Köprüçay (Eurymedon) nehrinin yanında
kurulmuş olan Aspendos, muhteşem antik anfi-tiyatrosuyla dünyaca tanınmaktadır.
Yunan efsanesine göre, şehir Truva
Savaşı’ndan sonra Pamphylia’ya gelen kahraman Mopsos liderliğindeki Argive
kolonicileri tarafından kurulmuştur. Aspendos bölgede kendi adına madeni para
bastıran ilk şehirlerden biridir. Tarihi M.Ö. beşinci ve dördüncü yüzyıla
uzanan bu gümüş sikkelerde şehrin adı yerel yazı ile Estwediiys olarak geçer.
1947’de yapılan Adana yakınındaki Karatepe kazılarında bulunan M.S. sekizinci
yüzyılın sonlarına ait hem Hitit hiyeroglifi hem de Finike alfabesi ile
kazılmış olan iki dildeki yazıt, Danunum (Adana) Kralı Asitawada’nın kendi
isminden türetilmiş Azitawadda adında bir şehir kurduğunu ve kendisinin Muksas
ya da Mopsus hanedanı üyesi olduğunu belirtir. “Estwediiys” ve “azitawaddi”
isimleri arasındaki bu şaşırtıcı benzerlik Aspendos şehrinin Asitawada’nın
kurduğu şehir olabileceğine işaret eder.
Aspendos eski çağlarda politik bir güç
olarak önemli rol oynamamıştır. Aspendos’un kolonileşme dönemindeki siyasi
tarihi Pamphylia bölgesindeki akımlarla uyum sağlar. Bu eğilim ile Aspendos,
kolonileşme döneminden sonra bir süre Likya egemenliği altında kalmıştır.
Şehir, M.Ö. 546’da Pers hâkimiyeti altına girmiştir. Aspendos’un bu dönemde de
kendi adında parasını basmaya devam etmiş olması, şehrin Pers egemenliği
altında bile oldukça özgür olduğunu gösterir.
M.Ö. 467’de devlet adamı ve askeri
komutan Cimon ve onun 200 gemiden oluşan filosu, ani bir saldırıyla Eurymedon
(Köprüçay) Nehri’nin ağzında konuşlanan Pers donanmasını yok etmiştir. Cimon,
Pers kara kuvvetlerini ezmek için, en iyi savaşçılarını daha önce ele geçirdiği
tutsakların giysilerini giydirip kıyıya göndererek Persleri kandırdı. Persler
bu adamları gördüklerinde onların düşman tarafından serbest bırakılan
yurttaşlar olduğunu düşündüler ve kutlama şenlikleri düzenlediler. Bundan
yararlanan Cimon, karaya çıkartma yaptı ve Persleri yok etti. Bundan sonra
Aspendos, Attika-Delos Deniz Birliği’nin üyesi oldu.
Büyük İskender Perge’yi ele
geçirdikten sonra M.Ö. 333’te Aspendos’a girdiğinde, daha önce Pers kralına
haraç olarak çok sayıda at veren ve vergi ödeyen halk, İskender’in de bunları
istememesini rica etmek için kendisine elçi gönderdi. Anlaşmaya varıldıktan
sonra İskender teslim olan şehirde bir garnizon bırakarak Side’ye gitti.
Sillyon üzerinden geri dönerken Aspendosluların kendi elçilerinin teklif ettiği
anlaşmayı onaylamadıklarını ve kendilerini müdafaaya hazırlandıklarını öğrenen
İskender, hemen şehre doğru ilerledi. İskender’in bölükleriyle geri döndüğünü
görünce acropolis’e çekilen Aspendoslular yeniden barış sağlayabilmek için elçi
gönderdiler. Ancak bu kez oldukça ağır koşulları kabul etmek zorunda kaldılar.
Bu anlaşmaya göre, bir Makedon garnizonu şehirde kalacak ve yıllık vergi olarak
4000 atın yanı sıra 100 talent (daha çok altın ve gümüş için kullanılan,
Attica’da (şimdiki Yunanistan) 6000 drahmi, Suriye ve Filistin’de 3000 şekel
karşılığı ağırlık birimi) altın vereceklerdi.
İskender’in ölümünden sonra devam eden
savaşlarda dönüşümlü olarak Ptolemilerin ve Seleucidlerin kontrolü altına giren
kent, daha sonra M.Ö. 133’e kadar Pergamum Krallığı’nın eline geçirmiştir.
M.Ö. 79’da Cicero’nun davayı Roma
senatosuna sunmasından önce, Cilicia konsey yardımcısı Gaius Verres’in tıpkı
Perge’de yaptığı gibi Aspendos’u da yağmaladığını biliyoruz. Verres, halkın
gözleri önünde tapınaklardaki ve meydanlardaki heykelleri almış ve onları at
arabalarına yüklemiştir. Öyle ki Verres, kendi evinde bulunan Aspendos’un ünlü
harpçı heykelini bile almıştır.
Aspendos diğer Pamphylia şehirleri
gibi en parlak dönemine M.S. ikinci ve üçüncü yüzyıllarda ulaşmıştır. Bugün
hala bu bölgede görülebilen anıtsal mimarinin büyük bölümü bu altın çağda
yapılmıştır. Şehir kıyıda olmasa da, Eurymedon (Köprüçay) Nehri’nin kenarında
bulunması gemilerin şehre ulaşımını mümkün kılmıştır. Bu ulaşım imkanı,
Aspendos’un arkasında yer alan verimli ova ve sık ormanla örtülü dağlarla
birlikte şehrin gelişiminde belirleyici faktörler olmuştur. Şehirde dokunan altın
ve gümüş işlemeli duvar halıları, limon ağacından yapılmış mobilyalar ve
heykelcikler, yakındaki Kapria Gölü’nden elde edilen tuz, şarap ve özellikle
Aspendos’un meşhur atları, Aspendosluların ihraç ettikleri ürünler arasında en
başta gelenlerdir. Üzüm yetiştirmekle ve şarap tüccarlığı ile tanınmış olsalar
da dini törenlerinde tanrılarına şarap sunmayan Aspendoslular, bunun sebebini
“Eğer şarap yalnızca tanrılara ait olsaydı, kuşlar üzümleri yemeye cesaret
edemezlerdi” diyerek açıklamışlardır.
Tarihte adından söz ettiren birkaç
Aspendoslu vardır. Döneminde ünlü bir askeri komutan olan Andromachos, aynı
zamanda Finike ve Suriye valisiydi. Doğuştan filozof olan Diodorus’un eserleri
hakkında bilinen azdır ancak uzun saçları, kirli giysileri ve filozof Cynic takipçilerinin
simgesi çıplak ayakları, onun Pythagorus’tan etkilendiğini gösterir.
13. yüzyılın başından itibaren,
Aspendos, Selçuklu Türklerinin yerleşimlerinin izlerini taşımaya başlar.
Özellikle I. Alaeddin Keykubat’ın hükümdarlığı sırasında tamamen restore edilen
tiyatro, Selçuklu tarzında zarif çinilerle süslenmiş ve saray olarak
kullanılmıştır.
Antalya – Alanya karayoluna dönen
yolun sonunda en görkemli, aynı zamanda işlevsel açıdan en iyi tasarlanmış ve
en eksiksiz Roma tiyatrosu örneği ile karşılaşılır. Yapı, Yunan geleneğine
uygun olarak bir tepedeki bayıra yapılmıştır. Günümüzde ziyaretçiler yapıya
epey sonra inşa edilen ön cephedeki kapıdan girerler. Aslında orijinal giriş,
sahne binasının iki ucundaki tonozlu paradoslardandır. Caeva yarım daire
şeklindedir ve geniş bir diazoma ile ikiye bölünmüştür. Yukarda 21, aşağıda 20
oturma sırası vardır.
Seyircilerin güçlük çekmeden yerlerine
oturabilmesi için dolaşım kolaylığı sağlamak amacıyla giderek yayılan
merdivenler yapılmıştır, aşağı bölümde orkestra seviyesinden başlayan merdiven
sayısı 10 iken bu sayı yukarıda diazomanın üst başlangıcında 21’dir. Daha
sonraki bir tarihte yapıldığı düşünülen 59 kemerli galeri, üst caeva’nın bir
ucundan diğer ucuna uzanır. Mimari açıdan bakıldığında diazomanın tonozlu
galerisi üst caeva’yı destekleyen bir alt yapıdır. Protokolün genel kuralı
olarak caeva’nın her iki tarafındaki girişlerin üzerinde bulunan localar
imparatorluk ailesine ve kendilerini Roma’nın yürek tanrısı Vesta’ya adamış
kutsal bakirelere ayrılmıştır. Orkestradan başlayıp yukarı çıkarak, ilk sıra
senatörlere, yargıçlara ve büyükelçilere, ikinci sıra ise şehrin diğer ileri
gelenlerine ayrılmıştır. Diğer kısımlar tüm vatandaşlara açıktır. Kadınlar
genellikle galerinin altındaki üst sıralarda otururlardı. Cavea’nın üst
kısmındaki oturulacak belirli yerlere yontulmuş isimlerden buraların da belli
kişilere ayrıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Tiyatronun oturma kapasitesini kesin
olarak belirlemek imkansız olsa da 10.000 – 12.000 kişilik oturma kapasitesine
sahip olduğu söylenir. Son yıllarda düzenlenen Antalya Film ve Sanat Festivali
kapsamında tiyatroda verilen konserlerde tiyatroya 20.000 seyircinin
alınabildiği görülmüştür.
Hiç şüphesiz tiyatronun en dikkat
çekici öğesi sahne binasıdır. Yığma taştan yapılan iki katlı bu binanın alt
katında, sanatçıların sahneye çıkışlarını sağlayan beş kapı vardır. Ortada
porta regia olarak bilinen büyük kapı ve bunun iki yanında da porta hospitales
olarak bilinen iki küçük kapı vardır. Orkestranın hizasındaki küçük kapılar
ise, vahşi hayvanların saklı tutulduğu yerlere açılan uzun koridorlara aittir.
Kalan parçalardan, duvarlardaki nişler ve bina formundaki küçük yapıların içine
üçgen ve yarım daire biçimindeki küçük süs çatılar (pediment) altında heykeller
yerleştirildiği anlaşılmaktadır.
Sütunlu üst kattın ortasındaki
pediment’te şarap tanrısı, tiyatroların kurucusu ve koruyucusu olan Dionysos’un
kabartması vardır. Sahne binası cephesinin bazı bölümlerinde görülebilen beyaz
sıvanın üzerindeki kırmızı zikzak motifler, Selçuklu dönemine aittir. Sahne
binasının üst kısmı oldukça süslü ahşap bir çatı ile örtülmüştür.
Aspendos’taki tiyatro olağanüstü
akustiğiyle de meşhurdur. Orkestranın ortasında çıkartılan en ufak bir ses bile
en üst sıradaki galerilerden rahatça duyulabilir. Zengin bir kültürel mirasın
ortasında yaşayan Anadolu asilzadeleri şehirlerle ve onların etrafında bulunan
anıtlarla ilgili hikayeler yaratmışlardır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu
hikayelerden biri Aspendos Tiyatrosu ile ilgilidir. Buna göre; Aspendos Kralı,
şehre kimin en fazla hizmet sunabileceğini görmek için bir yarışma
düzenleyeceğini ve kazananın kızı ile evlenebileceğini ilan eder. Bunu duyan
sanatkarlar son hız çalışmaya koyulurlar. Nihayet karar günü geldiğinde, kral
herkesin çabasını bir bir inceler ve iki aday seçer. Bu adaylardan birincisi,
şehre su kemerleri yolu ile çok uzak mesafelerden su getiren bir sistemi
kurmayı başarmıştır. İkinci aday ise tiyatroyu inşa etmiştir. Kral birinci
adaydan yana karar vermek üzere iken tiyatroya bir daha bakması istenir.
Tiyatronun en üst galerisi civarında gezinirken nereden geldiği belli olmayan
bir sesin derinden ve defalarca “Kralın kızı bana verilmeli.” dediğini duyar.
Büyük bir şaşkınlık yaşayan kral, sesin nereden geldiğini arar ancak kimseyi
bulamaz. Bu kişi, tabii ki, yarattığı şaheserin akustiği ile övünen ve sahnede
çok kısık bir sesle konuşan tiyatronun mimarının ta kendisidir. Sonunda güzel
kızı mimar kazanır ve düğün töreni de bu tiyatroda yapılır.
Güney parados’taki bir yazıttan,
tiyatronun İmparator Marcus Aurelius (M.S. 161-180) döneminde Theodoros isimli
bir Aspendoslunun oğlu mimar Zeno tarafından yapıldığını biliyoruz. Bu yazıta
göre, Aspendos halkı Zeno’yu takdir etmiş ve onu stadyumun yanında geniş bir
bahçe ile ödüllendirmiştir. Sahne binasının her iki tarafındaki girişlerin
üzerinde bulunan Yunanca ve Latince yazıtlar, bize sahne binasının Curtius
Crispinus ve Curtius Auspicatus isimlerinde iki kardeş tarafından hizmete
sokulduğunu ve binayı tanrılara ve İmparatorun ailesine ithaf ettiklerini
anlatır.
Tiyatroda bir gösteri sergilemek için
hiçbir ücret talep edilmezdi. Gerekli yapım maliyetlerinin bir kısmı kamu
kuruluşları tarafından karşılanırdı, ancak gösteri bittikten sonra elde edilen
karın bir kısmı bu kuruluşlara geri dönerdi. Genellikle, oyunları izlemek ya da
yarışmalara girmek isteyen biri, ücret ödemek ya da bilet almak zorundaydı.
Biletler metalden, fildişinden, kemikten ya da çoğu zaman pişmiş kilden
yapılır; bir yüzünde resim, diğer yüzünde ise oturma sırası ve numarası
yazılırdı.
Aspendos’un başlıca diğer kalıntıları
tiyatronun arkasında, acropolis’in yukarısındadır. Tiyatronun yanından başlayan
bir patikadan ulaşılan acropolis’te karşılaşılan ilk yapı, 27X105 metre
ölçülerindeki bazilikadır. Bazilika, Romalılar tarafından icat edilen mimari
bir yapıdır. Roma bazilikaları farklı amaçlar için kullanılırdı ancak bunların
hepsi toplumla ilgili meseleler olurdu. Bu binalarda mahkemeler ve alışveriş
pazarları kurulurdu. Bazilikanın planı, etrafı odalarla çevrili geniş bir
merkezi holden oluşur. Merkez hol, binanın diğer bölümlerinden yanlarındaki
sütunlarla ayrılır ve çatısı daha yüksektir. Bazilikanın içinde yargıç kürsüsü
vardır. Bizans döneminde binada büyük değişiklikler yapılmış ve bina orijinal
yapısını kaybetmiştir.
Bazilikanın güneyinde, şehirdeki
ticari, sosyal ve politik faaliyetlerin merkezi olan üç yanı evlerle çevrili
agora vardır. Batıya doğru gidildiğinde, az ileride, stoanın (gezinti caddesi)
arkasında hepsi bir sırada olan eşit büyüklükte on iki dükkan vardır.
Agoranın kuzeyinde, bugün sadece ön
duvarı ayakta duran nymphaeum vardır. Genişliği 32.5 metre ve yüksekliği 15
metre olan iki katlı bu cephenin her katında beş niş vardır. Alt katta bulunan
ortadaki niş diğerlerinden daha geniştir ve kapı olarak kullanılmış olduğu düşünülmektedir.
Duvarın dibindeki mermer zeminden, binanın orijinalinde sütunlu bir cephesi
olduğu anlaşılmaktadır.
Nymphaeumun arkasında alışılmadık
planlı, ya konsey üyelerinin toplandıkları bir bouleterion (konsey odası) ya da
(müzik konserleri verilen ya da tiyatro oyunları oynanan) odeon olarak
kullanılan bir bina vardır.
Aspendos’un gözden kaçırılmaması
gereken bir diğer kalıntısı da su kemerleridir. Kuzeydeki dağlardan şehre su
getiren bir kilometre uzunluğundaki bu kemerler dizisi olağanüstü bir mühendislik
becerisini ortaya koyar ve eski çağlardan günümüze kalan nadir örneklerdendir.
Su, kaynağından 15 metre yüksekliğindeki kemerlerin üzerinde, oyulmuş taş
bloklardan oluşan bir kanal aracılığıyla şehre getirilirdi. Su, kemerin bitim
noktasının her iki tarafında bulunan 30 metre yüksekliğindeki kulelerde
biriktirilir ve buralardan şehre dağıtılırdı.
Aspendos’ta bulunan bir yazıt, su
kemerinin Tiberius Claudius Italicus tarafından yaptırıldığını ve şehrin
hizmetine sunulduğunu anlatır. Mimari özellikleri ve yapılış teknikleri, su
kemerinin M.S. ikinci yüzyılın ortalarına ait olduğunu gösterir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...