Üniversite sınavı ve istediğimiz bir üniversiteyi kazanmak hayatımızın en
önemli dönüm noktalarından biri. Üniversiteyi kazanınca kendimizi hayatımızla
ilgili her şeyi “halletmiş” gibi hissederiz. Yoksa asıl iş üniversiteye
girdikten sonra mı başlıyor? Üniversitedeki başarımız hayatımızda neleri
değiştirebilir? Üniversitede ve hayatta başarılı olmanın formülü ne? Başarının
ve hayatın anlamı nedir?
İşte tüm bu soruların yanıtlarını bulmak için, binlerce öğrenci yetiştirmiş,
yıllarını eğitime ve öğretime adamış, Bilkent Üniversitesi Matematik
Bölümü’nden Prof. Dr. Ali Sinan Sertöz ile “üniversite ve hayat” üzerine sohbet
ettik ve “keşke böyle bir sohbeti üniversiteye başladığımız yıl yapma şansımız
olsaydı” dedik.
Neden mi? Gelin hep beraber
görelim…
Bilim Teknik Dergisi: Öğrenciler üniversiteye başladıklarında
nasıl bir ruh hali içinde oluyorlar?
Prof. Dr. Sertöz: Öğrenciler üniversitenin
ilk haftalarında, yıllardır kendilerine hedef olarak konmuş olan üniversiteye
girme işini başarıyla tamamladıklarını ve artık dinlenmeyi hak ettiklerini
düşünür. Oysa onlara bir sürü şey öğretmeye çalışan hocalarla karşılaşırlar. Bu
ilk şoku atlattıktan sonra derslere dönmeye başlarlar, ama bu kez de çoktan
seçmeli soruların uygun cevaplarını doğru tahmin etme yeteneklerinin hiçbir işe
yaramadığını görürler. Bir hayal kırıklığı da burada yaşarlar. Artık bilgileri
sadece almaları değil aynı zamanda anlamaları da beklenmektedir. Özellikle bu
bilgiler arasında bağlantılar kurup yeni sonuçlar çıkarmaları gerekmektedir.
İşte bu aşamada artık isyan ederler ve o meşhur soruyu sorarlar: “Bu
bilgiler gerçek hayatta ne işimize yarayacak Hocam?” Aslında bu bir sorudan çok
bir böbürlenmedir. İçinde “hayatı biz anlıyoruz, ama sen anlamıyorsun”
suçlaması vardır. Bir küçümseme taşır sorudaki tını, “bize sadece gerçek
hayatta gerekli olan şeyleri öğret, gerisi sana kalsın” der adeta.
Peki, şu meşhur gerçek hayat denen şey nasıl bir şey?
Sıradan öğrencinin düşündüğü gerçek hayat şudur: Bir işe girecek. Ona
yapması için sonu iyi tanımlanmış bazı işler verilecek. O da o işleri okulda
öğrendiği teknikleri kullanarak yapacak. Ay sonunda maaşını hak ederek alacak.
Peki ona o işleri kim verecek? Ona o işleri verenleri kim yetiştirdi?
Her şeyden önce sorulması gereken de o iş yerini kimin açtığı. Yaratıcı,
atılımcı insanları kim nerede yetiştiriyor?
Öte yandan sıradan bir iş bile yapsanız, o işi sizin mahallede en iyi yapan
kişi mi olmak istiyorsunuz, yoksa Türkiye’de en iyi yapan kişi mi? Dünyada o
işi en iyi yapan kişi olmayı da hedefleyebilirsiniz. Bir sonraki aşama ise
başkalarından bağımsız olarak, o işi mükemmel yapan kişi olmak
isteyebilirsiniz.
Öte yandan her zaman en başa dönüp “idare edecek kadar yapmak yeter”
diyebilirsiniz. Her bir hedef için ihtiyaç duyduğunuz bilgi elbette farklı
düzeyde olacaktır.
Evet, mükemmellik diye bir kavram vardır ve üniversite eğitimi de bunu
hedefler. Bu bilgiler ne işinize yarayacak gerçek hayatta? Elbette mükemmel
olmaya bir adım daha yaklaşmanıza yarayacak. Özellikle 1,5 milyon lise
mezununun üniversiteye başvurduğu bir ülkede, üniversitede okuma hakkı kazanan
birisinin, bu fırsatı sadece vasat bir kişisel gelişim için kullanması haksızlıktır.
Üniversiteye girmek için o kadar uğraşıp girememiş arkadaşlarına karşı
haksızlıktır. Ona yatırım yapmış olan ailesine ve ülkesine karşı haksızlıktır.
Mükemmelin altında bir düzeyi hedefleme lüksümüz yok. Türkiye bugün dünya
ülkeleri arasında birinci ligde yarışıyor ve vasat oyuncularla bu yarışta
birinciliğe oynayamaz. Zaten birinciliğe oynamayacaksak, ne gerek var bunca
çabaya?
Bilim Teknik Dergisi: Başarılı olmak için mükemmel olmak şart mı?
Mükemmel olmak için eşit şartlara sahip değilsek?
Prof. Dr. Sertöz: Bu sorunun cevabı hayattan ne beklediğimize bağlı.
Halimizden memnunsak, ülkemizin uluslararası dengelerdeki yerini yeterli
buluyorsak, “daha iyisine gerek yok” diyorsak, elbette mükemmeli arama gibi bir
kaygımız olmayacaktır.
Bir ülkenin yaşam kalitesi, o ülkenin yetiştirdiği mükemmel elemanların
başarılarına bağlıdır. Uluslararası ilişkileri yöneten diplomatlarından
teknolojik ürünleri üreten mühendislerine, henüz sorulmamış soruların
cevaplarını arayan bilim insanlarından sanatın en ileri noktalarında eser veren
sanatçılarına kadar yetişmiş insan gücünün kalitesi, mükemmelliği, o ülke
insanlarının kişisel refahını ve mutluluk düzeyini doğrudan etkiler.
İlle de mükemmel olmak şart diyenler için bu söylediklerim. Öte yandan
mükemmel olmadan da yaşanır. Ama benim sözlerim mükemmel olmanın tadını alanlar
için.
Bu mükemmelliği her üniversitedeki eğitim verir mi? Bazı üniversiteler
iyi bazıları kötü değil mi, diye bir soru hemen sorulur bu aşamada bana. Oysa
“iyi” ya da “kötü” üniversite yoktur. Kendini geliştirmeye kararlı öğrenci
vardır, olanla yetinen ve kendini geliştirmek istemeyen öğrenci vardır.
Zaten “kötü” denilen üniversitelerde de iyi hocalar var. Dışarıdan
bakınca laboratuarı, imkânları az sanıyorsunuz ama gidiyorsunuz bir taşra üniversitesine,
Ankara’daki üniversitelerden daha iyi imkânları da var, iyi niyetli hocaları da
var. Öğrenci de iyi niyetli ise ve gittiği üniversiteyi değerlendirirse, o da
yetişecek. Belki “iyi” dediğimiz bir üniversiteden mezun olan öğrenci, “kötü”
dediğimiz bir üniversiteden mezun olanın biraz önünde başlar hayata. Ama kısa
sürede ikisi de eşit donanıma sahip olur. Buna rağmen genellikle taşra
üniversitelerindeki öğrencilerin bazılarında “biz taşra üniversitesindeyiz, iyi
eğitim almıyoruz” önyargısı var. Bu önyargı ile mücadele etmeleri gerekiyor,
çünkü bu doğru de ğil. Ben bu konuda kötümser değilim ve iyimserliğim de
gerçeklere dayanıyor. Örneğin ABD’nin meşhur üniversitelerinin hocalarına
bakın. Bazıları Amerika’nın taşrasının taşrası denen eyaletlerin devlet
üniversitelerinden mezun olmuş. Demek ki isteyince, çalışınca, şartlar ne
olursa olsun, şartları değerlendirince başarılı oluyor insan.
Bilim Teknik Dergisi: Eğitim şart mı?
Prof. Dr. Sertöz:
Voltolina’nın 14. yüzyılda yaptığı bir üniversite sınıfı tablosu var. Bu tablo
ile bugün yapılacak bir üniversite sınıfı tablosu arasındaki tek fark hocaların
ve öğrencilerin kıyafetlerinde olacaktır.
O gün de, bugün olduğu gibi, dersi sınıfın yaklaşık beşte biri takip
ediyor. Diğerleri ya dalga geçiyor ya uyuyor ya da yanındakiyle konuşuyor. Buna
rağmen hocanın gözünde inatçı bir umut ışığı var. Herkesi her an affetmeye ve
derse istenilen yerden yeniden başlamaya hazır. Aynı bugünkü hocalar gibi.
Zaten öğretmenlik Mevlana ile inatlaşma sanatıdır. Mevlana der ki “öğretmen
ne anlatırsa anlatsın, öğretebildiği sadece öğrencinin öğrenmeye niyet ettiği
kadardır”. Oysa öğretmen, her şeye rağmen öğrencinin isteksizliğini
kırabileceğine, onun beynindeki karanlık köşelere ışık götürebileceğine hiç
tereddüt etmeden inanır.
Voltolina’nın tablosuna bir kez daha bakın. Sizin üniversitedeki
sınıfınız da böyle olacak. Şimdi vermeniz gereken bir karar var. Sınıfta dersi
dinleyenler arasında mı yoksa dalgacılar arasında mı olacaksınız? Bu tamamen
sizin kendi tercihinizdir. Uzun vadede o önde oturup dersi takip edenler
dünyayı yönetecek. Onların ülkeleri dünya liderliğine oynayacak.
Geçen yıl basında bir haber geçti. Bir vatandaşımız Pi sayısının yanlış
olduğunu bulmuş. Bu haberin ne anlama geldiğini anlamam pek mümkün olmamıştı.
Hani deseydi ki “2 sayısı yanlıştır”, ne anlayacağım? Acaba Pi sayısının
açılımının başka türlü olduğunu mu iddia ediyor? Yani “Pi sayısı 3,1415...
değil de 3,1596... olmalı” mı diyor? Yoksa Pi diye bir sabit yoktur, daireden
daireye değişir mi demek istiyor?
Bu haberi basan gazetelerden birini uyarmak için telefon açan bir
matematikçi arkadaşıma gazeteden “Sizin de bir fikriniz varsa gönderin,
basalım” dediklerini duydum. Oysa üniversite birinci sınıf matematik derslerini
dalga geçmeden takip eden her öğrenci Pi sayısının ne olduğunu, nasıl
hesaplanacağını anlar. Artık bu bilgi onun için ansiklopedik bir bilgi değil,
anladığı ve anlatabileceği bir olgudur. Bunun bir siyasi fikir veya sportif bir
tercih olmadığını bilir. Bu konuda, değişik tecrübeler yaşayan insanların değişik
fikirleri olmayacağını bilir.
Bu haber de bana doğa belgesellerinden öğrendiğim bir bilgiyi
hatırlatıyor. Yarasalar tavukların ayaklarını ısırıp kan emer. Tavuğun haberi
olmaz ve hiç tepki göstermez. Bunun nedeni yarasanın ilk
Isırdığında yaraya uyuşturucu bir sıvı salmasıdır. İşte cehalet de
böyledir.
O yüzden eğitim şart!
Bilim Teknik Dergisi: Eğitim şart, ama çok çalışmak da şart mı?
Prof. Dr. Sertöz: Evet, çünkü
uluslararası bir yarıştayız. Böyle bir yarışın olduğunu inkâr etmek, yokmuş
gibi davranmak yarışta geri kalmamızı engellemez. Sınıfımızın, mahallemizin
hatta Türkiye’nin en iyisi olmak bize yeter diyebiliriz. Ama bu hedeflerin
yetersiz olduğunu, girmediğimizi sandığımız o uluslararası yarışta
ezildiğimizde anlarız.
Bizim ürettiğimizden çok daha iyi bir ürünün, çok daha ucuza dışarıdan
getirilip piyasaya sürüldüğünü görünce hangi uluslararası yarışta olduğumuzu
anlayıveririz. Derslerde okuttuğumuz kitaplardaki hemen hemen tüm isimlerin
yabancı ülke vatandaşlarının isimleri olduğunu görünce yarışın farkına varır ve
acaba geride mi kaldık diye telaşlanmaya başlarız.
Ülkenin enerji ihtiyacının tamamını kendimiz mi üretiyoruz yoksa bizden
daha çok çalışmış ülkelerden mi alıyoruz diye araştırır, yarışın nasıl da
kıyasıya ve uluslararası olduğunu idrak ederiz.
Yani biz yarışta olduğumuzu inkâr edip koşmasak da o koşu sürüyor ve
önümüze geçenler bize toz yutturuyor. Belki de şu anda Çin’deki bir dergide tam
da bu konuyu işleyen bir yazı vardır! Uluslararası yarıştan söz ediyordur.
“Türklere dikkat edin” diyordur. Dalgacı görünürler ama içlerinden çok
çalışanlar çıkar, sağ gösterip sol vururlar, diye de uyarıyordur. Gerçekten de
bakın dünyada ne kadar çok büyük başarılar kazanmış Türk var, gerek bilimde
gerek sanatta gerekse iş dünyasında. Ama siz siz olun yine de Çinlilere
özellikle dikkat edin. Onların hepsi, evet istisnasız hepsi, çok çalışır.
Hayatın içinde, biz görmezlikten gelsek de var olan yarışı en iyi anlatan
sözlerden biri TAV başkanı Hamdi Akın’a aittir. Der ki “Aslan ormanda her sabah
en hızlı koşan kendisi olmazsa aç kalacağını, ceylan da en hızlı koşan kendisi
olmazsa öleceğini düşünürmüş.” Bu kadar çalışmaya işte onun için gerek var.
Bilim Teknik Dergisi: Bizim toplum olarak en önemli eksiğimiz yeterince
çalışmamak mı?
Prof. Dr. Sertöz: Evet, ama
hiçbir şey tek başına oluşmuyor. İçinde bulunduğunuz koşullar çalışmanızı
etkiler. Örneğin ister istemez “ev sahibi olabilecek miyim?” diyorsunuz,
“arabaya biri çarpsa bittim” diyorsunuz, “çocuk hangi okula gidecek”
diyorsunuz, “emeklilikte nasıl geçineceğim” diyorsunuz. Bunlar ve daha başka
bir sürü kaygı kafanızın içindeyken size iş yapacak çok az enerji kalıyor. Bir
de Akdeniz ülkeleri daha az çalışıyor.
Ülkenin belli bir karakteri var. Genel olarak biz az çalışıyoruz. Ama
bunun da iyi bir tarafı var. Burada çok kişi çalışmadığı için öyle müthiş bir
rekabet yok. Çalışmaya bir karar verirseniz önünüz açık. Yanınızda sizi
engelleyecek çok rakip yok.
gerçekten güzel bir konuya değinilmiş
YanıtlaSilçocuklugumuz ünv. kazanmak için gençliğimiz ünv. bitirmek için geriyede çalışma hayatı bu nedir ya
www.cluptr.com