TÜBİTAK Özel Ödülü’ne layık görülen
Prof. Dr. Selim Ünlü, 20 yıldır bilim dünyasına büyük katkılar yaptı. Ünlü’nün
nano boyutlardaki ölçümlerde geliştirdiği teknikle, tıpta teşhis ve tedavi
takibinde ilerleme kaydedilecek, foto detektörlerde uyguladığı yöntem sayesinde
ise telekomünikasyonda veri iletme hızı artacak.
Bilgi Çağı’nın Şubat 2008 sayısını
yurtdışında yaşayan Türk bilim insanlarının başarılarına ve Türkiye’nin bu
büyük potansiyeli nasıl kullanması gerektiğine ayırmıştık. Gerçekten de
yurtdışındaki Türk bilim insanlarının başarısı saymakla bitmiyor. Boston Üniversitesi’nde
bilimsel çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Selim Ünlü de bu başarılardan birinin
sahibi. 16 yıldır ABD’nin Boston şehrinde yaşayan ve optoelektronik ve
nanoteknoloji konusunda çalışmalarını sürdüren Ünlü’nün çalışmaları çok sayıda
bilim dalını yakından ilgilendiriyor. Çünkü Ünlü, elektronik devre
görüntülenmesinin nerdeyse 10 kat daha iyi yapılmasını sağladı. Ayrıca
geliştirdiği yöntemler sayesinde, biyolojide protein algılanmasında ve
biyomoleküllerin nanometre boyutunda görüntüleme yapılmasında ilerlemeler
kaydedildi.
Bu çalışmaların sonunda, teşhis ve
tedavi yöntemlerinde büyük gelişmelerin olması bekleniyor. İlaç sektöründe ise
hep hayal edilen “kişiye özel ilaç” dönemi de, sonuçların hızlı elde edilmesini
sağlayan bu yöntemle gerçek olacak. Ünlü’nün telekomünikasyonda ışığı
elektronik bilgiye çeviren fotodedektörlerde uyguladığı yeni yöntem ise
verilerin çok daha hızlı bir şekilde iletilmesini ve dedektörlerin
hassasiyetinin artırılmasını mümkün kıldı. Ünlü, yaptığı bu katkılara karşılık olarak
TÜBİTAK Özel Ödülü’ne layık görüldü. “Optoelektronik ve nanoteknoloji alanında
yüksek performanslı fotodedektörler, yakın alan taramalı mikroskopi ve yüksek
çözünürlüklü yüzey altı mikroskopi” olarak özetlenebilecek bu çalışmalarını
bilime tırnak ucu kadar bir katkı olarak nitelendirilen Ünlü’ye göre asıl
sonuç, sanayi ile işbirliği sayesinde alınıyor. Aldığı patentlerin lisansını
sanayiye veren Ünlü, teknoloji transferi için kendi şirketini de kurmuş. Ünlü,
Türkiye’nin bilimsel geleceğinden ise son derece umutlu. Ona göre Türkiye’de
araştırmacılar sayıca az ama genç oldukları için dünyada yükselişe geçen
teknolojileri çok iyi takip edebiliyorlar.
Kısaca
kendinizden bahseder misiniz?
Babam memur olduğu için Türkiye’de pek
çok şehir dolaştık, bu nedenle ilk ve orta öğretimimi pek çok farklı okula
giderek tamamladım. Lise ve üniversiteyi ise Ankara’da bitirdim. 1986 yılında,
ODTÜ Elektrik Elektronik bölümünden mezun olduktan sonra birkaç arkadaşımla
birlikte daha iyi bir eğitim almak üzere ABD’ye gittim. Illinois
Üniversitesi’nde araştırma asistanlığına başladım. Elektrik bölümünde
çalışıyordum ama araştırdığımız sahalar fizik, malzeme bilimleri ve bunların
karışımı konulardı.
Nanoteknoloji
alanında çalışmalar yapmaya nasıl başladınız?
Nanoteknoloji aslında yeni bir
isimlendirme ve uzun süredir var. Uzun yıllar boyunca bilimin bu aşamaya
geleceği biliniyordu ama bir heyecan katmak için toparlayıcı bir isim bulunmuş
oldu. Özellikle elektronikte zaten düzenli olarak boyutlar küçülüyordu. Ama bu
küçülen boyutlarda araştırmalar sırasında bazı sürprizlerle de karşılaşıldı.
ABD Eski Başkanı Bill Clinton’nun nanoteknoloji girişimiyle çalışmaların
birleştirilmesi ve önemli miktarlarda kaynak ayrılması da konuya olan ilginin
artmasını sağladı.
İletişimde
hız 100 kat artacak
TÜBİTAK ödülünü bana birkaç konudaki
çalışmalarımdan dolayı verdiler. Onlardan bir tanesi optoelektronik ışık
alıcıları ile alakalı. Işık alıcısı yani fotodedektör optik iletişimde
kullanılan bir cihaz. Boston Üniversitesi’nde devam ettiğim çalışmalardan
birisi bunun üzerineydi. Bilkent Üniversitesi’nde de Ekmel Özbay ile de ortak
çalışmalarımız oldu. Burada benim özel katkım bu alıcıların rezonant bir yapı
içine konulması. Bu sayede ışık sadece bir kere geçmiyor, tekrar tekrar aynı
alıcı içinde dolaşıyor. Bu yöntem ise verinin çok daha hızlı ve kaliteli
iletilmesini sağlıyor. Bizim yaptığımız ışık alcıları 100 gigahertz, yani şu
anda kullanılan optikten 10 kat daha hızlı. Fiber optikte veri taşımasının
sayısal olarak ışığın açılıp kapanması sayesinde olduğunu düşünürsek,
alıcıların da aynı gelen ışığı takip edebilmesi yani bu veriyi aynı hızla
elektronik bilgiye çevirebilmesi önemli. Bizim çalışmalarımızda alıcıların
hızını, saniyede 100 milyar kez sayısal bilgiyi takip edebilecek seviyeye
çıkardık.
Peki
bu sonuçlar ne zaman uygulamaya geçecek?
Tabii bu yöntemin kullanılması için
daha kaliteli optoelektronik cihazlar üretmek gerekiyor. Yaptığımız cihazların
uygulamaya geçip geçmeyeceğini şimdi tahmin etmek zor. 2000 yılına kadar çok
ümit veren teknolojilerdi bunlar ama uygulama konusunda ekonomik etkenler
oldukça önemli rol oynuyor. Örneğin telekom dünyasında kaynak yetersizliğinden
dolayı fiberoptik komünikasyonda hız artımı beklenildiğinin altında kaldı. Bu
nedenle bir teknolojinin uygulamaya ne zaman konacağını bilmek güç. Zaten ben
bu konu üzerinde 10 yıl çalıştım ama 2000 yılından bu yana başka alanlara da
kaydım.
Mikroskopla
ilgili çalışmalarınızın sonuçları nasıl oldu?
Mikroskopla ilgili çalışmalar yine
nano boyutta ölçüm yapma teknolojilerinin gelişmesiyle ortaya çıktı. Elektronik
devre teknolojilerinde bundan 10 yıl önce yüz nanometrelerden söz ediliyordu.
Bu boyutlar aslında gözün aracılar sayesinde görebileceği ölçüler. Bugün ise 10
nanometreden söz ediliyor. Buradaki kritik nokta şu: Gözlem yaptığınız dalga
boyutu ile çözünülebilirliğin bir sınırı var. Görünür ışığın enerjisi yaklaşık
yarım mikrometre dalga boyuna denk geliyor. Bir mikron bir milimetrenin binde
biri. Mikroskop ile çözünürlük yaklaşık dalga boyu mertebesinde ama görmek
istediğimiz şeyler 0.1 mikron. Yani bir dalga boyunun çok altında. O zaman
bunun için yeni yöntemler geliştirmek gerekiyor. Biz de bunun üzerine
çalışıyoruz. Elektronik devrelerin gözlemlenmesi için yeni mikroskobik
yöntemler yapıyoruz. Biz bundan 10 yıl öncesinde bu konularda çalışmaya
başladık, mevcut teknolojiyi 5 katı daha yüksek ayrımla yapacak şekilde
geliştirdik. Bizden öncesinde yapılan gözlemlerin limiti bir mikrondu, biz bunu
200 nanometreye kadar düşürdük. Burada tabi 1 milyon dolarlık bir mikroskoptan
söz ediyoruz. Bizim çalışmamız da bununla ilgili. Bu küçük bir lensle 4-5 kat
daha yüksek çözünürlükte olabiliyor. Bu da yüzey altı gözlemle ilgili
çalışmalarımızla ilgili. Biz bunun patentini aldık ve patentini bir Japon
firmasına lisansladık.
Erken
Teşhis ve Tedavi
Bu buluş sağlık alanına da önemli
katkılar yapacak, bu katkılardan biraz bahseder misiniz? Ben yıllarca
optoelektronik cihazlar üzerine çalıştım. Bundan 5 yıl önce benim ilgi alanım
biyolojiye yaklaşmaya başladı. Bu biraz meraktan biraz da çevremden
kaynaklandı. Biyolojide yapılan ölçümler zaten çok küçük boyutlarda. Biz o
boyutlarda ölçüm yapılmasını sağladığımız için bazı şeyler çok daha rahat
anlaşıldı. Çünkü bir hücre boyutu bir mikron içindekiler ise bir mikronun
altında. Bir DNA bazı 0,3 nanometre 20 bazlık bir parçası 10 nanometrenin
altında. Proteinler 1 ila 10 nanometre. Bunları ışıkla görmek mümkün değil.
Işıkta çözünürlük en çok 200 nanometreye kadar. Bizim geliştirdiğimiz teknikte
bunları görme ve ne gibi değişiklikler olduğunu anlama şansımız oldu. Önceden
daha dolaylı yollarda fonksiyonel değişiklikler anlaşılıyordu, şimdi doğrudan
gözlem yapabiliyoruz. Sağlık alanına katkımız küçük kadar ama kritik bir katkı.
Yeni bir ürün için bizim gibi pek çok katkının bir araya gelmesi gerekiyor.
Sadece benim sayemde oldu demek ukalalık olur ama bizim yaptığımız işler olmasa
bazı alanlarda daha yavaş ilerleme kaydedilirdi.
Peki
bu hız tedavilerde işe yarayacak mı?
Hem teşhis ve hem de tedavilerde çok
işe yarayacak. Kandaki proteinleri hemen gözlemlediğimiz zaman bir hastalığın
habercisi veya bir ilacın etkisi olduğunu daha kolay anlayacağız. Örneğin
kanser tedavisinde kemoterapi adı altında hastaya ilaç veriliyor. Bu ilaç aslında
tümörü öldürmek amacıyla verilen bir zehir ama bir taraftan sağlıklı dokuyu da
öldürebiliyor. Bir bakışla, tümör daha önce ölürse tedavi başarılı, hasta
ölürse, başarısız oluyor. Bunun sonuçlarını görmek için ise uzun süre
beklemeniz gerekiyor. Değişiklikleri önce görmek ise erken tedbir alınmasını
sağlıyor. Ayrıca semptomların hangi hastalıklara sebep olduğunu da anlamak için
yüzlerce test yapmaya gerek kalmıyor. Bizim geliştirdiğimiz yöntemler başarılı
olursa birçok sorunun cevabını aynı anda bulmanın yolu açılacak. Ayrıca
hastaların ilaçlara olan tepkisi ve metabolizmaya uygun olan dozu da hemen
tespit etmek ve yanlış dozlarla hastalara zarar verilmesini de engellemek
mümkün olabilecek.
Bu
projelerinizi sanayiye aktarmak için neler yapıyorsunuz?
2008’de protein dizinleri ile alakalı
araştırmalarımızı üniversite ve ABD’de bilimsel kamu kuruluşları karşılıyordu.
Daha sonra patent aldıkça bunların lisanslarını sanayiden şirketlere
lisanslıyoruz. Örneğin geliştirdiğimiz mikroskop teknolojisi için bir Japon
firması ile anlaştık. Sanayi ile işbirliği çok önemli, bizim her şeye tırnak
ucuz kadar bir katkımız var ama bütün bunlar bir araya gelince yararlı sonuçlar
ortaya çıkıyor. Mesela yüzey kimyası ile yaptığımız çalışmalarla ilgili olarak
da İtalyan bir grupla ortak çalışıyoruz. Bu şekilde uluslararası işbirliği ile
ortaya çıkıyor yararlı işler.
TÜBİTAK
isterse biz yardıma hazırız
Türkiye’deki öğrenciler ve
araştırmacılar mutlaka ABD veya Avrupa’ya gitmeli mi?
Türkiye’nin bilim geçmişi fazla değil,
bu yüzden yeni büyüyen genç bir bilim nüfusu var. Böyle olunca daha yeni
konular üzerine daha fazla çalışma yapılıyor. Şu anda doktorasını yeni bitiren
kişiler, taze konular üzerine çalışıyorlar ve gündemde olan konuları
seçiyorlar. Türkiye’de kaynak çok. Fakat bilimsel olarak Türkiye halen çok
küçük. Nüfus başına düşen araştırmacı sayısı da oldukça düşük. Doktoralı insan
sayısı da az. Ancak yurtdışında çok değerli insanlar var, bu insanlarımız
Türkiye’ye çok bağlı. Türk insanı yurtdışında da olsa ülkesine çok bağlı
oluyor. Belki son 10 yıla kadar Türkiye’de yurtdışındaki bilim insanlarına ilgi
yoktu ama özellikle vakıf üniversitelerinin kurulması ile Türkiye’de ilgi ve
imkanlar arttı. Dönemimden arkadaşlarımın çoğu dönüp burada çalışmaya
başladılar. Ben de yılda 3-4 kere Türkiye’ye geliyorum. Öğrenciler için de
gidip gelmek önemli. ABD’de biz kendi yetiştirdiğimiz öğrenciler aynı
üniversitede kalsın istemiyoruz çünkü yeni bilgilerin gelmesini ve bir kaynaşma
olmasını umuyoruz. Ama Türkiye’de çok az sayıda iyi eğitim veren üniversite
var. Bu nedenle de Türk öğrencilerin doktora için ya da sonrasında yurtdışına
gidip ardından yurda dönmesi en iyisi. Türkiye’nin bilimsel stratejisiyle
ilgili fikrimiz sorulursa destek vermeye hazırız ama sorulmadan da uzun uzun
ahkam kesmek istemem. TÜBİTAK gibi kurumlara bu konuda yardımcı olmaya hazırız
ve bu konuda zaman zaman irtibat da kuruluyor bizimle.
Sonuçta
işbirliği şart diyorsunuz!
Bütün bunlar bir tek bilim alanının
içerisinde değil. Pek çok bilim ve bilim insanı bir arada çalışıyor. Bugün daha
ileri teknoloji elde etmenin tek yolu bu. Bilimler arası çalışmak. Hiçbir bilim
insanı kendi alanında kaldığı sürece çok büyük işler yapamaz. Eskiden Newton
zamanındaki bütün fizik bilgilerine hakimdi ama şimdi öyle bir şey yok. Her şeyi
bilmek ve her konuda uzman olmak hiç mümkün değil. O zaman her konu için
uzmanların bir araya gelmesi lazım. Bizim de şu anda çalıştığımız konularda
Boston’dan veya yurtdışından pek çok uzmanla çalışıyoruz. Her işi en iyi bilen
insanlar bir araya geliyor.
(Prof. Dr. Selim Ünlü 1982 AFL
mezunudur. Bu yazı Bilgi Çağı Dergisi'nden yazar Gülizar Büyükkara'nın izni ile
aktarılmıştır. 1 Şubat 2009.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...