Mutlu Yıllar!

Yeni Yılın sağlık, başarı ve huzur getirmesini temenni ederiz. Yeni yılda bizleri mutlu edecek, sevindirecek, geleceğe umutla bakmamıza katkı sağlayacak, eğlenceli güzel haberler getirmesini isteriz. Hayatımızın büyük bir çoğunluğunu böyle anların kaplamasını bekleriz.

İyi ve güzel şeylerin paylaşılarak yayıldığı bir dünyada, mutluluk ve sevinçlerin daim olmasını dileriz.

Yeni yılda da "iyi ve güzel olan herşey"i paylaşabilmeyi umuyoruz. Mutlu yıllar!

iyiturks

Benimle Oynar mısın?


Televizyonda Bülent Ortaçgil’in konuk olduğu, Naim Dinler’in sunduğu “Bir Şarkısın Sen” isimli programda “Benimle Oynar mısın?” isimli şarkıyı dinlerken güzel duygulara kapıldım. Şarkı hoşuma gitti. Daha önceleri o kadar da hoşlanmazdım bu şarkıdan. Bunu düşünürken aklıma Beatles’ın “İmagine” isimli şarkısı geldi. O şarkıyı da önceleri sevmezdim.
Nerden nereye, derken bu konu üzerine biraz kafa yormaya karar verdim. İki şarkıda kendi alanlarına ayrı bir yere sahipler. İkisi de çeşitli kıstaslarda yapılan listelerde hep üstlerde hatta birinci sırada çıkan şarkılar. Küçükken, daha gençken bu iki şarkıyı anlamazdım; Şarkıların bu kadar sevilmesini, tutulmasını, değer görmesini kavrayamazdım.
Zamanla iki şarkıyı da sevmeye keyifle dinlemeye başladım, Bu şarkıların niye bu kadar değer gördüğünü ve kıymetli olduğunu anladım. Düşününce, bu iki şarkının da yetişkin şarkısı olduğunu, çocuklara ve gençlere hitap etmediği kanaatine vardım. İki şarkıda yetişkin bedenlere, olgun beyinlere ve doygun ruhlara hitap ediyor.
Zamanın üstümüzdeki etkilerinden biride bu olmalı; Zevkleri ve anlayışları geliştirmesi, değiştirmesi. Ülkemizin “İmagine” olan “Benimle oynar mısın?” beyinle ruhumuz arasında keyifli bir melodik bağ kuruyor. Her ikisini de dinlendirip rahatlatıyor. Teşekkürler, Bülent Ortaçgil.
Benimle Oynar mısın?
Su olsam, ateş olsam
Göklerdeki güneş olsam
Konuşmasam taş olsam
Yine de oynar mısın benimle

Susulsam, kusur olsam
Ağızdaki küfür olsam
Doğuştan esir olsam
Yine de oynar mısın benimle

Sayılmasam kaç olsam
Topraktaki güç olsam
Aptal gibi suç olsam
Yine de oynar mısın benimle

Benimle oynar mısın?
Benimle oynar mısın?

iyiturks

Böyle bir büyüme için bir Türk mü gerekiyordu?


Yıldız Holding tarafından 4 yıl önce satın alındıktan yaşadıkları büyümeyi değerlendiren Godiva'nın CEO'su Jim Goldman, "Büyümek için bir Türk'e ihtiyacımız vardı. Biz Campbell Soup ile bu başarıya ulaşamazdık" dedi.
Goldman, Godiva'nın New York'taki merkez ofisinde bir grup Türk gazeteciyle bir araya geldi.
Toplantıda gazetecilere detaylı bir sunum yapan CEO Jim Goldman, Godiva'nın Yıldız Holding tarafından alındıktan sonra yaşadığı değişimi anlattı. Goldman, Brüksel'de 1926 yılında kurulduktan sonra uluslararası üne kavuşan ve birçok ülkede şubesi açılan Godiva'nın, 1966 yılında ünlü çorba üreticisi Campbell Soup tarafından alındıktan sonra ABD'ye geldiğini anımsattı.
Yıldız Holding'in 2008 yılının Mart ayında satın aldığı Godiva'nın doğru firma tarafından satın alındığının altını çizen Goldman, “Her zaman haklı değilim ama bu konuda kendimi haklı görüyorum. Dört yıl önce de söylediğim gibi doğru şirket tarafından satın alındık ve birlikte başarıya ulaştık” dedi.
Goldman, Yıldız Holding bünyesinde geçen dört yıllık süreçte elde edilen başarıların temelinde; iş yapılandırma sürecinde önemli derecede artırdıkları inovasyonun yattığını ifade etti. Ekonomik krize, resesyona ve Japonya'daki tsunamiye rağmen Godiva'nın yüzde 30 oranında bir büyüme sağladığını vurgulayan Goldman, “İş yapılandırma sürecinde inovasyonu önemli derecede artırdık. Çok güçlü ve yeni pazarlama programları karşımıza çıktı. Toptan satışımız genişledi ve tecrübe kazandık. Çin gibi yeni coğrafyalara yeni müşterilerle açıldık” diye konuştu.
“Tutku seviyesinde umutlarımız var”
Godiva CEO'su Goldman sözlerini şöyle sürdürdü:
“İş yapılandırmanın yanı sıra organizasyon ve kültür açısından da köklü değişiklikler gerçekleştirdik. Yıldız Holding ile tek başına ayakta duran bir şirket olduk ve geleceğe bu şekilde bakıyoruz. Biz işimizi geliştirmek açısından tüm dünyadan yetenekleri bünyemizde topladık. Gerçekten çok güçlü motivasyona sahip bir ekiple çalışıyoruz.
Çapraz kültürlerin bir arada çalıştığı bu şirkette sadece çalışanların değil, aynı zamanda şirket sahiplerinin de katılımıyla bir ekip oluşturduk. Bu noktada Yıldız Holding bizi Campbell Soup'tan çok farklı kullanıyor. Campbell'da öncelikliydik, ama Yıldız Holding'te stratejik bir birleşmeyiz. Başlı başına bir noktayız. Campbell Soup'ta iken orta seviyeli yatırım umutlarına sahiptik. Yıldız Holding'te ise tutku seviyesinde umutlarımız var. Campbell Soup'ta riskten kaçan kısa vadeli planlarımız vardı. Yıldız Holding çok daha uzun vadeli planlar yapan bir şirket. Uzun vadede iş konusunda birlikte kararlar alıyoruz ve buna göre geri dönüşüm oluyor.”
Godiva'nın Yıldız Holding tarafından alınmasına ilişkin Harward Businnes Review'de (HBR), “Bu tür birleşmeler genelde çok iyi yürümez ama bu gerçekten çok iyi işliyor” şeklinde bir yorum yapıldığına dikkati çeken Goldman bunun, iki şirket arasındaki güven ve saygıya dayalı ilişkiden kaynaklandığını söyledi. Goldman, “Birbirimize karşı çok açık ve dürüstüz. Herhangi bir fikir ayrılığını birbirimize açıkça ifade ediyoruz. Biz gerçekten aynı takımdayız” dedi.
“Dünya çapında bir tutku yaratmalıyız”

'Git odana oyna' demeyin beraber oyun kurun

Çocuklara oyuncaklar alıp onların kendi başlarına, mümkünse odalarında oynamalarını beklemek yanlış bir tutumdur. Çocuk oyuncakla oynamayı, paylaşmayı, oyun kurmayı öğrenmek durumundadır. Bunun için anne-baba zaman zaman çocuklarıyla oturup oyun oynamalıdır.
Bir çocuğun en temel ihtiyacı anne-baba sevgisidir; diğeri ise 'oyun'dur. Nasıl ki yetişkinlerin bir işi, meşguliyeti varsa çocuğun işi de oyundur. Ebeveyn olarak, yardım etmeden çocuğun kendi kendine oyun oluşturabileceğini düşünürüz. 'Al çocuğum oyuncaklarını oyna' diyerek kendi haline bırakırız. Çoğu zaman bu durumu işlerimizi tamamlamak için bir fırsat olarak görürüz. Oysaki bu davranış çok yanlış. Anne-babanın çocukla birlikte oyuna dâhil olması gerekir. Uzman psikolog Büşra Tanık, oyunla çocuğun daha iyi tanınabileceğini ve ilişkinin güçlendirileceğini söylüyor. Tanık, ayrıca birlikte oynanan oyunun çocuğun hayal gücünü geliştirdiğini belirtiyor.
Çocuğun oyun oynarken mutluluk ve heyecan duyduğunu ifade eden Tanık, oyunun hayal gücü, taklit yeteneği ve karar verme yetisini geliştirdiğini, çocuğun kendini tanıma fırsatı edindiğini söylüyor. Tanık, çocuğu sürekli kendi başına bırakmak ve oyuna dâhil olmamanın yanlış bir davranış biçimi olduğunu aktarıyor. Tanık, "Birlikte oynanan oyun, anne-babanın çocuğunu en iyi tanıyabileceği ve ilişkilerini güçlendirebileceği sosyal bir alandır." diyor.
Tanık, çocuğun tek başına oyun kurabilmesi ve oyunu sürdürebilmesinin de önemli olduğuna dikkatleri çekiyor.
Oyuncaklarını kırıyorsa ilgisini başka yöne kaydırın
Anne-baba, çocukla oyun oynarken birtakım zorluklar yaşayabilir. Oyun sırasında çocuk bağırabilir, huysuzlanabilir yahut oyuncaklarını fırlatıp kırabilir. Psikolog Tanık'a göre bu gibi durumlarda, ortam uygun ve yapılan davranış görmezlikten gelinebilecekse ebeveyn ilgisini başka bir yöne kaydırmalı. Çocuk tutumunu değiştirdiğinde tekrar çocukla ilgilenmek davranışın tekrarlanmasını engeller. Eğer gözden gelinmeyecek kadar büyük bir davranış sergilemişse 'Davranışını değiştirmezsen oyunu sonlandıracağız' şeklinde bir uyarı yapılmalı. Anne-baba mutlaka tutarlı bir tutum sergilemeli. Bazı durumlarda çocuğun yıkıcı davranışı, oyun içinde kendisine yansıtılabilir. Böylece çocuk yaptığı davranışın geri bildirimini alır ve sorumluluğu öğrenir.
Bazı çocuklar da oyunu bitirmek istemez, mızmızlanır. Bu gibi hallerde oyuna başlamadan önce oyunun çerçevesi çizilmeli. Oyunun bitim zamanı hakkında çocukla önceden konuşulmalı ve oyunun sonuna yaklaşırken gerekli durumlarda zaman hatırlatması yapılıp çocuğun oyunu bitirmesine imkân sağlanmalı. Oyun bitiminde çocuğa 'Seninle oynamak benim için çok keyifliydi' şeklinde geri bildirim verilmeli.
Çocukla oyun oynarken ne yapmalı?
Liderliğini izleyin: Fikrinizi dayatmak yerine çocuğun liderliğini, fikirlerini ve hayal gücünü takip edin. Çocuğa herhangi bir şey öğretmeye çalışmayın, hareketlerini taklit edin ve onun söylediklerini yapın. Çocuk böylece, oyunla daha çok ilgilenmeye başlayacak.
Oyunun hızını ona uydurun: Çocuklar oyun oynarken, aynı aktiviteyi tekrar tekrar yapma eğilimindedir. Kendi becerilerine güvenmeyi başarabilmek için aynı şeyi tekrarlamaya ihtiyaç duyarlar. Acele etmeyin, oyunun hızını çocuğun temposuna uyarlayın.
Güç mücadelesine girmeyin: Çoğu anne-baba, çocuğa oyunu kuralına göre oynamak ister ve çocukla bir rekabete girer. Kendini yeterli hissedebilmesi için kontrol çocuğa verilmeli.
Fikirlerini övün ve cesaretlendirin: Çocuğu düzeltmeyin, önemli olan çocuğun bir şeyleri denemesidir. Çocuğunuzun düşünce ve davranışlarını övün.
Açıklayıcı yorumlar yapın: "Bu çiçek ne?", "Kaç tane yaprağı var?" gibi arka arkaya sorular sormayın. Bu tür soruların çocuğun öğrenmesine yardımcı olacağı düşünülür, ancak bu yaklaşım özgürce konuşmasını engeller. Ne yaptığı hakkında destekleyici yorumlar yapın. Zira bu, dil gelişimini aktif şekilde destekler. 'Çiçeği vazoya koyuyorsun. Su döküyorsun' gibi açıklayıcı cümleler kullanın.
Problemi tek başına çözsün: Çok fazla yardım edilmesi ya da işin tamamının üstlenilmesi çocuğun kendine güven hissini azaltır ve yetişkine bağımlılığı teşvik eder.

RIBA Ödüllü LOFT Bahçe Gururlu


LOFT Bahçe projesi ile Uluslararası RIBA Mimarlık Ödülüne layık görülen Tabanlıoğlu Mimarlık, ödül coşkusunu İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Jessica M. Hand himayesinde gerçekleşen özel geceye katılan seçkin davetlilerle paylaştı.
RIBA - Royal Institute of British Architects (Britanyalı Mimarlar Kraliyet Enstitüsü), 2005 yılından bu yana dünyanın her yerinde RIBA üyeleri tarafından gerçekleştirilmiş olan projelerinin mükemmelliğini değerlendiriyor. Bu yıl ödüle Foster and Partners, Zaha Hadid ve David Chipperfield gibi ünlü mimarlara ait 13 proje layık görüldü. Murat Tabanlıoğlu ve Melkan Gürsel Tabanlıoğlu’nun liderliğinde çağdaş projeler geliştiren Tabanlıoğlu Mimarlık, "Loft Bahçe" ile RIBA ödülüne layık görülen bu 13 proje arasında yer aldı. Tabanlıoğlu Mimarlık bu başarı ile aynı zamanda RIBA ödülü alan ilk Türk firma oldu.
Tabanlıoğlu Mimarlık’ın bu başarısı onuruna, İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nda, ödüllü Loft Bahçe projesinin de sergilendiği bir resepsiyon düzenlendi. Geceye, Loft binasını yaptıran Akfen’in Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, Murat Tabanlıoğlu, Melkan Gürsel Tabanlıoğlu ile iş ve sanat dünyasından çok sayıda seçkin davetli katıldı.
"Siz Çizin, Biz Yapalım"
Açılış öncesi ödül süreci hakkında Murat ve Melkan Tabanlıoğlu kısa bir değerlendirme yaptı. Murat Tabanlıoğlu, "Burada binanın yapılması önemli. Burası bulvarın üzerinde ilk konut projelerinden biri. Bu projenin bir ilki var, Loft 1. Bu proje loft 2. Loft 1 çok iyi yapıldığı için arkasından Loft 2 yapılmasına karar verildi. Daha sonra İngiliz Kraliyet Mimarlar Odası bu projenin ödül almasını istedi. Türkiye’den de tek ödül bu esasında. Bu yüzden çok önemli. Biz de bu ödülü, İngiltere’nin İstanbul’daki temsilciliği olan bu binada kutlamak istedik. Bu binayı da biz restore etmiştik" dedi.
Organizasyonda bir konuşma yapan Akfen Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, Tabanlıoğlu Mimarlık’ın yaptığı Loft Bahçe projesini hayata geçirmiş olmaktan gurur duyduğunu belirterek, mimarlara, "Siz çizin, biz yapalım" dedi. Melkan Gürsel Tabanlıoğlu ise açılışta yaptığı konuşmasında, "Ödülün 2005 yılından itibaren dünyada RIBA üyesi mimarların eserlerini mükemmelikle onurlandırıyor. Bu sene Sağlam ve Akfen ile yaptığımız Loft 2 binası da ödül almaya hak kazandı. Bunun için bu akşam buradayız" dedi.
Gecede ayrıca, Loft Bahçe projesini anlatan ve Mental Klinik tarafından hazırlanan video gösterimi de yapıldı ve videoda binada yaşayanlara yer veriliyor.
Loft Bahçe’de Oturanlar Gururlu
Loft Bahçe konutlarında yaşayanlar ise ödülden dolayı gururlu olduklarını belirtiler. İpek Demirci, "Herkesin evi kendi cennetidir. Aynı zamanda sizin bu kadar önem verdiğiniz bir yerin, böyle mimari bir ödüle layık görülmesi çok gurur verici. Burada evimiz için bulunuyoruz" dedi.
Geceye katılan ve Loft Bahçe’de ev sahibi olan Betül Soylu, "Aslında biz Ankara’da oturuyoruz. Ama İstanbul’da yerleşmek üzere de küçük bir evimiz olsun istedik. Lakin küçük olmadı bu. Süper bir yerde oturuyoruz. Çok şanslıyız. Teşekkür ediyoruz, emeği geçen herkese, mimarlara da" diye konuştu.
Alişan Soylu ise Loft Bahçe’nin ödül almasının gayet doğal olduğunu söyleyerek, şunları kaydetti: "Tabanlıoğlu, kendini ispat etmiş bir mimarlık ofisi. Yaptığı eserlerin hepsi ortada. Evin kullanımı, merkezi oluşu, her şeyi ile süper. Biz çok memnunuz, onlara da hayırlı olsun bu ödül. Çok mutluyuz öyle bir yerde oturduğumuz için."
Jürinin LOFT Bahçe Değerlendirmesi
RIBA ödülünün; Bob Allies, Gianni Botsford, Alison Brooks, Tony Chapman, Peter Clegg, Paul Finch, Murray Fraser, Philip Gumuchdjian, Deborah Saunt, Bill Taylor ve Cindy Walters’dan oluşan jüri heyeti; Loft Bahçe projesini "Mies-vari kule modelinde ele alınan 21 katlı konut yapısı, ana biçimine ustaca müdahalerle esnek bir yaşam formuna dönüştürülmek suretiyle, zarifçe insani ölçeğe taşınmış. Yüksek kotlarda yeralan avlu-bahçeler, çıkmalar şeklinde yerleştirilen cumbalarla dengelenerek cepheye gömülmüş ve bu hareketlilik, cephedeki dolu-boş dengesini güçlendirmiş. Plan ve kesitlerin organizasyonu, alternatif konut biçimleri ve bazıları yatayda avluların çevresinde, bir kısmı ise dikeyde iki kat yükselerek geniş bir mekansal çeşitlilik sağlamış. İç mekanlarda ise tasarımcılar, endüstriyel loft estetiğini cesur bir tutku ile sergilemiş; brüt beton, çelik ve ahşap kullanılan alanlarda alt yapının saklanmaması tercih edilmiş. Loft Bahçe, ustaca kişiselleştirilen bir tipoloji içinde zarafet ve ’sınır’ın uç ifadesi olmayı başarmış" değerlendirmesi ile ödüle layık görmüştü.
Geçtiğimiz Ekim ayında Londra’da düzenlenen törenle ödüllendirilen Tabanlıoğlu Mimarlık’ın Loft Bahçe projesi, sergilendiği bu özel geceye de damgasını vurdu.
2011 Yılı Uluslararası RIBA Ödülüne Layık Görülen 13 Proje:
  • Loft Gardens, Istanbul, Türkiye - Tabanlıoğlu Architects
  • Laboratory Building, Basel, İsviçre - David Chipperfield Architects
  • Guangzhou Opera House, Çin - Zaha Hadid Architects
  • Galleria Centercity Department Store, Cheonan, G. Kore - UN Studio
  • Masdar Institute, Masdar City, Abu Dhabi, BAE - Foster and Partners
  • Boston Museum of Fine Arts, Massachusetts, ABD - Foster and Partners
  • School of Arts, Singapur - WOHA
  • Alila Villas, Bali, Endonezya - WOHA
  • Stanislavsky Factory, Moscow, Rusya - John McAslan & Partners
  • Iron Market, Port-au-Prince, Haiti - John McAslan & Partners
  • North College, Rice University, Houston, Texas, ABD - Hopkins Architects Partnership
  • Virginia Museum of Fine Arts, Richmond, Virginia, ABD - Rick Mather Architects
  • Brain and Mind Research Unit - Youth Mental Health Building, University of Sydney, Australya - BVN - Bligh Voller Nield Architecture

Türk Satrancı'nın ilk kadın büyük ustası oldu.

Milli satranççı Betül Cemre Yıldız, büyük bir başarıya imza atarak Türk Satrancı'nın ilk kadın büyük ustası oldu.
Betül Cemre Yıldız, Türk Satrancı'nda tarih yazdı. 9 yaşında satranca başlayan, 11 yaşında milli takıma seçilen, 20 yaşında iki dünya üçüncülüğünü Türkiye'ye kazandıran 22 yaşındaki sporcu, şimdi de bu spor dalında Türkiye'nin ilk kadın büyük ustası (WGM) oldu.
Ukrayna'da Lviv kentinde devam eden 8. Vasylyshyn Anı Turnuvası'nda dünyanın ünlü bayan satranç ustaları ile mücadele eden Betül Cemre Yıldız, 8. turda karşılaştığı birinci sıradaki Rus Kostin Alexey'i yenip, finale bir maç kala WGM (Kadın büyük usta) normunu ve ilk IM (uluslar arası usta) normunu almayı garantiledi.
Bu turnuva sonunda kadın büyük usta unvanı için gerekli şartları yerine getiren ilk Türk sporcusu olan Betül Cemre Yıldız, Türkiye Satranç Federasyonu'nun 10 bin TL'lik para ödülünü de almaya hak kazandı.
BAŞKANDAN TEBRİK
Satranç Federasyonu Başkanı Ali Nihat Yazıcı, Türk satrancında son yılda büyük mesafeler kat edildiğine dikkat çekip, Ukrayna'da bir ilki başaran Betül Cemre Yıldız'ı kutladı.
İş Bankası ile giriştikleri işbirliği sonunda Türk Satrancı'nın çağ atladığının da altını çizen Yazıcı, artık önümüzde 17-28 Aralık tarihleri arasında Mardin'de yapılacak Dünya Kadınlar Takım Satranç Şampiyonası ile 2012 yılında İstanbul'da ev sahipliğini üstleneceğimiz Dünya Satranç Olimpiyatı var. Altyapıdaki patlamanın meyvelerini bu turnuvalarda toplayacağız." dedi.
AİLESİNDEN GİZLİ BAŞLAMIŞ
Usta satranç oyuncusunun bu spora ilginç bir başlama öyküsü var. Betül Cemre Yıldız, babasının karşı çıkmasına karşın bu satranca başlamış ve bugünkü başarılarına ulaşmış. Genç şampiyon satranca başlamasını ve elde ettiği başarıyı şu cümlelerle anlatıyor:
"Ağabeylerim ve babam hep oynuyorlardı; fakat çok da iyi bilmeden kuralları oynuyorlardı. Ben de onları izleye izleye öğrendim. Sonra ağabeylerimle hep oynamak istedim. 'Benimle de oynayın' derdim onları izlerken. Ağabeylerim de küçük olduğum için beni reddediyorlardı. Ben de üzülüp kızardım onlara.
Hırs yaptım ve okuldaki kurslara kimseye haber vermeden kayıt oldum. Kayıt olduktan sonra onlara da söyledim. Zaten satrancı biraz öğrenmiştim. Bir ay sonra da İzmir Yaş Grupları Seçmeleri'ne katıldım. Aslında babam katılmamı istemedi. Çünkü daha yeni başladığım için çok maç kaybedersem şevkim kırılacağı için bırakacağımı düşündü. Abdullah Hoca "Bu kızda yetenek var, katılırsa başarılı olur" demiş. Babam, yine de ilk tura gelmedi. Benim ilk turnuvamdı. 7'de 7 yaptım ve yaş grubumda İzmir şampiyonu oldum. Daha sonra ise başarılarım peş peşe geldi ve büyük usta oldum. Artık üzerimdeki sorumluluk daha da arttı. Ülkemi satrançta en iyi şekilde temsil etmeye devam etmek istiyorum.
Benim hırslı bir yapım var. Daha satranca başlarken, aklımda başarılı olmak vardı. İzmir'de birinci olur olmaz, hedeflerimi büyüttüm. İlk senemde, daha iki aylık satranççıyken pek ümitli olmasam da, Yaş Grupları Türkiye Şampiyonası'nda sekizinci oldum. Sonraki sene ise Türkiye Şampiyonu olmayı hedefliyordum ve oldum.''
BETÜL CEMRE YILDIZ KİMDİR?
Türk Satranç’ının altın kızı Betül Cemre Yıldız, 1989 yılında Adapazarı'nda doğdu. 9 yaşında satranca başladı. Henüz 11 yaşındayken ülkemizi olimpiyat'ta temsil eden genç yetenek 4 defa olimpiyatlarda oynadı. 13 yaşında FIDE ustası, 14 yaşında ise uluslararası usta oldu.
Yaş gruplarına damgası vuran genç sporcu, iki kez dünya üçüncülüğü kürsüsüne çıkıp, bu alandaki ilkleri başaran isim oldu. Bayanlarda Türkiye şampiyonluklarına 11 yaşından itibaren ambargo koyan Betül, bu yoğun tempoya iki üniversite tahsili sığdırdı.
9 Eylül Hukuk Fakültesi ile Açık Öğretim İktisat Fakültesi'ni de kayıpsız bitirerek, avukatlık mesleğine adım attı. İzmir Balçova'da adına açılan satranç merkezinde minik şampiyonlar yetiştiren Betül Cemre Yıldız'ın adı bu spor dalı ile anılır oldu.

Beşiktaş En Güzelini Başardı

Her ihtimale açık bir maçtı bu. UEFA Avrupa ligi grubundan çıkabilirdi de çıkamayabilirdi de! Hatta Lider olarak çıkıp bir ilki de yaşatabilirdi Beşiktaş. Dün akşam ki maçta tüm ihtimaller gitti geldi. Sonunda en güzeli oldu; Beşiktaş çok güzel bir oyunla rakibini, 1-0 geriye düştüğü maçta yenerek grubunu lider tamamlayıp bir üst tura çıktı. Bu sayede üst tur kura çekimlerinde seri başı olarak bir avantaj yakaladı. Aynı zamanda gruplardan lider olarak çıkan ilk Türk takımı olma başarısını da yakaladı.
Bu güzel akşam önceki gün özgürlüklerine kavuşan Beşiktaşlı yöneticiler ve hocalarının sevinci ile başladı. Maçın ilk dakikaları gösterdi ki Beşiktaş kazanmak için sahaya çıkmıştı. Bunun için golle sonuçlanmayan pek çok güzel atak geliştirdi. Ancak 29.Dk'da kötü bir gol soğuk duş etkisi yaptı İnönü’de. Üzerine Dinamo Kiev’in 2-0 önde olması bir kabus’un habercisi idi.
İkinci yarıda Beşiktaş kazanma inancı ile saldırdı rakibine. Ve ışık 59.Dk. yandı. Bir penaltı, bir kırmızı kart ve bir gol. Üstüne Kiev’den gelen Kırmızı kartlar ve goller. Gerçekleşenler Kiev'in kâbusu idi. Devamında Beşiktaş sahaya çıkış amacını gerçekleştirmek için çalıştı ve 2 gol ile bunu da başararak, bizlere çok güzel duygular yaşattı.
Maça Carvalhal’in takımı taktik, fiziksel direnç ve mental İnancı ile damga vurdu. Oyuncu olarak ta Fernandes öne çıktı. Güçlü duruşu, çevikliği ve akıllı pasları Stoke City’nin sonu oldu.
Sonradan oyuna giren oyuncuların katkısı ise gelecek adına Beşiktaş için umut oldu. Mustafa, Alves ve Edu hem oyuna hem de skora büyük katkı sağladılar.
Herkesin Beşiktaş’tan ortak beklentisi kupa yolunda zirveye ulaşıp, ilk adımda ki bu başarıyı Kupa ile taçlandırması. Hepsine başarıları için teşekkür eder, Kupaya uzanmalarını temenni ederiz.
iyiturks
Stat: Fiyapı İnönü
Hakemler: Marcin Borski, Rafal Rostkowski, Tomasz Listkiewicz (Polonya)
Beşiktaş: Rüştü Reçber**, Hilbert***, Sivok***, Egemen Korkmaz**, İsmail Köybaşı**, Holosko** (Dk. 46 Mustafa Pektemek***), Ernst**, Necip Uysal** (Dk. 77 Alves**), Veli Kavlak**, Fernandes****, Almeida** (Dk. 74 Edu**)
Stoke City: Begovic*, Hagginbotham*, Upson*, Diao*, Wilkinson* (Dk. 27 Pennan*t), Delap*, Palacios*, Arismendi*, Jones*, Fuller**, Jerome**
Goller: Dk. 29 Fuller (Stoke City), Dk. 59 Fernandes (Penaltıdan), Dk. 74 Mustafa Pektemek, Dk. 82 Edu (Beşiktaş)
Kırmızı Kart: Dk. 57 Upson (Stoke City)
Sarı Kartlar: Dk. 27 Fuller, Dk. 44 Begovic (Stoke City), Dk. 61 Hilbert, Dk. 90 2 Edu (Beşiktaş)

Antik Kentler: Anavarza

Roma İmparatorluğu döneminde Caesarea ad Anabarsum olarak anılan yer, Adana İli Kozan İlçesi'nin 28 km. güneyindedir. Antik şehir duvarlarının hemen dışına kurulmuş küçük köyün ismi Dilekkaya' dır.
Kentin Roma İmparatorluk Devri öncesi tarihi hakkında hemen hemen hiçbir bilgimiz yoktur. M.Ö. 19 yılında İmparator Augustus tarafından ziyaret edilen kent "Anazarbus yanındaki Caesarea" diye anılmaya başlamıştır. Anavarza Roma İmparatorluk Devrinin ilk iki yüzyılı boyunca büyük bir varlık göstermemiş, Kilikya başkenti Tarsus'un gölgesinde kalmıştır. Tarsus günümüze kadar yaşayabilmiştir; ama bunun karşılığında tarihi anıtlarının büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Roma imparatorlarından Septimius Severus'un, Pescennius Niger ile yaptığı iktidar savaşı sırasında, Severus'un tarafını tutan kent, onun Niger'i 194 yılında İsos'ta yenerek imparatorluğun tek hakimi olmasından sonra ödüllendirilmiş, tarihinin en parlak dönemini yaşamaya başlamıştır. M.S. 204-205 yıllarında Kilikya, İsauria ve Likaonia eyaletlerinin metropolisi olmuştur. M.S. 260 yılında diğer Kilikya kentleri gibi Anavarza da Sasani Kralı Şapur tarafından fethedilmiştir. M.S. 4.yy.'da İsauria'lı Balbinos tarafından tahrip edilmiş olan Anavarza, İmparator II. Theodosius zamanında M.S. 408 yılında kurulan Cilicia secunda'nın (Bitek Kilikya) ve eyaletin başkenti olmuştur. 525 yılındaki büyük depremden zarar gören kent İmparator İustinianus tarafından onartılarak İustiniopolis adını almıştır. Ancak 561 yılında ikinci kez deprem felaketine uğramıştır. 6. yy. da ise kent büyük bir veba salgınına uğramıştır.
İslâmın yükselmesini takip eden yüzyıllarda Anazarbus, Araplar ve Bizanslılar arasında tampon bölge olarak kalmış ve sık sık bu iki taraf arasında el değiştirmiştir.
Anavarza' da; 1500 metre uzunluğunda 20 burçlu sur, dört giriş, sütunlu yol, hamam ve kilise kalıntısı vardır. Sur dışındaki tiyatro ve stadyum, su yolları, kaya mezarları; kentin batısındaki nekropolleri yararak açılmış olan antik yol; korunmuş havuzlu mozaikler (M.S. 3. yy.'a ait deniz tanrıçası Thetis mozaiği), Adana bölgesinde tek örnek olan 3 girişli zafer takı ve ovanın ortasında bir ada gibi yükselen tepe üzerindeki Ortaçağ kalesi önemli eserlerdir.
Stadyumun elli metre kadar kuzeydoğusundaki kayalık yapay bir yarıkla ayrılmıştır. Roma veya ilk Bizans döneminde, Anazarbus'tan Flaviopolis (Kadirli) ve Hierapolis-Kastabala' ya giden yola geçit vermek için açıldığı sanılan geçit 250 metre uzunluğunda, 4-15 metre genişliktedir. Yolun her iki tarafında kayalar 50 metre yüksekliğe kadar uzanır.
Kuzey-güney sütunlu cadde üç gözlü takla başlar. Anavarza'nın geçmişte karşılaştığı birçok deprem yüzünden, zafer takı ancak kısmen günümüze gelebilmiştir. Güney yüzünde siyah granitten altı adet Korinth stili sütun başı bulunan, üç kemerli bir geçittir. Kuzey yüzünde ana kemerin her iki tarafında birer heykel nişi vardır.
Vahşi hayvanlı gösteriler için yapılmış olan amfiteatr tamamen taşlarla inşa edilmişti. Antik çağda (birçok binada olduğu gibi) diğer binalara malzeme sağlamak amacıyla sürekli olarak yağmalanmış olduğu anlaşılmaktadır.
Kale üç bölüme ayrılmaktadır: Birinci sur ve küçük kilisenin de içinde bulunduğu kışla; iki sur arasındaki düz kayalık üzerine kurulmuş olan üç katlı kule; ikinci sur ve içinde bulunan bitişik odalar topluluğu, depolar ve su tankları.

Hayat nefesimi tuttuğum an başladı


"Benim için hayat ilk nefes aldığımda değil, nefesimi tuttuğumda başladı" diyen Şahika Ercümen, astım hastalığını dalış tutkusuyla yendi. Kasım ayında iki dalışta 2 dünya rekoru birden kırdı.
Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili ancak su sporlarında övünülecek bir halimizin olmadığı ortada. Bu konuda gurur kaynağı olan birkaç isim var. Geçen ay sessiz sedasız 2 dünya rekoru kıran Şahika Ercümen gibi... Buz altında en uzun mesafeyi erkekler kategorisinde de kırarak Guinness Dünya Rekorlar Kitabı’na giren Ercümen, 10 Kasım’da da Mısır’da ‘sabit ağırlık dikey dalış kategorisinde 70 metreye, sabit ağırlık paletsiz kategorisinde 60 metreye inerek yeni bir dünya rekoru kırdı.
“Benim için hayat ilk nefes aldığımda değil, ilk nefesimi tuttuğumda başladı” diyor Şahika Ercümen. Suyla ilk kez 4 yaşında haşir neşir oldu. Marmaris’te ailece kampa gittiklerinde eline can simidini alarak yüzlerce metre uzaklıktaki Keçi Adası’na gitmeye karar verdi. Neyse ki ailesi izin vermedi. Küçüklüğünde uzun süre alerjik astım rahatsızlığı ile boğuşan Ercümen, sualtı sayesinde bu rahatsızlığından kurtuldu. Sualtı sporlarına 13 yaşında başladı. Birkaç yıl içinde de milli sporcu oldu.
Yüzmeden dalmayı öğrendi
26 yaşındaki genç rekortmen ilk yıllarını şöyle anlattı: “Çanakkaleliyim. Sürekli deniz kenarındaydım. Hastalığımın etkileri azalınca dalışa başladım. Dipten bir şeyler çıkarmak en büyük zevkimdi. Yüzme öğrenmeden dalmayı öğrendim. 13 yaşında başladım. 2001’de milli takıma seçildim. Milli takıma girdikten sonra Türkiye birincisi olmak ve dünya rekoru kırmak hedefimdi. 13 yıl sonra da ilk dünya rekoru geldi.”
İlk dünya rekorunu Avusturya’da bir buz gölünün altında kırdı. Eski rekor kadınlarda 70 metre, erkeklerde ise 108 metreydi. Ancak o her iki rekoru da geçerek 2 dakika 20 saniyede buzaltında 110 metre gitti: “Erkeklerin rekorunu geçmek gibi bir hedefim yoktu. Ancak yapılmış en iyi dereceyi yapmayı istiyordum”
Şubat 2011’de gerçekleşen bu rekor sonrasında 10 Kasım’da genç sporcu, 2 rekora daha imza attı. Mısır’da Dünya Sualtı Federasyonu tarafından düzenlenen ‘Sabit ağırlık dikey dalış’ kategorisinde 70, ‘Sabit ağırlık paletsiz’ kategorisinde de 60 metreye inerek 2 yeni dünya rekoru kırdı. Atatürk’e ithaf ettiği bu rekorlar Türkiye’de pek fazla yankı bulmadı. Çünkü Van’ı 2. kez yıkan deprem Türkiye’nin en önemli gündemiydi. Sualtı sporlarıyla ilgilenmek zor: “Rekor denemesi öncesinde günde 6-7 saat antrenman yapıyorum. Şu anda ise günde 2-3 saat antrenman yapıyorum. Ben diyetisyenim. Ancak mesleğimi yapamıyorum. Türkiye’de dalışı profesyonel olarak yapmak çok zor. Özel hayattan çok ödün vermek gerekiyor. Tüm tatillerimi antrenmanla geçiriyorum. Bundan sonraki rekoru kafamda tasarlıyorum. En kısa sürede tekrar tempoya gireceğim. Sürekli seyahat halindeyim. Bozburun Yat Kulübü’nde ve Kaş’ta antrenman yapıyorum. Bugüne kadar sponsor sıkıntımız vardı. Ancak son rekor denemesi sırasında THY, Mares, The North Face, Özgörkey Holding, Efes Alkolsüz, Orta Blu çok destek oldu.”
Başbakan’dan ricası: Yunuslara özgürlük
Şahika Ercümen profesyonel yaşantısının dışında engellilerin sualtında tüpsüz dalış yapabilmesi ve tutsak yunuslar için uğraşıyor: “Sualtı Araştırmaları Derneği 2 yunusu kurtardı. Onlara destek olmaya çalışıyorum. Türkiye’de 10’un üzerinde yunus havuzu var. İsteyen yunus havuzu açabiliyor.
Bana her zaman destek olan Kürşad Tüzmen’le bu konuyu konuşmayı düşünüyorum. Ayrıca eğer bir destek gelirse, bir gün Başbakan’la görüşürsem mutlaka bu konuyu da gündeme getireceğim. Uluslararası platformda çok fazla hedefim var. Bunlar için desteğe ihtiyacım var.”

Türkiye'nin İlk Telefon Kütüphanesi

 

Reklamı ile dikkat çeken proje, iyi düşünülmüş, görme engellilerin yaşamına değer katacak yararlı bir çalışma. Düşüncesi, tanıtımı ve içeriği çok etkileyici olan bu projenin sonuçlarının da aynı etkinlikte olmasını temmenni eder, katkı sağlayan kurum ve kişilere teşekkür ederiz.
iyiturks
Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Laboratuvarı (GETEM) ve Türk Telekom, Türkiye’nin ilk telefon kütüphanesini hayata geçiriyor. Telefon Kütüphanesi Projesi ile yüzlerce sesli kitap 0 800 219 91 91 numaralı telefon üzerinden görme engelli Türk Telekom müşterilerine ev telefonları üzerinden ücretsiz olarak sunuluyor.
GETEM ve Türk Telekom işbirliği ile hayata geçen Telefon Kütüphanesi Projesi kapsamında görme engelli Türk Telekom müşterileri GETEM kütüphanesindeki yüzlerce kitabı ücretsiz olarak dinleyebiliyor.
Görme engelli Türk Telekom müşterileri GETEM’e engelli olduklarını belgeledikleri rapor veya özürlü kimlik fotokopilerini yollayarak üye olduktan sonra aldıkları şifreleri ile sesli kitaplara ücretsiz olarak erişebiliyor. Sadece ev telefonları üzerinden faydalanılabilecek olan Telefon Kütüphanesi Projesi’nin kullanıcıları; dilediği kitabı seçme, bir sonraki aramada kaldığı yerden devam etme veya bölümler arasında ileri geri gidebilme gibi seçeneklere sahip.
Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde çalışmalarını sürdüren GETEM’e www.getem.boun.edu.tr adresinden üye olan görme engelliler binlerce sesli kitabı internet üzerinden tamamen ücretsiz olarak dinleyebiliyorlar. Bilgisayar ve interneti kullanma olanağı bulunmayan görme engelliler ise Telefon Kütüphanesi Projesi ile sesli kitapları dinleyebilecekler.
Türk Telekom, iletişim olanaklarıyla tüm toplumun hayata katılması için eşit koşullara sahip olması prensibi ile çalışır. Türk Telekom bu prensipten hareketle ve iletişim teknolojilerinin yardımıyla engelli müşterilerinin de hayatını kolaylaştırmak için hizmetler sunar. Tüm Türkiye çapındaki ofislerinde engelli çalışanları bulunan Türk Telekom, engelli müşterilerinin yanı sıra toplumdaki tüm engellilere yönelik çeşitli projeler hayata geçiriyor.
Kitap Listesi

TÜBİTAK, Geleceğin Bilim İnsanlarını Ödüllendirdi!

MEB Şura Salonu’nda 7 Aralık 2011’de düzenlenen Ödül Töreni ile “Ulusal Bilim Olimpiyatları” ve “Ulusal İlköğretim Matematik Olimpiyatları” ile “2011 yılı Uluslararası Bilim Olimpiyatları”nda Türkiye’yi temsil eden öğrencilere ödülleri verildi.
Ödül Töreni’nde; 16. Ulusal İlköğretim Matematik Olimpiyatları ile 19. Ulusal Bilim Olimpiyatları İkinci Aşama Sınavlarında üstün başarı göstererek; altın, gümüş ve bronz madalya kazanan öğrenciler ile 2011 yılında düzenlenen Uluslararası Olimpiyatlarda ülkemizi temsil ederek madalya alan öğrencilere madalyaları ve ödülleri verildi.
Genç yeteneklerin bilim dünyasına kazandırılması amacıyla, ortaöğretim kurumları ile ilköğretim kurumlarının sekizinci sınıflarına devam etmekte olan öğrencilere yönelik olarak 1993 yılından beri yapılan Ulusal Bilim Olimpiyatları, matematik, fizik, kimya, biyoloji ve bilgisayar dallarında düzenleniyor. Nisan ayı içinde düzenlenen Birinci Aşama Sınavlarında üstün başarı gösteren öğrenciler, yaz hazırlık kurslarında eğitildikten sonra İkinci Aşama Sınavlarına giriyor. İkinci Aşama Sınavlarında dereceye girenlere de madalya ve para ödülü veriliyor.
2-3 Nisan 2011 tarihlerinde 28 il merkezi ve K.K.T.C’de yapılan 19. Ulusal Bilim Olimpiyatları Birinci Aşama Sınavlarına 10882 öğrenci katılmıştır. Bu sınav sonucunda 242 öğrenci yaz hazırlık okuluna davet edildi ve toplam 258 öğrenci ikinci aşama sınavlarına katılmaya hak kazandı. İkinci Aşama Sınavları ise 3-4 Aralık 2011 tarihlerinde Ankara’da yapıldı.
İlköğretim kurumlarına devam etmekte olan öğrencilerine yönelik olarak 1996 yılından beri düzenlenen Ulusal İlköğretim Matematik Olimpiyatları’nın 16.sı ise 2-3 Nisan 2011 tarihlerinde 28 il merkezi ve K.K.T.C.’de yapıldı. 6456 öğrencinin katıldığı 16. Ulusal İlköğretim Matematik Olimpiyatı Birinci Aşama Sınavı sonucunda yaz hazırlık okuluna davet edilen 63 öğrenci aynı zamanda ikinci aşama sınavlarına katılmaya hak kazandı. Bu öğrencilerin İkinci Aşama Sınavı ise 3 Aralık 2011 tarihinde yapıldı. İkinci aşama sınavında dereceye giren öğrencilere madalya ve kitap ödülü veriliyor.
TÜBİTAK Olimpiyatları 2011 yılı 2. aşama sınavlarında madalya almaya hak kazanan öğrencilerin listesi için tıklayınız.

Antik Kentler: Amyzon

Aydın İli'ne bağlı Koçarlı İlçesi, Gaffarlar Köyü sınırları içindeki Amyzon, Karia kentlerindendir. Kent tarihi konusunda yalnızca yazıtlardan yararlanıyoruz. III. yüzyılda önce Ptolemaios, sonra Seleukos yandaşlığına geçen Amyzon, İ.Ö. II. yüzyılın sonlarına doğru, Latmos aşağısındaki Herakleia kenti ile bir ikili anlaşma gerçekleştirdi. III. Antiokhos, İ.Ö. 203'te Amyzon'a gönderdiği mesajda, kent ayrıcalıklarını onayladığını belirtmişti; Apollon ve Artemis tapınağına sığınanları koruma altına alma yetkisi de ayrıcalıklar arasındaydı. Kent surları bugün de ayaktadır ve İ.Ö. 300'lerde uygulanan izodomik yöntemle örülmüştür. Apollon ve Artemis tapınağı, surlar, tonozlu yer altı odaları ve Bizans yapısı, bugün ayakta olan yapılardandır. (K1)
Tarihçe:
Strabon'a göre Alabanda'nın bir peripolionudur [Strabon 14; 2; 22]. MÖ 3. yy'da Ptolemaios ile anlaşma yapan kent; MÖ 2. yy'da Seleukoslar ile de anlaşmış ve Latmos Herakleiası ile barış yapmıştır. III. Antiokhos'un MÖ 203'de yazdığı bir mektuba göre bazı imtiyazlara sahiptir. Klaros'a bir delege gönderdiği bilinmektedir. MS 2. yy'da dini bir merkez haline gelmiştir [Bean 1976:53; Özkaya-San 2002:246].
Araştırma ve Kazı:
20. yy'ın başlarında Paton ve Fowler; 1950'li yıllarda Robert; 1970'li yıllarda Lauter tarafından yapılan araştırmaları 2000'de Özkaya ve San'ın birlikte yaptığı yüzey araştırması izlemiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanmış tescilli arkeolojik sit alanları listesinde yer almaktadır.
Kalıntılar:
Sur:
Bir kısmı 6 m yüksekliğe kadar ayakta kalabilmiş sur isodomos tekniğinde kesme taş bloklardan inşa edilmiştir. Yaklaşık 137 m uzunluğunda ve 1.68 m kalınlığındadır. Olasılıkla MÖ 300'lere aittir [Bean 2000:210].
Tapınak/Kutsal Alan:
Artemis Tapınağı; teraslar üzerine inşa edilmiştir. Dor düzeninde olan tapınak 6x15 m ölçülerindedir. Doğu-batı yönünde uzanır. Bir naos ve bir pronaostan meydana gelir. Pronaos ile naos arasındaki açıklık 1.4 m kadardır. Pronaos girişi ve naos kare-dikdörtgen bloklarla döşelidir. Tapınağın üst kısmına ait mimari parçalar tapınağın Yunan tipinde inşa edildiğini gösterir. Yapının bir temenos duvarı ile çevrili olduğu düşünülmüştür. Doğu yönünde sunak olduğu tahmin edilen bir yapı tespit edilmiştir. Idrieus tarafından inşa edildiğini gösteren yazıt; bir arşitrav bloğu üzerinde tespit edilmiştir. Dolayısıyla tapınak; Hekatomnoslar Dönemi'ne tarihlenir. Adak sunularındaki yazıta göre tapınak; Artemis ve Apollon'a ithafen inşa edilmiştir [Özkaya-San 2002:246-247; Bean 1976:53].
Diğer:
Kentte birkaç tanımlanamayan yapı dışında depo olarak kullanıldıkları düşünülen tonozlu büyük yeraltı odaları mevcuttur. Bu yapılar doğu-batı doğrultusunda birbirine paralel uzanmaktadır. Bazılarının sarnıç olarak da kullanılmış olabileceği düşünülmüştür. Kentte bulunan sikkeler Hellenistik ve Roma dönemlerine aittir [Bean 1976:53; Özkaya-San 2002:246]. (K2)
Amyzon Artemis Tapınağı 
Bir Kuzey Karia yerleşimi olan Amyzon ( Har. 1 ), özellikle kutsal alanıyla yakın çevresindeki yerleşimlere hizmet eden bir kült merkezi olmalıdır. Kent içinde görülebilen en önemli kalıntıyı oluşturan ve duvarları günümüze kadar korunan teras aynı zamanda şehir suru olarak da kullanılmıştır.

CEO her zaman haklı değildir

Liderlik pozisyonuna soyunan kişinin asla aklından çıkarmaması gereken bir şey daime haklı olamayacağıdır.
Ben daima haklı değilimdir. Bu gerçeği hiç utanıp sıkılmadan rahatlıkla kabullenebilirim, çünkü bu diğer şirket liderleri ve müteşebbisler için de geçerli. Bir yönetici veya müdür için bunu çalışanlarına karşı itiraf etmek zor bir iş olabilir, ancak bu liderlik pozisyonuna soyunan bir kişinin asla aklından çıkarmaması gereken bir şeydir.
Bir lider olarak elbette sizin aldığınız kararlar uygulanacaktır, ancak bu onların her zaman en mükemmel kararlar olacağı anlamına gelmez. Değişen şartlar bir gece içinde iyi bir kararı kötüye çevirebilir.
Benim yönetim takımım 2003 yılının bizim grup için hiç de iyi bir hasat yılı olarak geçmediğini söyler. O sıralar Apple 2001 yılında kendi kişisel müzik çalıcısı olan iPod'u piyasaya sürmüştü ve Palm'den bir çift olağanüstü parlak insan bana kendi MP3 çalıcılarının şık bir sürümü ile bir dizi aksesuarını satmıştı. Virgin'in yönetim takımı şiddetle bu işin finansal analizinin hiç de iyi görünmediğini ve başarılı olunabilmesi için bu birimlerden çok yüksek hacimlerde satış yapılması gerektiğini ileri sürmüştü. Ben ise ısrarımı sürdürmüş ve tamamen kendimize ait bir MP3 çalıcısı olan Virgin Pulse'ın piyasaya sürülmesi yönünde baskı yapmıştım! Bu ürünün bizim markamızla, müzik şirketimizle ve mirasımızla çok iyi uyuşacağını düşünmüştüm.
Kendi MP3 çalıcımızı tasarlamak ve piyasaya sürülebilir hale getirmek için 20 milyon dolar harcamıştık. Bu ürün ve ardılları her ne kadar Birleşik Devletler'de büyük bir coşkuyla karşılanmış olsalar da, Virgin Pulse elimizde patladı ve bu yatırımımızı zarar hanesine yazmamız gerekti.
Ürünümüz neden başarılı olamamıştı? Çünkü Apple'ın elinde başa çıkılması mümkün olmayacak kadar güçlü bir strateji vardı. Apple açısından 2003 çok önemli bir yıldı, çünkü bu şirket o yıl ilk iTunes mağazasını açmıştı ve anında iPod fiyatlarını büyük bir hızla indirebilme şansını yakalamıştı.
Bir şirket yeni bir pazarda hakim konumdayken inovasyoncu yeni bir ürünün perakende fiyatını hızla aşağıya çekebiliyorsa, o zaman bu şirketle kimse başa çıkamaz, çünkü bu yeni ürünlerinden asla yeterince para kazanamazlar. Apple daha küçük ve daha ucuz İpod Nano'yu piyasaya sürdüğünde ise dijital müzik işinde kendisine ciddi bir pazar payı edinmeye çalışan herkesin yüzüne kapıyı çarparak kapatmıştı.
Ve evet, ben de hatalı olduğumu kabul etmiştim; bu sayede daha da fazla zarar etmeden iki yıl içinde bu piyasadan çıkmıştık. Bilhassa tek başınıza çığırtkanlığını yaptığınız büyük bir yatırım artık kurtarılamayacak derecede battığında kendi hatalarınıza sahip çıkmak çok zor olabilir. Pek çok yönetim kurulu başkanını ve patronu kendi işlerini doğru dürüst yapmaktan ve en acil durumlarda çözüm bulmaktan alıkoyan da işte bu rezil olma korkusudur.
Şayet bir iş göz göre göre eriyip gidiyorsa, takımınızla yüzleşmeli ve neler olup bittiğine bakmaya başlamalısınız, hem de bu işi ne kadar erken yaparsanız o kadar iyi olur. Derinlerde nelerin ters gittiğini anlamanın tek yolu güvenli odanızdan dışarıya çıkmak, ürün veya hizmetinize kendi gözünüzle bakmak, rakip sunumları incelemek ve faaliyetlerinizi genel anlamda ters yüz etmekten geçer.
Sorunun üzerindeki örtüyü kaldırdığınızda, onu çözmeleri için derhal doğru insanları görevlendirin. Böylesi bir vakada tek geçerli politika dürüstlük ve alçak gönüllülüktür. Kariyerinizin en zor anlarından biri olabilir, ancak bu sayede insanların güvenini kaybetmemiş olacaksınız ve sorunun sorumluluğunu üstlendiğiniz ve kendi hatalarınızı itiraf ettiğiniz için size saygı duyulacak.
İnsanlar asla hata yapmayan değil bilge kararlar alabilen liderler arar. Eğer hatanın bir hizmetin verilişinde veya bir ürünün sunuluş tarzında olduğunu fark ederseniz, sakın onun sorumlularını işten atmak gibi acemice bir hata yapmayın. Suçlamalar ve ithamlar bir tür kısa vadeli rahatlama sağlayabilir, ancak onların şirketinizi zehirleyici bir etkileri de olacak ve yeniden toparlanmanızı ya da gelecek girişimlerinizi de sekteye uğratacaklardır. Bu çalışanlarla nerelerde yanlış yaptıklarını konuşmanız bile gerekmeyebilir; eğer gerekli tüm bilgileri onlara sunarsanız onlar zaten ne yapmış olduklarının farkına kendiliklerinden varacak ve hatalarını düzeltebileceklerini ispatlamak için işe daha büyük bir hırsla sarılacaklardır.
Şayet takımınızı bir arada tutabilirseniz, işte o zaman derslerini zor yoldan henüz almış değerli elemanlarınızı işe alarak sizin hatalarınızdan kazançlı çıkmayı planlayan rakiplerinizin yüzüne kapıyı çarpmış olursunuz. Sizin yeni bir ürün veya hizmet sunma planlarınız işe yaramıyorsa, bazen rakiplerinizle köşe kapmaca oynamak yerine değişen koşullara uyum sağlamak daha iyi olabilir.

ÖYS'de Tıp'ı Kazanamadı, Harward Tıp Fakültesinde Öğretim Görevlisi Oldu!


Kanser tedavisinde çığır açan bilim insanı olarak dünyaya adını duyuran Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi Massachusetts Genel Hastanesi Profesörü Mehmet Toner aslında mühendis kökenli.
Çocukluğundan beri istediği tıp bölümünü kazanamayınca makine mühendisliği okuyan Prof. Dr. Toner, üniversiteyi bitirince ABD’ye gitti. Gençliğinde ÖYS engeli nedeniyle kazanamadığı tıbbın kapısını ABD’de MIT’de biyomedikal mühendislikte aralayan Toner, Harvard Tıp Fakültesi Cerrahi Bölüm Başkanlığı’na yükseldi.
İlk, orta ve yükseköğrenimi Türkiye’de yaptınız ama parladığınız yer ABD...
- Hayatımın 25 yılı İstanbul’un Moda semtinde, 28 yılı ABD’de geçti. Moda İlkokulu’nun ardından Saint Joseph Lisesi’ne zorlukla kazandım. O zaman çalışmayı sevmiyordum. Hatta müdürümüz her cuma bize karne verdiğinde en başarılı ilk beş talebenin elini sıkar, en sondaki üç-beş talebeye de ters ters bakardı. Ben de sondaki o talebelerden biriydim. Sonra Fransız matematik öğretmenim bana dersi sevdirdi...
Çocukluğunuzdan itibaren hep tıp hayali kurmuşsunuz...
- Evet. ÖYS’ye girdiğimde ilk tercihim tıp, ikincisi elektronik ve üçüncüsü makineydi. Üçüncü tercihime ancak girebildim. İTÜ Makine Mühendisliği’ne. Nedense hep doktor olup insanlara yardım etmek istiyordum. Ama üzülmedim. Üniversitede çok çalışkandım.
Peki Fransız ekolünden gelip, sonra ABD’ye gitme fikri nasıl çıktı?
- Üniversitedeki bir hocam yönlendirdi. Tek kelime İngilizce bilmiyordum. Yale, Brown, MIT ve Michigan üniversitelerine başvurdum. Yale, tam burslu kabul etti. Ancak, Yale’deki Turan Hoca, bana MIT’deki yeni açılan biomedikali önerdi. Ben de hep tıbba gitmek istiyordum. Baktım bana göre bir yer. Orayı tercih ettim.
İngilizce bilmeden nasıl yaptınız?
- Boston’da lisan okuluna gidiyordum. ODTÜ’den bir arkadaşımı yanıma alarak MIT’de dekana çıktım. TOEFL’ımı almamıştım. Arkadaşımın tercümanlığıyla dekandan hemen derslere başlama izin vermesini istedim. Matematik benim için çok kolaydı. Aynı anda matematiğin iki dersini de aldım. İngilizceyi öğrenirken matematik dersini de verdim. Beş yıl sonunda oradan ayrılıp Harvard Üniversitesi’ne geçtim. Doktoramı tıp mühendisliği konusu üzerine yaptım.
Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne öğretim üyesi olarak mı geçtiniz?
- Evet, yardımcı doçent olarak. Tıp Fakültesi’nin kurulduğu büyük bir hastane olan Massachusetts General Hastanesi’nde araştırmalara başladım. Burası MIT’den de büyük bir araştırma yeridir. Hastanenin 2 bine yakın öğretim üyesi, senelik 4.5 milyar dolarlık bütçesi var. Araştırma bütçesiyse 600 milyon dolar.
Harvard Tıp Fakültesi’nde profesör olmak da çok zor. Siz onu da başardınız...
- Bizde 9 bin öğretim üyesi var. Bunun ancak en fazla yüzde 10’u profesör. Benim gibi ismine kürsü olan sayısı çok daha az. 22 yıldır buradayım. Maaşımı kendim veriyorum. Yanımda çalışanların maaşlarını da şirket yönetir gibi ben ayarlıyorum. 15-25 yılda alınan profesörlüğü 11 yılda aldım. Tıp fakültesinde profesörlüğe en hızlı yükselenlerden biriyim.
Türkiye'de gençlerin önünü tıkıyoruz
ÖYS nedeniyle tıbbı kazanamadım ama Harvard’ın tıp fakültesi hocasıyım. ABD’nin en büyük araştırma ekibine sahibim. 60 kişilik bir ekibim, 40-50 milyon dolarlık araştırma bütçem var. ABD’nin en güzel tarafı, gençlerin önünü açmaları. Türkiye’de gençlerin önüne lüzumsuz engeller çıkarıyoruz. Türkiye tarihinde İTÜ mezunu olup, İstanbul Tıp Fakültesi’nde profesörlüğe yükselen kişi var mı? Ama işte ABD’de İTÜ mezunun atıp fakültesinde kürsü açılabiliyor.
Çipi cahil cesaretiyle buldum
Cahil cesareti denilen olay çok önemli. Bir kişi çok şey öğrenince cesaretini kaybediyor. Ben de kanser alanındaki cehaletimle bu işe girdim. O zamana kadar birçok kişi birçok hastalığı kanda teşhis etmek istemiş ama yapamamış. Kanser normalde öldürmüyor. İnsanların yüzde 90’ı kanserin yayılmasıyla ölüyor. Bu yayılma da kan yoluyla oluyor. Ben de bir çip geliştirip kanserli hücreleri tanımladım. 2 milyondan fazla hücreye bir saniyede bakıp kanserli hücreleri bulan bir çip. Kan giderken kredi kartı büyüklüğündeki bu plastik çipteki bir yapışkan madde kanser hücresi üstündeki bazı proteinleri tanıyor. Üç yıl sabah akşam uğraştık, şimdi klinik safhasına geldik. Bu pahalı bir araştırmaydı. Hollywood’dan dört kadın başta ünlü yönetmen Laura Ziskin fonladı. Halktan toplanan 100 milyon doların 15’i bize verildi.
Abim 'kimseye gösterme' dedi
Babamı prostat kanserinden kaybettik. O bunları görmedi. Annem de dahil, çevremdeki birçok kişi hâlâ beni tıp doktoru ve cerrah sanıyor. Abim Mustafa Toner İstanbul’da mimar. Geçenlerde buraya geldiğimde mikroçip yanımdaydı. Plastikten yapıyoruz, kredi kartının yarısı kadar. Ağabeyim, adımı dünyaya duyuran bu çipi plastik ve basit şekilde görünce ‘Birader bunu sen kimseye gösterme ayıp, ‘Bunu mu bulmuş’ diye alay ederler” dedi.