebiyat ironik olmayan edebiyattan daha iyidir. 20. yüzyılın başlıca eleştirel akımlarından Yeni Eleştiri’nin önde gelen yazarı Cleanth Brooks, ironiyi iç ve dış arasındaki çelişkiye dayalı bir olgu olarak tanımlamak yerine, farklı yorumların bir arada tutulmasına olanak vererek, okuyucuyu, bir metindeki anlamın belirlenmesinde kullanılan süreçlerin belirsizliğini görmeye yönlendiren bir güç olarak tanımlar.

Buna göre, ironi bir metindeki uyumsuzlukların tespitine ilişkindir. Şiirin parçaları arasındaki bağlantı konusu üzerinde duran Brooks’a göre, “bir ifadenin çerçeve ifade tarafından eğilmesi” ironi anlamına gelir. Çerçeve ise esas olarak konuşmacının “ses tonu”ndan oluşur. Özetle söylersek, ironi anlamın içindeki uyumsuzlukların tespitini gerektirir. Bu tespitlerin yapılması ise eleştirmenin duyarlılığına bağlıdır. Bu durum, yazar ya da metni öne çıkaran eleştiri anlayışlarına karşı, eleştirmeni öne çıkaran bir edebiyat anlayışını ifade eder.


Dünya Mirası Türkiye:9 Truva Arkeolojik Kenti


Homeros'un İlyada destanında yer alan Truva savaşının yapıldığı yer olarak da bilinen Truva antik kenti UNESCO Dünya Miras Listesine 1998 yılında girmiştir.
4000 yıllık tarihi geçmişi İle dünyanın en ünlü arkeolojik alanlarından biri olan kent, Antik Ida Dağı'nın eteklerinde, Çanakkale il sınırları İçinde yer almaktadır.
Truva'nın adı ilk olarak Homeros'un İlyada destanında Truva savaşının yapıldığı antik kent olarak geçmiştir.
Truva Efsanesine göre deniz perisi Thetis ile denizler tanrısı Okyanus'un Elektra adında bir kızları olur. Elektra Zeus'un karısı olacak ve ondan Dardanos'u dünyaya getirecektir. Dardanos'ın oğlu Truas Truad adlı kenti, Truas'ın oğlu llyos ise Truva kentini kuracaktır. Aynı yöredeki Kaz Dağı evrenin ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yerdir ve bu yarışma Truva savaşlarının da nedenidir.
Güzellik yarışmasına konu olan güzeller Hera, Afrodlt ve Athena; hakem de Paris'dlr. Paris Afrodit'I seçer ama Afrodit'in vaadi Sparta Kralının karısı Helena'dır. Paris'in Helena'yı kaçırması savaşın çıkmasının nedeni olacaktır.
9 arkeolojik kat olduğu bilinilen Truva'da bugün kimi katlardaki ev temelleri, tiyatro, son derece gelişmiş bir tekniği örnekleyen kanalizasyon sistemi, hamamlar ve çeşitli eşya buluntularına ulaşılmıştır.
Truva'da yapılan araştırmalarda bu şehrin tarih boyunca birçok kereler kurulup yıkıldığı anlaşılmaktadır.
Truva'nın 1 'den 9'a kadar numaralanan yerleşim katları bugün bir arada görülebilmektedir.
Truvalılar, Sardis kökenli Herakleid hanedanının yerine geçmiş ve Anadolu'yu 505 yıl boyunca Lidya krallığı Candaules (M.Ö.735-718) dönemine dek yönetmişlerdir.
1871 yılından itibaren Arkeolog Schllemann'ın yaptığı kazılarda Truva'nın 9 kent kalıntısı ve 42 yapı katı ortaya çıkarılmış ve Truva hazinesi bulunmuştur.
Truva, eski kültürlerin antik hikâyelerinin izini sürmek isteyenleri bekliyor.

http://www.goturkey.com/dunya_mirasi_tr.php?content=canakkale&lng=tr

Dünya Miras Listesine Alınma Tarihi: 2.12.1998
Liste Sıra No: 849

Sağlık için Kış Sebzeleri ve Yemekleri


Dört mevsimin yaşandığı coğrafyamızda kışın ve dolayısıyla kış mutfağının da özel bir yeri var. Mevsim için yapılan hazırlıklarla, kışın yetişen sebzelerin buluştuğu bu zengin mutfakta leziz bir mesai bizi bekliyor.

Mevsimlerin birbirinden belirgin farklılıklarla ayrıldığı coğrafyalarda, insanların beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzlarında değişken bir süreç kaçınılmazdır. Ülkemiz, tüm mevsimleri bütün özellikleriyle yaşayan bir coğrafya. İçinde bulunduğumuz sonbahar sonrası tabiat, kendisini kış boyunca yenileme dönemine giriyor. Kış mevsimi insanlarda yaz mevsimi kadar heyecan uyandırmaz. Zira kentsel yaşamda ‘yaza merhaba’ ‘yaza veda’ davetleri yapılırken ‘kışa merhaba’ ve ‘kışa veda’ davetleri gibi bir toplumsal refleks oluşmamıştır. Dolayısıyla kentsel yaşamda kışı karşılama hazırlıkları ancak giyim, kuşam, konut ve araçlar için planlanır.

Beslenme ihtiyaçları, gelişen teknoloji ile endüstriyel gıda üretimi sayesinde tüm yıl boyunca tek düze ve aynı gıda çeşitleri ile gerçekleşiyor. Kent toplumları, mevsimlere göre beslenme modellerini gerektiği kadar özümsemedikleri için, mevsim geçişlerinde ‘yorgunluk sendromu’ ile karşı karşıya kalırlar. Ayrıca tüm yıl tek yönlü beslenme sistemleri maalesef binlerce yılda gelenekselleşen yemek tariflerinin de unutulmasına da neden oluyor.

BAHAR YORGUNLUĞU YAŞAMAMAK İÇİN

Onlarca yıl önce doğa ile iç içe yaşayan insanlarda ‘bahar yorgunluğu’ sendromundan bahsedilmezdi. Anadolu’daki yaşam tarzı bu durumu günümüzde de doğruluyor. Zira Anadolu binlerce yıl boyunca süregelen yaşama alışkanlıklarını doğanın ışığında gerçekleştiriyor. Kış mevsimin hazırlıklarına mayıs - haziran gibi başlayan Anadolu insanı, ilk önce yakacak (ısınma amaçlı), sonra yenecekleri hazırlamaya ekim ayının sonuna kadar devam ediyor. Mayıstan ekime kadar yetişen eşsiz gıdaları kurutma, tuzlama, kavurma, pestilleme, pekmezleme, tütsüleme, salamura, reçelleme ve salça gibi doğal katıksız yöntemler sayesinde kış boyunca kullanmak için muhafaza ediliyorlar. Kış boyunca sofraları süsleyecek bu gıdaların saklanacağı kapların hazırlığı dahi ayrı bir özen gerektiriyor. Kışlık gıda ürünleri, sonunda da besmele ile açılıp kapanan kiler odasında yerini buluyor.’Kış devlüğü’ adı verilen bu hazırlıklar sırasında oluşan halk kültürü ve bu kültürün diyaloglarının zenginliği ancak ansiklopediler vasıtasıyla anlatılıyor. Doğanın ruhunu yakından tadan Anadolu insanı hazırladıkları bu gıdaları kış mevsimine özgü sebze ve meyvelerle birleştirerek soğuk ve karanlık kış günlerini sıcak, renkli, ve aydınlık dolu ortamlara çeviriyorlar. İşte bu yüzden doğanın eksenindeki insanların lûgatında ‘bahar yorgunluğu’ sendromu yer almaz.