Bazı
şeyler/anlar vardır, akılda takılı kalır. Mesela yediğiniz bir şey, aldığınız
bir tişört, dinlediğiniz bir müzik, izlediğiniz bir film, gittiğiniz bir mekân
gibi. Yıllar geçse de bir şekilde aklınızda kalır. Nasıl bir etki bırakmışsa
silinip gitmez o. Böyle etki bırakanların başında okuduklarımızda önemli bir
yer tutar. Genelinde bu kategoriye pek fazla sayıda şey girmez. Az olurlar ama
etkilidirler. Bir şekilde bulunduğu yerden size fısıldar ve sizi kendine
çekmeye çabalar.
Bu
yazımıza konu olan işte böyle bir kitap. Yıllar önce işsiz güçsüz bir zamanda
Ankara’nın soğuk ve kasvetli 2003 yılının Ocak ayında sığındığımız bir
kütüphanede karşılaştığımız bir kitap. Yanlış hatırlamıyorsak bu yer Kocatepe
Camii’nin Kütüphanesi olmalı idi. Çoğu dini içerikli, ciltli ve pekte ilgimizi
çekmeyen bir sürü diğer kitaplar arasında bu kitabı elimize almıştık.
Aslına
bakarsınız kitabın ne kapağı, ne arka tanıtım yazısı ne de yazarı dikkat çekici
idi. Normal bir zamanda belki de ilgimizi hiç çekmeyecekti. Şimdi düşününce bir
nebze olsun belki adı dikkatimizi çekmişti diye düşünüyoruz.
Ancak
kitabı okumaya başlayınca inanılmaz bir şekilde kendisine çeken ve duygusal
kabarmalar yaşatan etkisi ile karşılaştık. Sanki mucizevî bilgilere
ulaşıyormuşçasına kitabı bir an önce okumak ve okuduklarımızı unutmamak
istiyorduk. Hemen hemen her okuduğumuz sayfadan satırlarca notu ajandamıza
aktarıyorduk. Yazmaktan okumaya fırsat bulamıyorduk. Bir ara yazmayı bıraksak
ta, okuduklarımızı zamanla unuturuz endişesi ile tekrar başlıyorduk. Bu sefer
daha seçici davranıp, her şeyi yazmamaya çabalıyorduk.
Sonuç
olarak 12 sayfaya yakın not alıp, yaklaşık yedi günde bitirmiştik kitabı. Ama
ne okuma! Memur gibi erkenden kütüphaneye gidip, kapanışa kadar bırakmıyorduk
elimizden. Hatta akşam çıkarken de farklı bir yere koyarak başkasının eline
geçmesine tedbir alıyorduk.
Bu kitabı
herkesin okuması gerektiği fikrine kapılmıştık. Belki de hayata, olaylara bu açıdan
bakınca çözebilirdik pek çok sorunu, anlaşmazlık konularını, diye düşünüyorduk.
Kitabın bu şekilde bizi etkilemesinin, coşkuya neden olmasının nedenini tam
olarak anlayamasak ta, tahminen, içinde bulunduğumuz zamanın sosyo-ekonomik
yapısı ile kişisel olarak yaşadığımız işsizliğe bağlı sıkıntıların muhakkak ki
bir etkisi vardı.
Yıllar
sonra bu kitaptan notlar aldığımız ajandaya göz gezdirince yazılanlar bir kez
daha kendisine çekti bizi. “Dünyada kimsenin önceden sezemediği bir saygı
kıtlığı yaşanıyor” notu üzerine başlayan yolculuğumuz, kitabı satın alma
noktasına kadar götürdü. Şimdi yeniden okuduğumuz bu kitabı notlar alarak değil
de, altını kurşun kalemle çizerek tamamlamaya çalışıyoruz.
Ve bu
kitaptan bazı notları sizlerle paylaşarak, üzerlerine kendi düşüncelerimiz
aktarmak istiyoruz. Belki bu şekilde içimizde ki coşkun duyguları dizginleyip,
kitabın yarattığı güzel etkiyi sizlere iletmeyi başarabiliriz.Sonuç olarak bu
blogun amacı da bu değil mi; iyi ve güzel olan şeyleri paylaşmak.
Evet bu
harika kitap, Ayrıntı yayınlarından çıkan Theodore
Zeldin’in “İnsanlığın Mahrem Tarihi”
. Kitabın arka sayfasında tanıtımı şu şekilde yapılıyor;
"İnsanlığın Mahrem Tarihi, insanlık
hafızasını tazelemeyi amaçlayan bir unutulmuşlar derlemesi, tarihe geçenlerden çok
geçmeyenlerin tarihi. Zeldin, insanlığın unutulmuş anılarını gün ışığına
çıkararak, köşeye sıkıştığı noktalardan çıkış yolları bulabilmesi için
insanoğlunun ufkunu genişletmeyi ve modern zihinlere yerleşmiş yanılsamaları
yıkmayi deniyor. Zeldin’e göre her kuşak, tıpkı kendisinden önceki sayısız
kuşak gibi, dünyaya kendi çağının gözlüklerinden bakarak binlerce yıllık
insanlık deneyimini boşa harcıyor. Kendi atalarının sınırlı ve kolay kolay
değişmeyen hafızasını kullanmayı tercih ederken, geçmişin karanlığına gömülüp
giden koca bir insanlık hafızasından yararlanma fırsatını kaçırıyor. Bu
fırsatta yatan en değerli hazine, hayatın kendi çağımızın ışığıyla aydınlanmış
görüntüsünün değişmez bir son durak değil, beklenmedik dönüşler yaparak
ilerleyen insanlık tarihinin rastgele bir noktası olduğunu keşfetmek. Zeldin’in
unutulmuşlar tarihi, insanların hayata ve kendilerine ezelden beri bugünkü gibi
bakmadıklarını göstermekle kalmıyor, umudun tükenmeye yüz tuttuğu noktada
insanlığın imdadına yetişen şeyin her zaman yeni bakış açıları, yeni düşünce
biçimleri ve yeni yaklaşımlar olduğunu hatırlatıyor. Kayıp insanlık hafızasının
içinde kolayca tarihe gömülen bu zikzaklı geçmiş, Zeldin’e göre, insanlığın
gelişiminde her zamankinden daha umutsuz olmamızı gerektiren bir noktada
durmadığımıza işaret ediyor. İnsanların tarih boyunca aşka, dostluğa, sekse,
korkuya, mutluluğa, zamana ve yalnızlığa karşı pek çok farklı bakış açısı
geliştirdiğini, iyimserlikle kötümserlik, merhametle acımasızlık, hoşgörüyle
bağnazlık, diğerkâmlıkla bencillik, merakla uyuşukluk arasında her zaman gidip
geldiğini bilmek, çağın gözlüklerinden kurtularak yeni gözlükler edinme
fırsatını hazırlıyor. İnsanoğlunun duygular dünyasında keşfe çıkmaya her
zamankinden daha istekli olduğu bir çağda Zeldin, duygular tarihinin
kuytularına ışık tutarak, insanlık hafızasını tazeliyor. Son iki yüz yılın
etkileyici teknolojik patlamasına rağmen insanoğlu, özel hayat kulvarında pek
çok bakımdan hâlâ emekleme çağını sürüyor. Zeldin bize kıyamete doğru
sürüklenmekte olmadığımızı, bildik insanlık mücadelesini sürdürdüğümüzü haber
veriyor ve özel hayata yönelik yeni bakış açıları, insanlar arası ilişkilerde
yeni bağlılıklar, amaç duygumuzu yeniden kazanmakta kullanabileceğimiz yeni
yöntemler öneriyor. Kötümserliğe direnenler İnsanlığın Mahrem Tarihi’ni
sevecekler. "
Belki biz
de bu yüzden sevdik bu kitabı; Kötümserliğe direnenlerden olduğumuzdan. Bakalım
siz neden seveceksiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...