Elon Musk: Eğer Bir Çözüme Ulaşacaksanız, Gerçeklik Kesinlikle Önemli

Malumunuz bugünlerde gündemimizde Elon Musk fırtınası esmekte. İlgili ilgisiz pek çok kişinin bir şekilde kendisinden haberdar olduğu Musk, bu hafta içinde ülkemizdeydi. Çeşitli görüşmeler yapmak için başta Cumhurbaşkanlığımız olmak üzere pek çok görüşme yaptı. Önde Atatürk ile ilgili paylaşımları olmak üzere yoğun bir ilgi ile karşılaştı.
Gündemin genel geçer yoğunluğu ve ilgisi dışında Elon Musk ile ilgili geriye kalanlar bir yana, bizim en çok etkilendiğimiz ve ilgimizi çeken, kendisi ile yapılmış olan bir röportaj oldu.
Özellikle "Neden" sorusu ve "Gerçeklik" ile vurguları ilgimizi çekmeye fazlasıyla etkili oldu. Kanaatimizce pek çok sıkıntının oluşması, büyümesi, daha farklı sıkıntılara yol açması, hatta çözümsüzlük sarmalına girmesindeki en önemli konu “Neden” sorusunun hakkıyla sorulup, “Gerçek” cevaplarının verilememesi/bilinememesi/fark edilememesidir. “Neden ve Çünkü” diye isimlendirdiğimiz yaklaşımın eksikliği pek çok konuyu bu çıkmaz süreçlere sürüklemektedir. Bu açıdan, sayın Musk’ın bakış açısı dikkatimizi bu röportaja odaklamıza neden oldu. Umarım sizlerinde ilgisini çeker ve okuduğunuza değer……. iyiturks
Elon Musk'ın hayat hikâyesini sizlere daha önce anlatmıştık. Ancak bunun yanında Musk'ın hayata, eğitime, çalışmaya ve girişimciliğe dair çok önemli sözleri var. Elon Musk'ın ilgi çekici sözlerinden bazılarını, 'Geleceği İnşa eden Adam: Elon Musk' adlı kitaptan derledik...
Elon Musk hangi kitabı öneriyor?
Varoluşsal bir bunalım geçiriyordum ve hayatın anlamını çözebilmek için çeşitli kitaplar okuyordum. Çünkü hayat oldukça anlamsız geliyordu. Nietzche ve Schopenhauer'in 14 yaşında okumamanız gereken kitapları vardır ve bu kötü, olumsuz bir durumdu. Daha sonra bana çok faydası dokunan Otostopçu'nun Galaksi Rehberi'ni okudum.
Bu bana asıl zorluğun sorulması gereken sorular bulmak olduğunu, ama bir kere bunu başardığınızda geri kalanının gerçekten kolay olduğunu öğretti.
En iyi öğretmeni kimdi?
En iyi öğretmenim ilkokul müdürümdü. Matematik öğretmenimiz işten ayrılmıştı ve müdürümüz onun yerine işe girmeye başlamış yıllık ders programını hızlandırmıştı. Dersin ilk yarısında süratle çalışmak ve fazladan ev ödevi yapmak zorundaydık. Sonra da onun 2. Dünya Savaşı zamanındaki askerlik anılarını dinlerdik. Ödev yapmazsak anılarını anlatmıyordu. Herkes ödevini yapıyordu.
Eleştirel düşünme nasıl olur?

Şiir Geri Gelmeli

Şiir, insan ruhunun ehlileşmeye, olgunlaşmaya, medeniyete aşk ile yol almış halinin kelimelerle dışa vurumudur. Bu yolda gidilen her an, insanlığı medeniyete götüren sevdalı birer adımdır.
Medeniyetten kastımız, teknolojinin çepe çevre sarmaladığı, insani eylemlerimizi ele geçirdiği ve neredeyse insana düşünmesini, konuşmasını, hareket etmesini yasaklayan; Modern dünyanın, yapay ışığı ile kör edip, kaotik cümbüşü ile sağırlaştırarak insanlığı kaskatı bir hale getirdiği soğuk hava hapishanesi değil.
Medeniyetten kastımız, insan ufkunu açan, zihninde erdemli, çalışkan, aşkın en ateşli, en oldurucu kavını barındıran bir gelişim, bir gidişat, bir inşa alemidir.
Şiire giden yol, şiire uygun yol böyle medeni bir çizgide olan zihinlerde aşkın alev almasıyla hareket bulandır.
Günümüzde bu medeniyet çabası durduğundan, engellendiğinden, ötelendiğinden, unutturulmak istenildiğinden şiire çıkan yollar viraneleşmiş, işlerliğini kayıp etmiştir. Hele ki yeni nesiller de, yabancılaşmış, zihinlerde sakınılan, uzak durulan itici bir olgu halini almıştır.
Mehmet Akif’in benzetmesine nazire edercesine ifade etmek isteriz ki, yeni nesillerde ki bu halin sebebi; Modernitenin zehirli ısırığı neticesinde, “modernizm kudurması” yaşayan zihinler, bu hakiki medeniyete ait her olgudan, her eserden uzak durmakta, itici bulmakta ve yaklaşamamaktadır.
Bu yollarda oluşan her iz, evrende bir yıldız misali ışıdığından, ne yazık ki insanlığın bu medeniyetten doğan hakiki aydınlığı sönmüştür.
Günümüzde Postmodern ve ötesi tepkilerle tekrar bir yol bulmaya çabalayan bu medeniyet arzusu, öncelikle sanatta rüştünü ispat edip, ancak ondan sonra tüm insanlığa yeniden umut olabilecektir.
İşte, bunun kelimelerde hayat bulacağı ve gönüllerdeki aşk ile medeniyet ateşini yakmaya yarayacak olan bu büyülü şey şiirdir.
Bundandır ki “Şiir bir an evvel geri gelmelidir”.

Arkeoloji dünyasında Beşiktaş heyecanı

Durun hemen heyecanlanmayın sevgili arkeoloji ile ilgilenenler. Beşiktaş ve Arkeoloji kelimesi heyecan tanımlaması ile yan yana gelince sizinde aklınıza Şampiyonlar ligi gelmedi demeyin lütfen. Ne yalan söyleyelim bu başlık ile sunulan haberi okumadan aklımıza Vodafone Arena, Şampiyonlar Ligi ve Monaco maçı geldi. Acaba dedik, stat inşaatı sırasında bulunan kalıntılarda Beşiktaş’ın tarihi antik dönemlere götüren bulgulara mı ulaşıldı; Şampiyonlar Ligi maçında Arkeologlara bir sürpriz mi var; Vodafone Arena’da Arkeoloji ile ilgili özel bir alan mı oluşturulacak? En fazla bu bağlantıları kurabildiğimiz haberi okumanın daha mantıklı olacağına kanaat getirdik. İlgili haberi okuduğumuzda, başta tarihe olmak üzere sosyal bilimlere ait bilgilerde çok önemli değişiklere yol açabilecek bir arkeolojik keşfin yapıldığına ulaştık.  iyiturks
İşte o haberler;
İstanbul’da Türklerin İlk İzleri
Beşiktaş’taki metro kazısında tarihi değiştirecek bir keşif yapıldı. Eski Türk ve Altay kültürüne ait 3 bin 500 yıllık kurgan tipi 35 mezar bulundu.
BEŞİKTAŞ’ta Barbaros Bulvarı’nın hemen yanında süren metro istasyon inşaatında çıkan buluntular İstanbul tarihini değiştirecek bilgileri gün ışığına çıkardı. Metro kazısında şu anda yaklaşık 3 bin 500 yıllık, İstanbul’un en eski mezarlığı kazılıyor. Şimdiye kadar 35 mezar tespit edildi. Kuzey Karadeniz step kültürüne yani eski Türk ve Altay kültürüne ait kurgan tipi mezarlığın ortaya çıkması bilim dünyasını da heyecanlandırdı.
Beşiktaş’taki arkeolojik kazı sonuçları Türklerin Anadolu’ya girişini 1071 Malazgirt Savaşı’na bağlayan geleneksel tarih bilgisini de sorgulama noktasına getirdi. Şu anki mevcut bulgular ışığında tarihlemenin son tunç çağı ile demir çağının başlangıcı (MÖ 1200 - 1500) olduğu düşünülüyor.
Kurgan Mezarlar
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel izni ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan eşliğinde Beşiktaş’taki kazı alanına girdik. Alanda çok sayıda işçi ve arkeolog görev yapıyor. Kazı alanının ilk bakışta onlarca dairesel planlı taş yığınlarından oluştuğu görülüyor. Kızıltan, buranın İstanbul’un bilinen en eski mezarlığı olduğunu anlatıyor. Dairesel planlı taş yığınlarının Kuzey Karadeniz step yani eski Türk ve Altay kültürlerine ait ölü gömme âdeti olan ‘kurgan’ tipi mezarlar olduğu belirtiliyor. Arkeologlar bu mezarların etnik olarak kimlere ait olabileceğini bu noktada söylemelerinin zor olduğunu ifade etseler de Türklerin 10. yüzyıla kadar kurgan mezar âdetini devam ettirdikleri bilimsel kaynaklardan anlaşılıyor. Mezar iskeletleri üzerinde antropologların çalışmaları neticesinde ortaya çıkacak analiz sonuçları bu mezarlıkta yatan en eski İstanbulluların kökenlerini tam olarak öğrenmemizi sağlayacak. Orta Asya ve step kültürü ile ilgili bilimsel kaynaklar erken tunç (MÖ 3000) dönemlerinde görülen kurgan tipi ölü gömme âdetinin Oğuzlar, Hunlar, Göktürkler gibi önemli Türk boyları tarafından kullanıldığını gösteriyor.
Kremasyon Da Var
Kavimler Göçü’nden önce tunç çağı döneminde de steplerden bir göç dalgası olduğu Balkanlar’daki kurgan mezar tiplerinden de biliniyordu. Beşiktaş’taki buluntuların da bu göç dalgasının sonucu olduğu ve o dönemki tatlı su kenarına yerleştikleri sanılıyor. Bugüne kadar İstanbul’da ilk kurgan mezar Silivri’de yine İstanbul Arkeoloji Müzesi kazılarında ortaya çıkarılmıştı. Şimdi Beşiktaş’taki kurgan mezarlık ile Silivri’deki mezar arasında nasıl bir ilgi olduğu araştırılacak. Bugüne kadar 35 kurgan tipi mezar Beşiktaş’ta tespit edildi. Bazı mezarlarda urne tipi kaplar içinde yakılmış kemikler bulundu.

Buğday Filmi : Kötülüğe Yapılmış Bir İyilik

Güne Semih Kaplanoğlu ile yapılmış röportajın etkisi ile başladık. Bu röportaj sayesinde son filmi Buğday ile tanıştık. Fragmanı izledik ve etkilenerek bu yazıyı kaleme aldık.
Film etkileyici ve iz bırakıcı bir potansiyel barındırıyor. Farklı gündemlere, algılara yenik düşmezse dünya genelinde ilgi uyandıracak ve bir şeylere itki yapacak güçte. Ve tahmin ediyoruz ki bu enerji ile beklentileri bir hayli aşacak kadar seyirciyi salonlara çekebilecek.
Tabii ki tüm bunları kısacık bir fragmanın etkisi ile söylüyoruz. Fragmandaki dil, akıcılık ve vaat edilen hikâye, Filmde süreklilik, bütünlük, tutarlık sağlayabilirse, sinemanın büyülü diline erişip kişileri kendine çekebilecektir.
Bu yazıyı yazmaya gerekçe filmin salt eleştirisini yapıp, gişedeki performansını tahmin etmek değil. Bu yazıyı yazma gerekçemiz fragmanın üstümüzde yarattığı etki ve aklımıza uçuşan düşüncelerdir. Fragmanı izlerken aklımıza düşenler ve sonrasında hakkında daha ayrıntılı bilgiler edinmeye sürükleyenler şu şekilde kâğıda dökülmekte:
Buğday filmi; "Kötülüğe yapılmış bir iyilik, iyilik aşısıdır.” Küçük küçük dallarına, rastgele; Hiç bir umut, hiç bir gaye beslemeden. Refleks gibi, istem dışı gibi bir hal, davranış. Hayal aleminde, rüyada, hipnoz edilmiş bir dimağda kendiliğinden gelişen bir eylem. Geleceğin kötülüklerin hakim dünyasına ekilen iyilik tohumları; En çorak, en kuytu, en verimsiz yerlerine. Karanlık bir sayfada, ufak bir umut, bir beklenti, bir aşk. Mutlaka bir yerde, bir zamanda bu aşılar tutacak, bu tohumlar patlayacak; İyiliğin filizleri boy atacak, dallanacak katı inancı ile.”
Bu salt iyilik itkisi geleceğe, aşkı, sevgiyi, umudu taşıyacak ve patlak veren, göz veren filizlere can katacak, rızk olacak, insan medeniyetinde boylanacaktır.
İlahi bir adalet mi, yoksa kısmetli bir başlangıç mıdır bilinmez, kötülüğe yapılan bu iyilik ilk tomurcuklarını, ilk filizlerini Adana Film festivalindeki ödül töreninde vermeye başladı. Filmin yönetmeni Semih Kaplanoğlu'na yapılan Salt kötülük film tanıtımına büyük katkı yaptı, gelişip, serpilmesi ve kendini ifade edebilmesi için alan açtı, avantajlı ön girizgâh yaptı.
Evet! Fragmandan sonra aklımızda uçuşanlar, bu kelimelerle hayat bulanlar. Filmi izlemek nasip olursa, zaman bizi olmamız gereken noktalara götürecek ve filmin hakikatini onunla seyre dalacağız.
iyiturks

Dünyada tek örneği Antalya'da: Kırılgan Kapsüllü Susam

Antalya’da türünün tek örneği olan bir susam çeşidi bulundu. 20 yıl önce bulunan ve bilim adamlarının üzerinde çalışma gerçekleştirdiği türün, Amerikan ince kabuklu (papershell) susamından daha verimli olduğu gözlendi.
Antalya’da türünün tek örneği olan bir susam çeşidi bulundu. ‘Kırılgan Kapsüllü Susam’ ismi verilen türün üzerinde ise 20 yıllık bir çalışma gerçekleştirildi. Geliştirilen yeni türe, biçerdöverle hasat yapılma özelliği verildi ve bu sayede aynı karakteristik özelliklere sahip olan Amerikan ince kabuklu (papershell) susamından daha verimli olduğu gözlendi. TÜBİTAK’ın da desteklediği buluşla birlikte, Türkiye’de son yıllarda düşüşe geçen susam üretiminin artırılması ve yurt dışından ithalin de önüne geçilmesi hedefleniyor.
1997 yılında kapalı susam mutant türünü keşfeden Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa İlhan Çağırgan, tür üzerinde üniversitede proje çalışmalarına başladı. 2004 yılında ise yine kabuğu çabuk kırılan özel bir mutantı keşfeden Çağırgan, bu tür üzerinde de yaklaşık 13 yıllık bir çalışma gerçekleştirdi. Çağırgan, ‘Kırılgan Kapsüllü Susam’ ismini verdiği tür üzerinde yeni bir kapsül geliştirerek, ürününü Amerikan ince kabuklu (papershell) susamıyla karşılaştırdı ve hasat için daha elverişli olduğunu gözlemledi. Uluslararası Atom Enerjisi Kurum (IAEA) ve TÜBİTAK da destek verdiği projesinin ürününü basın mensuplarına tanıtan Çağırgan, yeni türün, biçerdöverle hasat edilirken, tohumları zedelenmeden harmanlanabileceğini, sapları ve kapsülleri ince olan mutant sayesinde de susamın tohum/sap oranı artırılarak az girdi ile çok ürün elde edilebileceğini ifade etti.
"Yılda 120 Bin Ton Susam İthal Ediliyor"
Susamın sağlığa son derece önemli bir katkısı olduğuna dikkat çeken Pro. Dr. Çağırgan, bu özelliğinin ortaya çıkmasının ardından dünyada susam üretiminin son 10 yılda yüzde 50 oranında artış gerçekleştirdiğini söyledi. Susam hasadının makineyle olmayıp, el emeği gerektirdiğini belirten Çağırgan, bu sebepten dolayı Türkiye’de üretimin azaldığını ve susamın en çok Afrika ve Asya ülkelerinde yetiştirilmeye başlandığını kaydetti. Türkiye’nin susamı çok tüketen ülkeler arasında yer aldığına işaret eden Çağırgan, aralarında Antalya’nın da bulunduğu birçok bölge ikliminin susam yetiştirmeye müsait olmasına rağmen yurt dışından yılda 120 bin ton susam ithal edildiğini, bunun sebebinin ise makineyle hasat yapılamaması olduğunu söyledi. Yeni buluşun makineyle hasat yapılabileceğine işaret eden Çağırgan, bu özellik sayesinde Türkiye’de son yıllarda düşmüş olan susam üretiminin artacağını, susam ithalinin de önüne geçilebileceğini savundu.

LYS birincisi görme engelli Fulya Boğaziçili oldu

Lisansüstü Yerleştirme Sınavları'nda (LYS) 5 puan türünde Türkiye birincisi olan Konyalı görme engelli Fulya Akkaya, Boğaziçi Üniversitesi iktisat bölümüne yerleşti. Akkaya, "Çok mutluyum, inşallah sevdiğim alana yoğunlaşacağım. Hayallerime kavuştum" diye konuştu.
Açıklanan LYS sonuçlarına göre TM-1, TM-2, TM-3, TS-1, TS-2 puan türlerinde Türkiye birincisi olan Fulya Akkaya, tek tercihi olan, hayalini kurduğu Boğaziçi Üniversitesi iktisat bölümünde öğrenim görecek.
Azmi ve çalışkanlığıyla çevresindekilerin takdirini toplayan Akkaya, üniversite sıralarına oturacağı günü sabırsızlıkla bekliyor.
LYS şampiyonu Akkaya, yerleştirme sonuçlarının açıklanmasının ardından aldığı mutlu haberi, AA muhabiriyle paylaştı.
Büyük şirketlerde üst düzey yönetici olmayı hedeflediğini belirten Akkaya, bunun için Boğaziçi Üniversitesi iktisat bölümünü tercih ettiğini söyledi.
"Hayallerimin Peşinden Gittim"
Akkaya, sonuçların ilan edildiği dakikaları soğukkanlılıkla beklediğini anlatarak, şöyle konuştu:
"Çok mutluyum, inşallah sevdiğim alana yoğunlaşacağım. Hayallerime kavuştum. Hiçbir şey bitmedi. Kendimi daha çok geliştireceğim. Hiç pes etmedim, istekle, programlı ve düzenli bir şekilde çalıştım. Emeğimin karşılığını da aldım. Edebiyat, matematik ve coğrafya zaten ilgi alanımdı. Ailem, hocalarım ve arkadaşlarım bana hep destek oldu. Babam hukuk eğitimi almamı çok istiyordu ama ben hayallerimin peşinden gittim."
Lise öğrenimi sırasında İstanbul'a düzenlenen gezide Boğaziçi Üniversitesi'nden çok etkilendiğini dile getiren Akkaya, tercihini de bu yönde kullandığını aktardı.
Akkaya, engellilere hayatta hiçbir zaman ümidini kesmemeleri mesajını vererek, "Özgüven çok önemli. Hiçbir zaman yılmasınlar. Sosyal olmayı tercih etmeliler. Azmedip çalıştıktan sonra başarılamayacak hiçbir iş yok." dedi.
"Kızımı Yalnız Bırakmadım"
Anne Berlin Akkaya ise kızının çok düzenli çalışarak başarı elde ettiğini dile getirdi.
İstanbul'da kızının yanında yeni bir hayata başlayacaklarını ifade eden anne Akkaya, "Eğitim hayatı boyuncu kızımı yalnız bırakmadım. Şimdi de inşallah İstanbul'da birlikte kalacağız. Kızımın kariyerinde başarılı olacağına inanıyorum. Bize bu mutluluğu yaşattığı için ona çok teşekkür ediyorum. Onunla gurur duyuyoruz. 'Azim nedir' diye sorsalar 'Fulya' diye cevap veririm. Başka söz kullanmam." diye konuştu.

İyilik olsun

İyilik üzerine yola çıktık. İyilik gibi bir mücevherin göz önünde olmamasına, gölgede kalmasına, yokmuş varsayılmasına, etkisiz bırakılmasına gönlümüz elvermediği için bir şeyler yapmaya karar verdik.
Yaşamın her anında, her alanında iyilik maalesef ki bu şekilde değerinin uzağında tutulmakta, yaratacağı güzel dünya ne yazık ki grimsi bir kargaşa yuvasına dönüştürülmektedir.
Halbuki bakışımızı hafif değiştirebilirsek ne kadar muhteşem bir yaşamın içinde nasıl bir zenginliklere sahip olduğumuzu görmek  içten bile değil.
Ne yazık ki bu konuda toplumlar arası bir mutabakat varmış gibi daima, öncelikli olarak kötü olan, istenmeyen, zarar veren, kalitesiz olan, değersiz olan, negatif olan her ne varsa gözümüze sokulmakta, öne sürülmekte, gözlere zevksizlik, kulaklara gürültü, damaklara tatsızlık, ruhlara sıkıntı olarak dayatılmaktadır. Tüm bunların neticesinde yeni nesiller tatsız, tutsuz, manasız, sevgisiz, saygısız birbirinden kopuk, lisansız bir biçimde yetişip medeniyetimiz kökünden bitip tükenmektedir.
Bu paragraf bile başlı başına şikayet ettiğimiz bakış açısının kurbanı olup, bu satırlarda hoyratça hüküm sürmektedir.
Hâlbuki ne güzel bir dünya emrimize amade sunulmuş, sağlıklı her nefes, huzurlu her an ne büyük kıymetler taşımaktadır yaşam döngümüze hiç bir karşılık beklemeden.
Sabah güneş ışığına bakabilmek, kuşların cıvıltısına kulak kesilmek, tertemiz havayı ciğerlerimize çekmek mutlulukların en güzeli değil mi?
Etrafımızda her gün büyüklü küçüklü iyilik iksirine bulaşmış ne kadar çok şey var ki. Sokakları süpürenler, dükkânlarını her gün bizler için açanlar, bir şeyler öğretmek için çabalayanlar, çiçek açanlar, meyve verenler, günaydın diyenler, gülümseyenler, af edenler, el uzatanlar, yol verenler, hal hatır soranlar, elindeki yiyecekten bir parçasını ikram edenler ve daha milyonlarcası.
Her an binlerce insan, on binlerce canlı iyi şeyler yapmakta. Dünyamıza güzellikler katmakta, yardımcı olmakta, mutluluk dağıtmakta, keyifli anlara sunmaktalar.
Günde kaç kişi karşılıksız eğitim vermekte, sağlık hizmeti sunmakta, karın doyurmakta, daha farklı farklı biçimlerde yardım sunmakta. Günde kaç kişi birilerini teselli etmekte, sakinleştirmekte, motive etmekte, kutlamakta. Günde kaç kişi yararlı bir şeyler üretmek için çalışmakta, emek vermekte, ter akıtmakta. Günde kaç kişi dünyaya, insanlığa, hayata, kendine her hangi bir zarar vermeden yaşamakta ve yaşadığı anlardan keyif almakta.
Günde kaç kişi etkili satırlar yazmakta, ahenkli şarkılar notalamakta, güzel sesleri çıkarmakta, muhteşem renkleri karıştırmakta, keyifle enerjisini sportif faaliyetlere aktarmakta......
Dünyamız harikulade bir yer ve burada muhteşem insanlar yaşamakta. Doğa tüm güzelliğini yaşama tat katmak için sunmakta. Bakışımızı değiştirip, öne aldıklarımızı değiştirebilirsek bunların hepsi burnumuzun dibinde durmakta.
Kılavuzumuz iyilik olduğu taktirde yolumuzda iyilikle dolar ve iyilik bizlere yaşanabilir, keyifli, huzurlu yaşamlar sunar.
iyiturks

Hayatta İyi ve Güzel şeyler Oluyor

Böbrek yetmezliği olan ve amcası tarafından bakılamayacağı gerekçesiyle 8 yaşındayken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na verilen Kader Y.’nin (13) kaderi, korucuyu ailesi Mustafa ve Azize Boyraz çiftiyle değişti. Baba Boyraz, verdiği böbreğiyle kızını sağlığına kavuşturdu.
Görmeden kabul ettiler, Kadere can oldular
Habertürk Gazetesi'nden Aykut Yılmaz'ın haberine göre, Mersin’de yaşayan Boyraz Ailesi, bir kız çocuğuna koruyucu aile olmak için 2013 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na başvurdu. Bakanlık, uygun çocuk bulunmadığını, sadece böbrek hastası bir kız çocuğu olduğunu bildirdi. Mustafa ve Azize Boyraz, Kader’i görmeden, koruyucu aile olmak istediklerini söyledi.
Kader, Boyraz Ailesi’nin yanına yerleştirildi. TIR şoförü olan baba Boyraz, 1 ay sonra Mardin’de büyük bir trafik kazası geçirdi. 27 gün Dicle Üniversitesi’nde yoğun bakımda yatan Mustafa Boyraz, kaza sonucu engelli hale geldi ve işini kaybetti.
Böbreğini Bağışladı
Bu sırada Kader rahatsızlandı, 10 ay Mersin’de ve Ankara’da hastanede yattı. Eşini evde, ilk eşinden olan oğluna emanet eden anne Azize Boyraz, Kader’e refakatçi oldu. Kader, böbrek nakli için sıraya alındı. Zaman zaman kızı için kan veren Mustafa Boyraz, organ bağışı için kendisinden doku örneği alınmasını istedi. Baba Boyraz, dokunun uyuştuğunu öğrenince tereddüt etmeden böbreklerinden birini Kader’e verdi. Ameliyat, Adana’da Yüreğir Başkent Hastanesi’nde önceki gün başarılı bir şekilde gerçekleşti.
Ameliyat sırasında Boyraz’ın safrakesesinde taş olduğu anlaşılınca, operasyonda safrakesesi de alındı. Baba Boyraz, “Kazadan sonra kızıma gideceğim diye hayata tutundum. Böbreğimi verirken de hayatımı ikinci defa kurtarmış hissettim” dedi.

Anadolu Efes'ten Mükemmel Galibiyet

Euroleague çeyrek final karşılaşmalarında bu hafta tam anlamıyla bir Türkiye mucizesi yaşandı. Fenerbahçe’nin ilk iki maçı ile Darüşşafa ve Anadolu Efes’in kesin favori rakipleri karşısındaki deplasman galibiyetleri, turnuvada beklenmedik bir Türk hegomanyası yarattı. Bizler için çok zevkli ve gurur dolu bu maçlar, unutulmaz hatıralar olarak hafızalarımıza kazandı. Tüm takımlarımızı tebrik eder, başarılarının Final-Four’a ulaşarak taçlandırmalarını temenni ederiz.
Anadolu Efes’in Yunanistan deplasmanına gidersek; Karşılaşma takımların karşılıklı basketleriyle dengede başladı, 8-10 Efes TV molasına önde girdi. Mola sonrası oyundaki denge değişmeyince Anadolu Efes ilk periyotu 22-23 önde tamamladı.
İkinci çeyrek de takımların bulduğu karşılıklı basketlerle açıldı, 14.dakikada skor 30-27 Olimpiyakos lehine oldu. Periyotun diğer yarısı ev sahibi ekibin istediği gibi oynanınca ilk yarı 44-37 Olympiacos üstünlüğünde geçildi.
Üçüncü periyota takımımız iyi başladı, 23.dakikada farkı eriterek skoru 44-41 yaptı. Fakat Anadolu Efes’in oyundaki üstünlüğü kısa sürünce kontrolü ele geçiren Olimpiyakos son periyota 54-51 önde girdi.

Harikasın Darüşşafaka!

Darüşşafaka Doğuş dün akşam harika bir iş çıkardı. Euroleague' çeyrek final eşleşmesinde şampiyonluğun en güçlü adaylarından Real Madrid'i deplasmanda yenmeyi başararak çok önemli bir başarıya imza attı. Kağıt üzerinde kesin favori görünen Real Madrid karşısında inanarak ve bu inancı sahaya akıllı bir oyunla yansıtarak, Darüşşafaka güzel bir an bıraktı dün akşamdan zamana. Onlara candan teşekkürlerimizi sunar, aynı güzel anların nihai başarı olan Final Four'a çıkarak ulaşmalarını temenni ederiz.
Maçın hikayesine bakarsak, oyuna Clyburn’ün üçlüğüyle başlayan Darüşşafaka Doğuş dış atışlardan isabet bulurken Real Madrid, Gustavo Ayon’un asistleri üzerinden Jeff Taylor’la basketler buldu. İlk 5 dakika 8-12 Daçka önderliğinde geçilirken skoru istediği gibi yöneten temsilcimiz ilk çeyreği 19-22 önde kapattı.
İkinci çeyrek Ante Zizic’in rakip pota altına kurduğu üstünlükten desteklenen Daçka hücumları, Scottie Wilbekin’den gelen üçlüklerle de eklenince, çeyreğin 3. dakikasında farkı 9’a çıkarttı ve skoru 28-37’ye getirdi. Sonraki bölümde Madrid farkı indirmeyi başarsa da ilk yarı Wilbekin’in son saniye üçlüğüyle 38-44 Daçka lehine tamamlandı.
Üçüncü çeyrekte Real Madrid tarafında sahada Sergip Llull fırtınası esti. 3 dakikada 4, çeyrekte toplamda 5 üçlük isabeti bulan Llull takımını skorda öne geçirmeyi başardı. Daçka cephesinden Llull’e cevap Brad Wanamaker’dan gelse de son periyoda Real Madrid 68-66 önde girdi.
Son çeyreğe 6-0’la başlayan Daçka 3. dakika geride bırakılırken 68-72 öne geçti. Ayon’la maça tutunan Real Madrid, aldığı hücum ribaundlarıyla da ikinci şans sayıları buldu. Son dakikaya 78-78 beraberlikle girilirken Wilbekin eşitliği bozdu ve son 50 saniyeye girildi. Sonraki hücumdan yararlanamayan Madrid, Clyburn’e taktik faul yaptı. Faul atışlarında hata yapmayan Clyburn farkı 4’e çıkartırken kalan sürede skoru koruyan Darüşşafaka Doğuş maçtan 80-84 galip ayrıldı ve seride durumu 1-1’e getirerek saha avantajını cebine koymuş oldu.
Gurur Dolu Bir Gece
Madrid yolculuğu öncesinde Brad Wanamaker ve Birkan Batuk'la yapılan görüşmüşmede; Her ikisi de, "Dışarıdan bakan insanlar İspanya'da alacağımız galibiyeti sürpriz olarak görüyor ama bizim için orada maç kazanmak sürpriz olmayacak" demişlerdi. Haklı da çıktılar! Koç David Blatt, Darüşşafaka'ya maçın ikinci yarısında bir an bile geri adım attırmayarak galibiyetin gelmesinde inancın çelik iradesini sahaya yansıttı.

Keçiboynuzu: Mucize Tat Karat Karat

Pek çok kere farklı mecralarda karşımıza çıkan, önce adı ile sonra faydası ile dikkatimizi çeken Keçiboynuzu hakkındaki bilgileri derleyip toplayıp bir araya getirmeye çalıştık. Konu hakkında bilmediğimizi pek çok şeyin olduğunu ve faydalarının tahminlerimizin çok ötesinde olduğunu gördük. Bu yazıyı okuyanlara konu hakkında farklı kaynaklardan daha ayrıntılı araştırmalar da yapmalarını önerir, yapmış olduğumuz derlemeyi ilginize sunarız. İyi okumalar.
Keçiboynuzu (Ceratonia siliqua) veya harnup, baklagiller (Fabaceae) familyasından olup Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü yerlerde doğal olarak yetişen ve baklaları (meyveleri) yenen, herdem yeşil çalı ya da ağaç formunda olan bir bitki türü.
Özellikleri
Uzun ömürlü ve boyu 10 m. kadar olan maki türü bir ağaçtır. Sert ve koyu yeşil yapraklıdır. Yaprakları, karşılıklı dizilmiş bileşik yapraklar olup boyları 10–20 cm. uzunluğunda olup damla uçludur.
Çiçekleri; 6–12 cm. uzunluğunda olup açık yeşilimsi kırmızı, küçük ve çok sayıdadır. Çiçekler eylül-ekim aylarında açar ve kötü kokuludur.
Ağacın meyveleri (legümen) ise 15–20 cm. kadar olabilen ve ilk zamanlar yeşil ama olgunlaştığında kahverengileşmektedir. Ağaç Meyvesinin mezokarpı (orta tabakası), taze iken yumuşak ve tatlıdır. Her bir meyvenin (bakla) içerisinde on beş kadar sert kabuklu yassı tohumlar bulunur. Tohumlar Trigosol adı verilen bir madde içerir.
Bitkinin bazı cinsleri hermafrodit, bazılarında ise erkek dişi ayrı ağaçlardadır. Erkek ağaçlar meyve vermez. Bitkide en erken meyve 15-20 yıl içerisinde alınır.
Akdeniz kıyılarında, Kıbrıs adası, Libya ve ABD'nin Kaliforniya bölgesinde bulunur. Türkiye'de Antalya'nın Alanya, Manavgat, Gazipaşa ilçeleri ile Mersin’in Anamur, Erdemli, Bozyazı, Aydıncık, Gülnar ve Silifke ilçeleri ile Muğla'nın Marmaris ve Datça ilçeleri dolaylarında küçük veya büyük gruplar halinde yetişmektedir.
Kullanımı Biçimleri
Keçiboynuzu meyveleri öksürük ilaçlarında kullanılır. Çiğneme tütününe tat vermek için katılır. Keçiboynuzu meyvesinden pekmez de yapılır. Tohumlarından elde edilen balsam, tekstil endüstrisinde apreleme için kullanılır. Ayrıca çikolata imalatında tatlandırıcı olarak da kullanılmaktadır. Afrodizyak özelliğiyle cinsel gücü artırdığına da inanılmaktadır.
Tarihsel önemi
Yunanca'da keration, İngilizce'de carob, Arapça'da ise kharub veya kharnub olarak anılır. Keçiboynuzu tohumu yüzyıllar boyunca elmas ölçmek için kullanılmış, elmaslar keçiboynuzu tohumu ile tartılarak satılmıştır. Bu yüzden, kırat ya da karat denilen ölçüye adını vermiştir.
“İki dirhem bir çekirdek”
"Keçiboynuzu çekirdeği, doğada ağırlığı değişmeyen bir tohumdur. Bütün tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir. Bu hem çok kuruduğu ve meyvesinden çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için, hem de içine su alma olasılığı çok az ve çok uzun zamana bağlı olduğu içindir. Bu nedenle Araplar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır. Onaltı tanesi bir dirhem eder. Dirhem, değişmekle birlikte 3 gr. ağırlığı temsil etmektedir. Satıcı iki dirhemlik (32 çekirdek) bir şey satarken lütfedip 1 çekirdek fazla tartarsa bu, malı alanın itibarını gösterir. Olağandan fazla giyinen, süslenen vb. kişilere iki dirhem bir çekirdek denmesi bundan kaynaklanmaktadır."
Faydaları
Kolesterol içermez ve antioksidan özelliğine sahiptir. Kafein yoktur. Potasyum, kalsiyum, sodyum, magnezyum ve demir minerallerinden zengin olan keçiboynuzunu yüksek oranda çinko içerir.
Baklagiller familyasından keçiboynuzunun, içerdiği çözünmez posa, polifenoller ve taninler ile sağlığa olumlu etkileri bulunuyor.
Posa miktarı da yüksek oranlarda olan ve Çözünür ve çözünmez posa içeriği dışında iyi bir kalsiyum kaynağı da olan keçiboynuzunun özellikle kadınlar ve çocuklar tarafından tüketilmesi daha da önem taşıyor.
Kadınlarda ilerleyen yaşlarda kemiklerden kalsiyum çekilimi olduğu için osteoporoza karşı önlem alınmasını sağlayan keçiboynuzu, çocukların kemik gelişiminde de kalsiyum depolarını doldurmaya yarıyor.

Yaşamın Gayesi Nedir?

Bir kaç gün önce acı bir haber ekranlara düştü, devamında pey der pey ayrıntıları da gelip geçti. Ancak bazı bilgiler öyle hemencecik gelip geçmiyor, geçemiyor beyin süzgecinden. Beyin, ısrarla o bilgiyi/bilgileri alıp sorguluyor, analiz ediyor ve bizleri bir muhakeme yapmaya zorluyor. Bundan kaçış namümkün.

Bahse konu olan haber, 70 yaşlarında bir çiftin Çeşme'de kayıp olması ile başlıyor, sonrası intihar haberleri ve en nihayetinde ise arkasındaki hikâye birer birer bizlere ulaşıyor. Baştan sona günümüz insanının "Modern çaresizliğinin" izlerini taşıyan, çağdaş bir trajedi bu yaşanılanlar. 

Sonrasında ayrıntısı ile ortaya çıkan haberin özetle içeriği şu şekilde: 70 Yaşında bir çift çok sevdikleri Çeşme'de birlikte bir otel yerleşiyorlar. Bir gece otelden ayrılıp sonrasında, denizde beraber yaşamdan koptukları haberi ile gündemdeki hüzünlü yerlerini alıyorlar. Geriye bıraktıkları notta, malı mülkü satıp hayır kurumlarına bıraktıkları, kalan paralarını otel çalışanlarına bağışladıkları vd bir kaç kibar/düşünceli şeyler yer alıyor.

Medyanın işin peşine düşmesi ile çiftin sosyal medya (eskiden çaresiz insanlar sokağa/dile düşerken, günümüzün modern dünyasında sosyal medya bu işlevi görüyor.) hesaplarında en son dinledikleri şarkı olan ‘Nasıl Geçti habersiz, O güzelim yıllarım’ı,

50 yıl birlikte mutlu yaşadıktan sonra, şimdi onurumuzla gitme zamanı. Sizi seviyoruz. Hoş çakalın...................................................... 

                                                    notu ile paylaştıkları ortaya çıkıyor.

Tam, bunların kimi kimsesi yok muymuş derken, yine medyanın marifeti ile bir çocukları olduğu ve son vedadan önce yine sosyal medya üzerinden vicdanları yaralayan, bizlerin “Modern Çaresizliğini” yüzlerine vuran bir dizi yazışmaları olduğunu görüyoruz.

Çiftin “Hoş çakal” mesajına “Canlınız yetmedi, kendinizi öldürerek de ağzıma s*çın. Nefret ediyorum ikinizden(onurlarıyla sessizce gitmeye çalışan, 70 yaşlarındaki anne babaya verilen cevaba bakın lütfen)” cevabı verdiği öne sürülen oğulların Kanada’da yaşadığı ortaya çıkıyor.

Kanada’da yaşayan oğlun verdiği bilgilere göre; Anne-babasının 10 yıl önce “Ayrı yaşamaya dayanamayız. Birimize ağır hastalık gelirse diğeri de canına kıyacak. Gidersek birlikte gideriz demeye başladığını belirten Çetin “Bunu yapmanız beni çok yaralar' (böyle bencil ve ruhsuz bir insan nasıl bir sistemin sonucudur?) cevabını verdim. Babamın kanser olduğunu ölümünden sonra öğrendim” dedi.

Bu işin kolayına kaçmak bence. Mücadele etmelilerdi. (Mücadele! Hem de 70 yaşında! Hem de Yalnızlıkla, kötü hastalıkla!) Benden yardım istemelilerdi. Türkiye’de insanlar hemen ‘Hayırsız evlat’ diye yazmaya başlamışlar. Haftada 3-4 kere konuşuyorduk, bazen her gün konuştuğumuz

oluyordu. Maddi durumları ( J bizi bu hallere koyan maddi durumlar değil mi?)benden iyiydi. Manevi olarak da her zaman yanlarındaydım. Hastayım deselerdi (70 yaşına gelmiş olanların hastayım demesine ne hacet var. Yaşlılık başlı başına bir destek konusu değil mi? O yaşta tek lazım olan ilgi ve insani sıcaklık değil midir? Hele ki tek evlat isen!) gelirdim, onları Kanada’ya alırdım. Ben burada hayırsız evlatlık görmüyorum.””

İki yılda bir Türkiye’ye gelip ailesiyle tatil yaptığını belirten Levent Noyan Çetin, gönderdiği mesajla ilgili ise şöyle devam etti: Çok büyük kızgınlıkla yazdım. Beni, torunlarını böyle terk etmelerine vicdanım el vermedi. Çok kızdım. Belki gitmelerine engel olurum, cevap verirler diye daha da öfkelendireyim diye düşündüm. Ama okudular ve gittiler. Mesajlardan sonra banyoya gidip ağladım. 7 yaşında çok güzel bir kız çocuğum var. Hiçbir zaman bunu ona anlatamayacağım.”

Evet neresinden bakılırsa bakılsın kocaman bir trajedi… Modern trajediler böyle bir şey olmalı…. “Varlığın getirdiği yokluk; Yokluğun dayanılmaz ızdırabı”.

Modernlik, varlığı maddi şeylere bağlayıp, belli bir dönem bizleri oltanın ucundaki yeme koşan, av gibi peşinde sürüklemekte; Yemi kaptıktan sonra en güzel günlerin bu şekilde heba olduğunu görüp, yemin soğuk yüzü ile yalnızlığa mahkûm kılmaktadır.

Modernliğin tek işlevi oltadaki yem peşinde koşanları temin etmek ve bunların manevi bir boşluk ile enerjileri bitince sessizce yalnızlık girdaplarına bırakıvermektir. Modern dünyanın nimetlerine kanıp ve tek gaye olarak onlara ulaşmayı istikametlerine koyanların başına gelen aşağı yukarı budur.

Hepimiz bu oltanın ucundaki  “Maddi durumları iyi ”  olanlar gayesine kaptırmış, muhtemel kurbanlar olarak, gözlerimiz, beynimiz ve bomboş ruhlarımız ile pür dikkat oltanın peşinde en güzel yıllarımız tüketmekteyiz.

İyi eğitim, iyi iş, iyi eş, iyi aş, iyi ev, iyi araba, iyi çocukları maddiyatla, yeni olanla, güzel olanla, hızlı olanla, steril olanla ve daha nicesi olan yüzlerce modernliğin bizi bizden alan, nefislerimizi köleleştiren en güzel ambalajları ile elde edebileceğimizi sanıyoruz.

Tüm bunlara bir şekilde sahip olduğumuzda ise “O” bizi bizden alan sihri kayıp olup, tatminsiz, ruhsuz birer soğuk meta ile baş başa kalmaktayız.......................................... 

“O” iyi diplomalar, iyi işler, iyi evler, iyi arabalar, iyi yetişmiş evlatlar ve daha niceleri bizim olunca, tüm ışığını yitirip, cazibesini kayıp ettiğinde, ne onlar bizim olabiliyor, ne de bizler onlarla olabiliyoruz....................................................................................... 

Hedefe her ulaştığımızda bizden bir şeyler giderken, “O” “İYİ” diye sahip olduğumuz yemlerin her seferinde “daha iyileri” arz-ı endam ederek, bizlere iyiye sahip olma tatminini bile doyasıya yaşatmamaktadırlar.

Bir ömür kısaca bir solukta okuyup, iyi bir iş, iyi bir eş, iyi bir maddiyat, iyi bir evlat yetiştirip, onu kendi ellerimizle kendimizden uzaklara atıp, kendimize yabancı kılıp,

ruhsuz birer “Modern çaresiz” yetiştirmekle geçmektedir. Bunu fark ettiğimizde ise iş işten çoktan geçmiş, çaresiz yalnızlığımızın dayanılmaz sessizliği içinde bir çıkmazda son dönemlerimize heba etmekteyiz.

Bizler “İyi” kavramını maddiyata mahkûm kıldıkça bizim tüm “İYİLERİMİZ” zamanın yok edici gerçekliği ile yüzleşip, kararak, parlaklığını yitirip, “KÖTÜ” anlarımıza yol alacaklardır............................................................................................... 

İşte bu maneviyattan yoksun dünyalarda,iyilik ile kötülük aynı materyalin iki farklı yüzü olacaktır.
................................................................................................................... 

İyiliğin bir yanını maneviyatla sıvamadıkça, zamanla dökülmeye mahkûm maddiyat, sıvasından geriye acı bir kötülük kalacaktır.

Gerçek olan şu ki, tıp ki eşyalar gibi insanlıkta modernitenin en acımasız getirilerinden olan “kullan-at”  yaklaşımın kurbanı olmuştur. Bu yaklaşımda tamir, vefa, değer kazanma olmadığından, her şey hıza ve yeniliğe kurbandır. ‘Değer’ zamana direnemeyen hıza kurban edilen bir kavramdır. Öncelikle eşyalarımızla başlayan bu akıma, sırası ile ilişkilerimiz, kurumlarımız, manevi değerlerimiz ve doğal olarak bunların hiç biri kalmayınca kendimiz kurban edilmiştir.

Hakikat şu ki, bizler gerçeği yitirmişiz. ‘Gerçek insan’, hata yapan, eksik yapan, yorulan, yoran, kırılan, kıran ve daha binlerce çeşit duyguları/inançları olan bir candır. Mükemmel insan diye steril tipler yaratarak ‘gerçek insanı’ yok etmişiz. Bununla beraber gerçek sanatı, gerçek ilişkileri, gerçek mutlulukları, gerçek acıları, gerçek tatları ve daha nice gerçek olanı benzer biçimde yok etmişiz…..

Bu konuda yazılacak o kadar şey varken ne fikirlerimiz toparlayabiliyor ne de daha fazlası için bir çaba sarf edebiliyoruz. Bu noktada aklımıza, bir köşede hep duran TRT’de yayınlanan “Ömür Dediğin” isimli program geliyor. Bu program ile pek çok şey daha iyi ifade edilmekte ve bizlerin dimağlarına işlemektedir. Bu programın eğitimde mutlaka kullanılması ve bir şekilde yaşamlarımıza etki etmesi, günümüzün “Modern Çaresizliğine” çare olabilecek uğraşlarımıza çok önemli katkılar sağlayacaktır.