Oldukça zor, meşakkatli fakat bir o
kadar da önemli ve değerli bir süreç. Yaşamak, kısa ya da uzun süren, öyle ya
da böyle oynamak zorunda olduğumuz bir oyun. Kazanmak ve kaybetmek de her
oyunun doğal sonucu. Bu çağın yaşam oyununda ise artık sonucu belirleyen, doğru
bilgiye ulaşma, onu etkili kullanabilme ve yönetebilme becerisinin varlığı ya
da yokluğudur. Bu becerinin arkasındaki güç zekâdır. Karmaşık, çok boyutlu ve
dinamik bir yapısı olduğu bilinen zekâ kavramı için, düşünme, algılama,
yargılama, öğrenme, sonuç çıkarma yetenekleri denebilmektedir. Çevreye ve
koşullara uyum sağlayabilme ve hatta değiştirme yetilerine de özellikle dikkati
çekmek isterim. Bu durumda da en özel konumu yaratıcılığa verebiliriz.
Nedir
yaratıcılık, kimdir yaratıcı insan?
Yaratıcılık, var olanın dışında bir
şeyler ortaya koyabilmektir. Bilinen, alışılmış yöntemlerden çok daha farklı
yöntemler kullanabilmektir. Yaratıcı insan, her şeyi olduğu gibi kabul etmeyen,
yeni ve farklı bakış açıları oluşturabilen, girişimci ve özgür düşünceli
insandır. Yaratıcılığın, tüm insanlarda olduğundan söz edilir fakat sonuçta
herkese yaratıcı denmemektedir. Sadece yüksek IQ’lu olma durumuyla da
açıklanması mümkün olmayan yaratıcılık için, aslında çok yönlü düşünebilme ve
sonuç üretme becerisi kilit rol oynamaktadır. Arayışımız, zekânın ve
yaratıcılığın en ön planda desteklendiği ve hedeflendiği bir eğitim sistemidir.
Bu aşamada nasıl tek tip bir zeki insan modeli yoksa zekâ ve yaratıcılığı da
ortaya çıkaracak tek tip bir eğitim modeli de düşünülmemelidir. Öğrenme aktif
bir süreçtir. Birey, neyi, nasıl, nerede ve ne şekilde öğreneceği konusunda
aktif rol oynamalıdır ki, sadece okudukları ya da öğretenin anlattıklarıyla
sınırlı kalmasın. Kişi uyarıcıları kendi yaşantısıyla ilişkilendirerek öğrenmelidir.
Ona bu fırsat verilmediği sürece, verilen bilgilerden yararlanma ve sonuç
çıkarma olasılığı çok düşüktür. Ne yazık ki, bugün eğitim sistemimizin
öğrenciden beklediği de budur. Uslu olsun. Verileni depolasın. Farklı
düşünmesin, farklı ses çıkarmasın. Oysa çocuklarımızın uslu değil, “us”lu
olmalarını hedeflemeliyiz. Onlara öğretmeyi değil, öğrenmeyi merkezine almış
bir eğitim sistemi sunmalıyız. Onların kendi gelecekleriyle birlikte ülkenin
geleceğini de kuracaklarını unutmamalıyız.
Geleceğin mimarlarına, elindekilerle
yetinmeyip, dış verilerden yola çıkarak, gözlem ve deneyler yapabilmeleri
konusunda olanaklar sağlamalıyız. Her seferinde başarılı sonuçlar elde
edilemeyebilir, tıpkı Thomas Edison’un ampulü bulabilmek için binlerce kez
denemek zorunda kalmış olması gibi. Kuşkusuz sonuncu denemenin başarısı önceki
binlercenin yarattığı birikime dayalıdır.
Üzerinde çalışılan bir konuya verilen
emek, gösterilen bağlılık, sabır ve sebat sonuca ulaşmada gerekli olan
faktörlerdir.
Pek çoğumuz için sosyal, ekonomik ve
kültürel hayatta karşılaştığımız ve uymakta zorlandığımız gelişmeler varken,
çocuklarımız artık bunların içine doğuyorlar. Onların ilgilerini ve
ihtiyaçlarını fark edebilmeli, deneme-yanılmalarına fırsat tanımalıyız. Ancak
bu sayede hem bireysel, hem de toplumsal olarak gelişebiliriz. Bilgi çağı
olarak adlandırılabildiğimiz bu dönemde, hızlı düşünüp hızla doğru tepki vermek
kadar, serinkanlı olup enine boyuna irdeleyerek hareket etmek de önemli
olacaktır. Her iki açıdan da ülkemizde pek çok olumlu çabanın olduğunu
söyleyebiliriz.
Bilim,
sanat ve teknolojide insan kaynağı oluşturmalıyız
1995 yılında çalışmalarına başlayan
Türkiye Zekâ Vakfı, değişen toplumda en önemli sermayenin beyin gücü ve zekâ
olduğuna inanarak; genç bir nüfusa sahip olan ülkemizdeki pek çok cevherin,
bilgi üretimine katkıda bulunmasını ve bilgiyi yaratıcı biçimde
kullanabilmesine zemin hazırlamayı temel hedefi olarak görmektedir.
Uluslararası rekabette üstün bir
konuma gelebilmek için bilim, teknoloji ve sanat konularında gereken insan
kaynağının oluşturulmasını sağlayacak bir eğitim politikasının belirlenmesine
ve uygulanmasına katkı sağlamanın da önemine dikkati çeken Vakfımız
etkinliklerini, projelerini bu doğrultuda geliştirmeye özen göstermektedir.
Türkiye’de TÜBİTAK araştırmalarına
göre bilinen, 0-24 yaş aralığında 682 bin üstün zekalı birey bulunmakta. Bu
sayının da nüfusumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu belirtilmekte. Bu bireylerin
sadece 6 bin 942’sinin bilim ve sanat merkezlerinde, düzeylerine uygun eğitim
olanaklarından yararlandığı biliniyor. Peki, ya geriye kalanlar?
Bu gençlerin her birinin birer cevher
olduğu ve doğru yöntemlerle işlenmeyi bekledikleri üzerinde önemle durmak
isterim. Son dönemde, bu konunun hassasiyeti, TBMM bünyesine de taşındı. Üstün
yetenekli çocukların ülke düzeyinde belirlenmesi ve desteklenmesine dönük
çalışmalara tüm partilerin özel önem göstermeleri çok sevindiricidir. Bu amaçla
kurulan araştırma komisyonunda Türkiye Zekâ Vakfı olarak biz de etkin rol
alacağız. Gençlerimizin yetenekleri doğrultusunda en doğru ve onlara en uygun
ortamlarda eğitim almalarını sağlayarak, öğretmenlerinin ve ailelerinin emeği,
desteği ve katkılarıyla, teknolojiden de yararlanarak geleceğimizi daha da
aydınlatacaklarına inanıyorum.
Unutmayalım ki, insanı diğer
canlılardan, bilgisayarlardan ayıran en temel fark, düşünme yeteneğine sahip
olmasıdır. Bize kendimizi ve evreni muhakeme etme ve değiştirme şansı veren bu
güç en büyük hazinemizdir. Onu kullanalım, küflenmekten koruyalım. Muhakeme gücünün
küflenmesi uyarısını ancak Shakespeare’in bir trajedi içerisinde bu kadar güzel
dile getirdiği gibi.
Nedir
insan dediğin,
Ömründen
bütün biçtiği uyku ve yeme içme ise?
En
fazla bir hayvan, değil daha ötesi.
Bizi
böylesine özene bezene yaratan,
Bu
yeti ve yaradana yaraşır muhakeme gücünü
Vermemiştir
hiç kuşkusuz,
Durduğu
yerde küflensin diye!
W. Shakespeare /Hamlet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...