40 Yılda Bitirilen Çeviri


Ahmet Cemal; Almancanın en iyi çevirmenlerinden. Türkçeye Almancadan kazandırdığı yapıtlar, saymakla bitmez: Hamsun'dan Açlık'ı mı sayalım, Bachmann'dan Malina'yı mı, Kafka'dan Dönüşüm'ü mü, Musil'den Niteliksiz Adam'ı mı? Ama onun tam 40 yıldır üzerinde çalıştığı bir roman vardı ki, işte o roman geçtiğimiz günlerde tamamlandı ve İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. 20. yüzyılın en büyük romancılarından Hermann Broch'un kaleme aldığı Vergilius'un Ölümü adlı romandan bahsediyoruz. Cemal'in 1972'de çevirmeye başladığı roman, yazarının başka dillere çok zor çevrilmesiyle biliniyor. Ömrünün 40 yılını adadığı eser bir yana, yıllar önce Cumhuriyet'teki köşesinde 'ölümle kurduğu yakınlık'tan bahsettiği yazısı da hâlâ belleklerimizde. Bir arkadaşından borç isterken, ondan sadece nasihat almış ve bir anlığına dahi olsa hayattan çekip gitmeyi düşünmüş, ve bunu da cesurca ifade etmişti. Yıllarca parasızlık çekmiş olsa da ömrünü edebiyata adayan bu adam, aynı zamanda İttihat Terakki'nin üç paşasından biri olan Cemal Paşa'nın torunlarından, paşanın büyük oğlu Necdet'in oğlu. Cemal Paşa'nın Tiflis'te bir suikaste kurban gitmesinden sonra parmağından kesilerek çıkarılan yüzüğü taşıyor. Dedesinin vasiyeti gereği kendisiyle aynı ismi taşıyan torununun parmağında olan yüzük, bu söyleşinin sadece bir objesi ama romanın önsözüne yazdığı aile hikayesi nedeniyle onunla paşa torunu olmayı da konuştuk. Her ne kadar 'cehennemden farksız,' diye nitelediği çocukluk günlerine geri dönmek zorunda kalsak da, onu cehenneminden çıkaran Antikçağ şairi Vergilius'la kurduğu yakınlığa bir ömür adaması tadına doyulmaz bir sohbete vesile oldu. Tabii mevzu çeviri olunca, çeviri dünyasından edebiyat alemine, oradan Türkçenin sorunlarına kadar uzanmamak olmazdı. Ahmet Cemal; 40 yıl sonra nihayet bittiğinde, bitti diye üzüldüğü en büyük çevirisinin öyküsünü Pazar SABAH'a anlattı.
Hayatımın Anlamıydı
- Normalde biz gazeteciler yeni bir kitap çıktığında kitap söyleşileri yaparız. Ama istisna bir örnek olarak bir çeviri röportajı yapacağız sizinle. 40 yılda bir kitap çevirdiniz. Bu kitap 40 yılınıza ne kattı?
- Ben çok küçük yaşta okuma yazma öğrendim. Aile hayatımdaki koşullar nedeniyle hayattan çok korkardım. Her şeyin aslından çok korktuğum için çevirisini yapmaya başladım. Zaten çok sonra yazdığım bir kitabın adını Hayattan Çevirdiklerim koydum. Bir de, dille oynamayı sevmek gibi bir özelliğim var. Lise son sınıftan itibaren hem çalıştım hem okudum. Zorunlu işler yaptım. Çevirmenlik hayatım edebiyatla değil, noter bürolarında başladı. O yıllarda hayatımda para karşılığı olmayan, kendi kurguladığım bir dünyam da olsun diye düşünmüştüm. Bu romanla o yıllarda Avusturya Kültür Ateşeliği'nde karşılaştım. Orada yarım günlük bir işe girmiştim. Romanı bir haftada okudum ve 'Benim hayatımın anlamı bu olacak,' dedim. Başka kitaplar da çevirmeye başladıktan sonra, ancak bu romanı bitirirsem kendime çevirmen diyeceğimi düşündüm. Bu kitap, 40 yılıma anlamlı bir şey için yaşadığım duygusunu kattı. Zamanla olmaya başladığını hissettiğimde bu daha çok arttı. Ve yazarın ağzından konuşmaya başladığımı gördüm. Bir edebiyat çevirisi yaptığınızda, yazarla konuşamazsanız yapmamalısınız. Bu yüzden geri çevirdiğim çeviriler vardır.
- Bu 40 yılda pek çok önemli çeviriye de imza attınız. Nasıl başardınız bunu?
- Bununla eş zamanlı olarak son 10 yılda Niteliksiz Adam'ı çevirdim mesela. Ama ben daima iki çeviri üzerinde çalışırım, çünkü birinde olan yorgunluğumu öbürü giderir. Niteliksiz Adam, aynı dönemde, ama farklı bir üslupla yazılmış bir kitap. Çeviriyi bitirdiğimde kitabımı okuması için başkalarına vermişim duygusuna kapıldı. Bir sevgiyi paylaşmak gibi.
Broch Gibi Konuşabilirim
- Nasıl bir adam Broch?

- Broch çevrilmesi zor bir yazar. Zorluğunun iki kaynağı var. Birincisi, bu gördüğünüz yaklaşık 500 sayfalık düzyazı şiir. İkincisi, bu romandaki Almanca sözcüklerin yaklaşık yüzde 80'i yazarın kendi türettiği kelimeler. Yani onları sözlüklere, ansiklopedilere bakarak bulamıyorsunuz. Anlamı kavrayıp, Türkçede onun karşılığı olan kelimeyi türetmek zorunda kalıyorsunuz. Şimdi Broch'u anlıyor ve onun ağzından konuşabiliyorum. Yaşadığı dönem de ilginç, 19. yüzyılın son çeyreği. Avrupa'da siyasal ve toplumsal alanda bir çöküş yaşanırken, kültürel açıdan da büyük bir patlama yaşanıyor. Broch, çok uluslu bir ortamdan geliyor Avusturya Macaristan İmparatorluğu'ndan. Felsefeye çok meraklı, zaten hayata da felsefeyle başlamış. Edebiyata başladığında da felsefeyle edebiyatı bütünleştirmiş. Edebiyata geçişi oldukça geç, 50 yaşına doğru. Yazmaya başladığı dönem Avrupa nazizmin egemenliği altına girmiş. Aynı zamanda bir antifaşist, Avusturya'yı terk ediyor ve ABD'de ölüyor.
- Vergilius'un Ölümü'nü bu kadar uzun süre içinde başkasının çevirmesinden korkmadınız mı? Bir de yazarla empati kurduğunuzu söylüyorsunuz, nasıl?
- Çok büyük bir ukalalık yapacağım izninizle, tanıdıkça korkmadım. Buna temel olan kültürü, bu topraklarda en iyi bilenin ben olduğum gibi bir kanaatim var. Vergilius da yaptığını çok sorgulayan bir şair. Sanatın mutlaka bilgi temelli olması gerektiğini söylüyor, esinle, ilhamla değil. Ve sanatın mutlaka eleştirel olması gerektiğini anlatıyor.
Vergılıus Ve Broch
Hermann Broch, Vergilius'un Ölümü adlı romanını 1935 yılında yazmaya başladı. İ. Ö. 70- 19 yılları arasında yaşamış olan Publius Vergilius Maro, Roma İmparatorluğu'nda Augustus döneminin en ünlü şairiydi. Başeseri sayılan ve Troya'nın düşüşünden sonra İtalya'ya dönen Aeneis'ın yolculuğunu konu alan Aeneis Destanı, şairin sağlığında büyük hayranlık uyandırmış, Ortaçağ'da Avrupa edebiyatının en büyük şiiri sayılmıştı. Hermann Broch'un Vergilius'a duyduğu ilgi, Romalı şairin yaşadığı dönemden kaynaklanır. Broch, romanın konusunu şöyle anlatır: "Kitap, ağır hasta olan Vergilius'un Brundisium Limanı'na varışından ertesi günü öğlenden sonra Augustus'un sarayındaki ölümüne kadar geçen 18 saati anlatır. Romanın tamamı, şair Vergilius'un iç monoloğundan oluşur. Bu nedenle kitap, her şeyden önce şairin kendi hayatıyla, bu hayatın ahlak açısından doğruluğuyla ve yanlışlığıyla, bu hayatın adanmış olduğu şiir sanatının yerindeliğiyle ve boşunalığıyla giriştiği bir hesaplaşmayı dile getirir."
Asimilasyon Türkçeyi Yoksullaştırıyor
- Sizin bir de Yazko deneyiminiz var...
- 12 Eylül darbesinden sonra Türkiye'de yayıncılık zora girmişti. Bir tarafta yasaklar, diğer tarafta müthiş bir kağıt sıkıntısı. Tam o sırada Mustafa Kemal Ağaoğlu, bir kooperatif fikri attı ortaya. Çok da yararlı oldu, Yazko kitap basmanın imkansız olduğu dönemde epey kitap bastı. Yazko Çeviri, Soyut gazeteleri gibi süreli yayınlar da yaptı. Türk yayın hayatına önemli katkısı oldu.
- Çevirmen, çevirdiği yazarları kıskanmaz mı hiç?
- Şöyle diyeyim; önemli yazarları çevirmek, benim yazarlığımı geciktirdi. İkinci planda kalmak ise, olması gerekendir. Çevirmen yerinin arka plan olduğunu bilmelidir. Bu hiç küçümsenecek bir şey değil. Çevirmenlik yazarlıktan daha zordur.
- Nasıl buluyorsunuz çeviri dünyamızı?
- İç açıcı değil. Yayıncılar iyi Türkçe bilen çevirmen bulmakta sıkıntı yaşıyor. Yeni kuşak çevirmenler, kavram ve terim üretemiyor. Son 10 yılda yapılan araştırmaya göre Türk insanı günde 300-350 sözcük kullanıyor. Vergilius'un Ölümü bana kendi dilimin ne kadar zengin olduğunu kanıtladı. Çok önemli bir tehlike var, yabancı dilde eğitim veren okullar. Bildiğim kadarıyla eskiden sömürge olan birkaç ülke dışında hiçbir ülke izin vermiyor yabancı dilde eğitime. Bir de dilimizde çok tehlikeli bir kelime var, 'zaten' kelimesi. Bir Türke 'Türkçe biliyor musunuz?' diye sorsanız, 'Zaten Türküm,' cevabını alırsınız. Ama hiçbir şey 'zaten' bilinmez. Özen gösterirseniz bilirsiniz.
- Bir dili iyi bilmek için ne yapmalı?
- Önce edebiyat okuru olmak gerekiyor. En baba kitabın 2 bin basıldığı ve bir yılda tükenmediği bir ülkeden daha fazla sanatçı çıkmaz.
- Şiir çevirmekle nesir çevirmek arasında bir fark var mı?
- Bütün edebiyat türlerini çevirmek zordur, şiir çevirmenin özel bir zorluğu yoktur. Ama şiir çeviren kişinin gizli bir şair olması gerekir. Şairlikle ilgisi olmayan kişinin şiir çevirmesi mümkün değildir.
- Bir çevirmene Türkiye'de konuşulan dilleri sormamak olmaz...
- İlber Ortaylı bir makalesinde Türkiye'deki diğer dillere yeterince önem vermememiz nedeniyle Türkçenin kayıplarından bahsetmişti. Bence de çok doğru bir düşünce. Rumcadan, Ermeniceden, Kürtçeden dilimize geçen çok kelime var. Asimilasyon Türkçeyi de yoksullaştırıyor.
- Son olarak, kitabı Azra Erhat'a adamışsınız. Neden?
- Azra Erhat ve dava arkadaşları, Cumhuriyet'in kuruluş kuşağının çok önemli isimleri. Yaşar Kemal, Azra Erhat'la yaptığı bir söyleşide 'Sizin yaptığınız çeviriler dünyadaki en iyi İlyada ve Odysea çevirileri. Çünkü onlar Yunan mitolojisi değil, Anadolu mitolojisi,' diyor. Gerçekten de Yunan mitolojisi tek başına Yunan değil, aynı zamanda Anadolu'dur. Azra Erhat ve arkadaşları bu anlamda öncüdür, bir Antikçağ romanını ona adamamak olmazdı.
Asaletten Nefret Eden Paşa Torunu
- Cemal Paşa'nın torunusunuz. Bizim ansiklopedilerden okuduğumuz bir hayatın içinde olmak nasıl bir duygu?
- İlkokulu bitirdikten sonra, babamın ailesi hep Almanca eğitim aldığı için Avusturya Lisesi'ne gönderildim. Almancam oradan. Evet, Cemal Paşa'nın oğlu Necdet benim babam. İçimde küçük yaştan beri hep bir tepki vardı bu duruma. Hatta bu yaklaşımım, aile tarafından hep tenkit edilirdi. Her zaman birilerinin kimliğine sahip çıkarak kimlik edinmeye tepki duydum. Bir kere dedemi tanımadım, bütün Türkiye'de yaşayanlar gibi onu okuyarak öğrendim, bir de aile içinde anlatılanlardan. Türkiye'de toplumsal hayatta bir aristokrasi yok, bu varmış gibi seçkinciliği oynamaya da gerek yok.
- Önsözü kaleme alırken çok açık davranmışsınız. Affettiniz mi annenizle babanızı?
- Sadece sorumsuzlukla suçlamıştım. Evet, affettim. Zaten onlar ölüp gittikten sonra kızgın olmanın kime ne faydası olurdu ki? Kitabın süreci o kadar kişisel alanlarıma rastladı ki, onları da anlatmayı zorunlu gördüm. Sanki anlatmasam eksik kalacaktı. Birtakım eksikler sizi bütünlüyor, dönüşüyorsunuz.
Kütüphanesinde 400 Sözlük Var
  • Tomris Uyar yabancı dillere daha çok çevrilmesi gereken bir yazar.
  • Türkiye sanatının temel sorunu; kendi ülkesinin kültürüyle yeterince ilişkisinin olmaması.
  • 'En Türk' yazarımız Yaşar Kemal; Batı ile Doğu sentezini en iyi yapan ise Bilge Karasu.
  • İyi çevirinin sırrı; çeviriyi sevmek, çevrilen dilin kültürünü ve alt kültürlerini bilmektir.
  • Sözlüğe çok bakan çevirmenler, en deneyimli çevirmenlerdir.
  • Çevirdikleri arasında top 5: Niteliksiz Adam, Malina, Bachman'ın şiirleri ve Stefan Zweig kitapları.
  • En büyük ukdesi Faust çevirisini tamamlamak, 2013'te raflarda olması için canla başla çalışıyor.
  • Kitaplığında tam 400 farklı sözlüğü var.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iyi ve güzel...