Ampul Komplosu: Planlı Eskitme

Bütün Dünya dergisinin Ağustos 2014 sayısında okuduğumuz bu yazı bizi günümüzdeki çılgınca tüketim, tatminsizlik ve mutsuzluklar konusunda bir kez daha düşünmeye sevk etti. Aslında kendimizi, medeniyetimizi tükettiğimiz bir çıkmaz sokakta bu 4 wattlık ampul bir ışık tutabilir çıkış yoluna. Bu yazıyı okumanızı ve çevrenizdekilere de önermenizi ısrarlı bir biçimde öneririz.
ABD’nin Kaliforniya eyaletine bağlı Livermore kenti itfaiye Müdürlüğü’nün, tüm dünya için çok özel ve önemli bir demirbaşı var. Bu özel demirbaş, 1901 yılından beri sürekli yanan bir ampul… Bu ampulün, en uzun süre kullanılan ampul olarak tescil edilerek Guinness Rekorlar Kitabı’na geçmesinin de ötesinde, bambaşka bir özelliği daha var: Tam 113 yıldır aralıksız yanan bu ampul, insanların “planlı eskitmeyi” sorgulamasını sağlıyor; bir başka deyişle ‘Ampul Komplosu’na dikkat çekiyor…
1895’te üretilen bu ampulün İçinde yer alan ve ışık veren filaman isimli iletken tel, Adolphe Chaillet tarafından icat edildi. Chaillet, icat ettiği filamanı uzun süre dayanacak biçimde tasarlamıştı. 18 Haziran 1901’den bu yana hiç sönmeksizin yanan ampul için, Livermore itfaiyecileri ‘Ampul Komitesi’ oluşturdular. Komite ve Livermore halkı, ampulün yanmaya başlamasının üzerinden geçen 100. yıl onuruna 2001’de ve 110. yıl onuruna da 2011’de, iki kez büyük yaş günü partileri düzenlediler. Ve bir ampul için, doğum günü şarkıları söylendi, pasta kesildi. Centennial Light (Yüzyıllık Işık) ismi verilen ampul, 24 saat boyunca da bir kamera yardımıyla internet üzerinden canlı olarak yayınlanıyor. 113 yıldan bu yana aralıksız yanan ampulün, şimdiden iki kamera eskittiği ifade ediliyor…
Yüzyıllık Işık Ve Planlı Eskitme
Tamirciye, servise ya da satın aldığımız yere götürdüğümüz Elektronik aletlerimiz için, çoğu kez benzer sözleri duyarız: “Tamir etmeye değmez”, “Bunun parçalarını bulmak iyice zorlaştı”, “Tamir ettirmek şu kadara patlar”, “Yenisini alsanız daha iyi”, “Üstelik yeni modelinde şu özellik de var…” Bize, bozulan elektronik aletimizin yerine yenisini almamızı önermeleri tesadüf değil. Üreticilerin, tüketimi artırmak için ürünlerin ömürlerini kasıtlı olarak kısaltmaya başladıkları 1920’lerden beri, bu sistem sürüyor: Planlı Eskitme.
Phoebus isimli dünyanın ilk küresel karteli 1924’te kuruldu. Amaç, ampul üretimini idare altına almak, dünya pazarını bölüşmekti. Bu dönemde, üreticiler ömrü 2 bin 500 saati bulan ampuller üretmekle övünüyorlar, reklamlarında buna dikkat çekiyorlardı. Ancak, Phoebus üyeleri, bu uzun ömürlülüğün kendileri için mantıklı olmadığını düşünmeye başladılar.
Ampuller ne kadar sık değiştirilirse, kendileri için o kadar iyiydi. Ampullerin ömrünü bin saatle sınırlandırmaya karar verdiler. Kartelin baskısı altındaki üreticiler, daha kısa ömürlü ampuller geliştirmeye çalıştılar. Üreticiler bu süreçte kartel tarafından izleniyor, tüketim hedefini tutturamayanlar ise cezalandırılıyordu. Planlı Eskitme uygulandıkça, kullanım ömrü de düşüyordu. Yalnızca iki yılda, 2 bin 500 saatten, bin 500 saatin altına düşürüldü. 1940’ta, kartel amacına ulaştı ve bin saat ampuller için standart haline geldi. İlerleyen yıllarda, mucitler yeni ampuller için onlarca patent başvurusunda bulundular. Aralarında 100 bin saat dayanıklı bir ampul bile vardı. Hiçbiri pazara ulaşamadı…
Planlı Eskitme, Sanayi Devrimi ve seri üretime geçilmesiyle de doğrudan bağlantılıydı. Öyle ki, ürünlerin daha kısa süre kullanılacak biçimde tasarlanması, sanayi Devrimi’nin sembollerinden biri haline geldi. Çünkü seri üretimde yeni makineler, ürünleri çok daha ucuza mal ediyorlardı. Ama bu aşırı üretime yetişmek mümkün değildi.
Seri üretim pek çok ürünü ulaşılabilir kıldı, fiyatlar düştü ve insanlar gereksinimlerinden ötürü değil, yalnızca zevk için alışveriş yapmaya başladılar.
Ekonomi de hızla büyüyordu. Ve 1929’da, gelişmekte olan tüketim ekonomisi durma noktasına geldi. Wall Street çöktüğünde, Amerika derin bir ekonomik bunalıma girdi. işsizlik korkutucu boyutlara ulaştı. insanlar artık alışveriş için değil, iş ve yiyecek bulabilmek için kuyruklar oluşturuyordu. Ekonomiyi yeniden ayağa kaldırmak için New York’tan bir öneri geldi: Emlakçı Bernard London, Planlı Eskitme’nin kanuni zorunluluk haline getirilmesiyle krizden çıkılabileceğini öne sürdü. London’un teklifi kabul edilmedi ve Planlı Eskitme hiçbir zaman kanuni zorunlulukla uygulanmadı.
Otomobili Çekebilecek Güçteki Naylon Çorap
20 yıl sonra, 1950’lerde bu fikir tekrar ortaya çıktı. Bu kez tüketiciyi Planlı Eskitme’ye kanunla zorlamak yerine, onları Planlı Eskitme’yi kullanarak kandıracaklardı. Yani tüketiciyi, yeniyi gerekenden biraz daha önce almak üzere şekillendireceklerdi. Tasarımcı Brook Stevens, bu dönemde tüketicide satın alma hevesi yaratacak ürünler tasarladı. Tüm Amerika’yı dolaşarak, Planlı Eskitme’yi yaptığı konuşmalarla da destekledi. Tüketiciler, artık tüm eşyalarına daha fazla özen gösteriyor; yeni, güzel ve daha gelişmiş olan ne varsa büyük bir hevesle ona yöneliyorlardı. Tasarım ve pazarlama, tüketicileri etkileyerek her zaman en yeni modeli alma tutkusuna sürüklüyordu. 1950’lerdeki Amerikan yaşamı, bugünkü tüketim toplumumuzun temelini oluşturuyordu…
1940’ta, kimya devi Dupont, devrim niteliğindeki bir kumaşı duyuruyordu: Naylon. Kadınlar uzun süre kullanılabilen yeni naylon çorapları sevinçle karşılamışlar, ancak bu sevinçleri kısa sürmüştü.
Dupont kimyagerlerinin ilk ürettikleri çoraplar, bir otomobili çekebilecek denli dayanıklılardı. Sorun da buydu: Çoraplar ‘fazla’ dayanıklılardı! Kadınların çorapları kaçmayacaktı ve sürekli yeni çoraplar almaları gerekmeyecekti. Dolayısıyla şirket de çok fazla çorap satamayacaktı. Şirket, kimyagerlerine yeni talimatlar verdi. Daha az dayanıklı ipliklerle, daha narin bir ürün, ‘kaçabilecek’ çoraplar üretildi.
Planlı Eskitme’den uzaktaki, Doğu Almanya’nın devlet eliyle yönetilen komünist ekonomisinde kanuni düzenlemeler, buzdolapları ve çamaşır makinelerinin en az 25 yıl çalışabilmelerini şart koşuyordu. 1981’de Almanya’da bir fabrika, uzun ömürlü lamba üretimine başladı. Batı, Almanların ürettiği uzun ömürlü lambayı reddetti, fabrika bir süre sonra kapandı.
Üretilen uzun ömürlü lambalara, şimdi yalnızca sergilerde ve müzelerde rastlanabiliyor.
Planlı Eskitme’yle Mücadele
Bu sistemde, ürünü hangi sıklıkta yenilemek istediğine şirket karar veriyor, tasarımcılara söylenen talimat doğrultusunda da ürün tasarımları ortaya çıkıyordu. Planlı Eskitme, 1950’lerden itibaren ekonomik büyümenin temeli oldu. Üç önemli öğe vardı; reklam, Planlı Eskitme, kredi…
Ve yaşamlarımız kredi ya da borç alarak aslında gereksinimimiz olmayan şeyleri tüketmekle geçmeye başladı. Üretim de buna paralel olarak, aslında ne ihtiyaç olduğu ne de daha ucuza sunabilmek için değil, daha fazla tükettirmek için artıyor, artıyor… Tüm bunlara karşın, tüketiciler de Planlı Eskitmeye karşı bir savaş veriyorlar.
2003’te iPod’un pil ömrü konusunda Apple’a dava açan Avukat Elizabeth Pritzker ve diğer iPod mağdurlarının çabaları sayesinde, Apple piller için değişim servisi başlatarak garanti süresini iki yıla çıkardı. Davacılara da tazminat ödendi. Planlı Eskitme nedeniyle, konteynırlar dolusu elektronik atık, uluslar arası hukuk gereği yasak olmasına karşın, ‘ikinci el ürünler’ olarak gösterilerek, Gana gibi bazı üçüncü dünya ülkelerine gönderiliyor. Ganalı çevre aktivisti Mike Anane ise, açacağı davada delil olarak kullanmak üzere; bu elektronik çöpleri, ülke ülke-şirket şirket bir veri tabanına kaydediyor.
Bilgisayar teknisyeni Marcos Lopez ise, bozulan yazıcısının, 18 bin sayfa ve 5 yıl kullanım ömrü ile özel olarak sınırlandırılmasını sağlayan çipini, bir yazılım sayesinde sıfırlıyor ve kullanmaya devam ediyor.
Ampulle başlayan Planlı Eskitme sistemi, yarattığı tüketim ekonomisini gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir duruma sürüklüyor. ‘Bozulmak için tasarlanmış teknoloji’ ürünlerini satın alıyor, çoğu kez almak için borçlanıyor ve kullanıp atmaya odaklanmış bir yaşam biçimini sürdürüyoruz.
Tüketim toplumumuzun kalbindeki bu gizli mekanizma, Planlı Eskitme; bilim ve teknolojinin, paranın gölgesinde yalnızca dev sermaye sahiplerine hizmet etmesini sağlarken, bireyleri de doyumsuzlaştırıyor, köleleştiriyor ve mutsuzlaştırıyor. Diğer yandan da, kaynaklarımızın hoyratça tüketilmesine neden oluyor.
Livermore itfaiye Müdürlüğü’ndeki Centennial Light, bize çözüm konusunda da ışık tutuyor: Ampul üretildiğinde 60 wattlıktı, bugünse 4 watt gücünde yanıyor. Bize sürdürülebilirliğin; israftan, aşırı üretimden ve aşırı tüketimden kaçınmakla mümkün olabileceğini gösteriyor. Centennial Light, mutluluğun ne kadar tükettiğimizle doğru orantılı olmadığını görmemiz için, 113 yıldır yanmayı sürdürüyor...   sabriyeasir@butundunya.com.tr

Kaynak: Bütün Dünya Dergisi/Ağustos 2014 - Sabriye Asır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iyi ve güzel...