1967 Ankara doğumlu. 1991 yılında
İstanbul Üniversitesi Tip Fakültesinden mezun olan Murat Günel, 1998 yılından beri Yale Üniversitesi
Tip Fakültesi Beyin ve Sinir Hastalıkları bölümünde öğretim görevlisi olarak
çalışıyor. 34 yaşında Beyin Cerrahisi Damar Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı
oldu.
Beyin damarları Hastalıkları, beyin anerizmasi, moleküler yapı gibi
nöroloji alanında pek çok araştırmalara
imza atan Murat Günel, Yale Üniversitesi Beyin Damar Hastalıkları Beyin
Cerrahisi Bilim Dalı Başkanı ve Beyin Genetiği Programı Direktörü görevlerini
yapmaktadır.
Basarî ve ödüllerle kendini Yale’de ispatlamış olan Günel başarıları
Türkiye’den başlıyor. Amerika’ya gelmeden önce 5000 kişinin katıldığı Tip İhtisas sınavlarında ikinci olma basarîsini
gösteriyor.
Murat Günel anevrizmanın genini bulan bilim adamı. Prof. Dr. Gazi
Yaşargil'den sonra, "beyin cerrahisinin yeni dahisi" olarak
tanınmaktadır. 2010 yılında, dünyanın en saygın bilim dergilerinden Science
tarafından 2010 yılının en büyük 10 buluşunu yapanlar arasında gösterildi.
İNSAN beyninin oluşumundaki en büyük gizemlerden biri, Yale
Üniversitesi’nde Prof. Dr. Murat Günel’in Türkiye’deki araştırmacılarla yaptığı
işbirliği sonucu çözüldü. Nature Genetics Dergisi’nde yayınlanan çalışma
sonunda, insanı diğer türlerden ayıran ve beyne şekil vererek zekânın
oluşmasına zemin hazırlayan yeni bir gen keşfedildi.
Milliyet Gazetesinde Yayınlanan
Devrim Sevimay’ın Röportajı 23 Ocak 2009
İnme, felç, anevrizma, beyin kanaması”ndan bahsedip bu pazar günü içinizi
karartacak değiliz. Kaldı ki Prof. Dr. Murat Günel’in adı da iç karartmaz, olsa
olsa yüzümüzü güldürür. Murat Günel anevrizmanın genini bulan bilim adamı.
Geçen kasım ayında mutlaka gazetelerin birinci sayfasında görmüşsünüzdür; “Dahi
Türk” diye... Yale Üniversitesi’nin gözbebeği... Günel, o müthiş buluşunun
yayımlanmasından sonra ilk kez geçen haftalardan birinde Türkiye’ye geldi.
İstanbul-Ankara arasında çok meşguldü, ama ABD’ye dönmesinden saatler önce
Çırağan Palace Kempinski’de yakaladık kendisini. Biz öncelikle “Ne yer, ne
içer, nasıl dahi olunur”, onları anlatmasını istedik. Kırmadı, bir parça
anlattı, ama onun asıl önem verdiği Türkiye için yapmayı planladığı projesiydi.
Biz de onun projesini dikkatle ve heyecanla dinledik. Gerçekten göz kamaştırıcı
bir proje, ancak “Konuştuklarınızdan en çok hangisi aklında kaldı” diye
sorarsanız, biz galiba “Tutunamayanlar’ı seven çocuğun Amerikalı Rick’le kader
ilişkisi” deriz.
Babayla anne ne iş yapıyor?
Annem ev kadını, babam emekli mali müşavir.
Sürekli kitap okunan, “Bilim adamı ol oğlum” denen bir aile mi?
Hayır, ama çocuklarına çok güvenen ve ona destek olan bir aile.
Siz nasıl bir çocuktunuz?
Sürekli okuyan bir çocuk. O kadar çok okurdum ki bir gün eve geldiğimde
annem bütün kitaplarımı ortadan kaldırmıştı, “Yeter artık bu kitaplara çok
daldın” diye.
Ne okurdunuz peki?
Her şeyi, ama Oğuz Atay ve Tolstoy’un yeri başkaydı.
İlk kim keşfetti sizi?
Kadıköy Anadolu Lisesi’ndeki matematik hocam Öcal bey. Sınıfa başka
denklemler sorar, bana başka sorardı. Sanırım bunu yaparak zihnimi açtı.
Tıbba ne zaman karar verdiniz?
Üniversite sınavına üç gün kala. O ana kadar hep Boğaziçi’nin bilgisayar
bölümüne girmek istiyordum.
Ne değişti o son üç günde?
Daha değecek bir şey yapmayı düşündüm. Tabii bilgisayar mühendisleri de
çok önemli işler yapıyorlar ama ben tıpta insanlara yardım etmenin daha değerli
olduğuna karar verdim ve son dakika kararıyla bütün sıralamamı tıbba çevirdim.
Sonra da Çapa’ya girdim.
“Beyin cerrahisi kendimi en çok
geliştireceğim alandı”
Peki niye beyin cerrahisi?
Türkçe tam karşılığı olmayan bir kelime var: “Challenge.” Beyin cerrahisi
de benim için bir “challenge” oldu. Yani kendimi en çok zorlayıp geliştireceğim
alan...
Demek ki bir çıtayı yüksek tutma durumu var.
Evet, öyle... Kendimi zorlama gibi bir meselem var sanırım.
Yale Üniversitesi’ne gitme fikri de mi oradan çıktı?
Olabilir, çünkü biliyorsunuz tıp öğrencilerinin hep yaptığı şeydir;
kantinde oturup Türkiye’deki hastane sisteminin nasıl düzeltileceğini
tartışmak... Ben oradaki konuşmalarımız sırasında sanki sistemin dışından
yükselip sonra onu etkilemek gerekirmiş gibi düşündüm. O yüzden de Çapa’da
okuyorken yurtdışındaki üç-dört üniversiteye rotasyon başvurusunda bulundum.
Yale’den mi kabul geldi?
Evet, böylece ilk kez 1989’da ABD’ye gittim. Rotasyon süresi üç aydı, ama
bana “Biraz daha kal” dediler. İki ay daha kaldım. Sonra da asistanlık
başvurusunda bulundum. 160 adayın arasından seçildim ve 1991’de Yale’de beyin
cerrahisi asistanı olarak çalışmaya başladım. Aslında artı iki yıl daha uzaması
gerekiyordu ama asistanlığımı yedi yılda bitirdim.
O iki yıl ne oldu?
Tıpta en zor dallar pediatrik kalp cerrahisi ile bir de benim alanım olan
vasküler nöroşirürjidir. O yüzden bizim dalda iki yıl daha üst eğitime devam
edilir ama hocam bana gerek olmadığını söyledi.
Niye?
Çünkü ameliyatlarım iyi gidiyordu.
Peki niye ameliyatlara yoğunlaşmak yerine gen araştırmasına başladınız?
Yine çıta meselesi galiba... Bölüm başkanım da bu durumumun farkındaydı.
O yüzden bir gün bana “Sen laboratuarda Spyros Artanavis-Tsakonas’la
çalışacaksın” dedi. Spyros sinekler üzerinde çalışıyordu.
Niye sinek?
Çünkü sineklerle insanların bazı temel genleri çok benziyor ve tabii
sinekler üzerinde çalışmak daha kolay. Ancak ben önce tedirgin oldum, bir Yunan
ve bir Türk; sorun çıkar mı acaba diye düşündüm. Tabii iki Akdenizli olarak ilk
beş dakika içerisinde sarılıp öpüştük. Böylece ilk kez Spyros’un yanında
moleküler genetik üzerine temel teknikleri öğrenmeye başladım. Spyros da bir
gün beni biriyle tanıştırdı: “İşte Türk” dedi, bana hep öyle hitap ederdi,
“İşte senin çalışacağın adam. Benim sinekleri aşağılayıp duruyorsun, hep insan
üzerinde çalışmak istiyorsun, al işte artık senin hocan o” dedi.
Kim o hoca?
Richard Lifton. Harvard’dan yeni gelmişti Yale’e. Bizim Genetik Bölüm
Başkanı. İlk yüksek tansiyon genini bulan kişi. Çok büyük bir buluşun sahibi...
O sırada hâlâ nöroşirürji asistanısınız.
Evet. Rick, “Ne yapmak istiyorsun?” dedi bana. Ben “Beyin anevrizma
genlerini bulmak istiyorum” dedim.
Yıl?
1994. Sonra Rick “Niye?” diye sordu; “Ölümcül bir hastalık, ama erken
tanı olanağı yok” dedim. “Çok zor, yapamazsın, git başka bir şey bul kendine”
dedi. Bu arada büyük tesadüf Rick’le biz Ankara’da aynı yıllar iki sokak arayla
yaşamışız.
O nasıl olmuş?
Rick’in babası doktor ve bir dönem ABD’nin Ankara’daki üstlerinde görev
yapmış. Biz Amerikalı çocuklarla kavga ederdik. Benden 13 yaş büyük ama büyük
bir olasılıkla onunla da kavga etmişizdir. Ve yıllar sonra birlikte Yale’de gen
araştırıyor olduk.
Peki Rick’i ikna ettiniz mi anevrizma genleri üzerinde çalışmaya?
Tabii, Rick’in laboratuarında bir yandan genetik teknikleri öğreniyordum,
bir yandan da anevrizma gen örnekleri topluyordum. Bu arada 1998’de nöroşirürji
öğretim üyesi oldum ve Yale’de kendi laboratuarımı kurdum.
Yani bir nevi Rick gibi bir bilim adamı oldunuz?
Evet. 2001’de de Beyin Cerrahisi Damar Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı
oldum.
34 yaşında! Bu kadar genç başka bilim dalı başkanı var mıydı?
“En genç benim” demek istemiyorum ama en gençlerinden biriydim.
“Ortalama yaşam süresi 160 yıl
civarına çıkacak”
Siz tam olarak ne öneriyorsunuz Türkiye’ye?
Sayın Sağlık Bakanı’yla kendisinin daveti üzerine bir görüşmemiz oldu.
Kendilerine şunu önerdim: En modern moleküler genetik tekniklerini kullanarak
Türkiye’deki insanların inme geçirme genetik risk faktörlerini belirlemek. Hem
beyin kanamaları hem de iskemik felçler, genelde hiçbir ön belirti vermeden
aniden ortaya çıkıyor. Oysa bu araştırma sayesinde yüksek risk taşıyan
bireyleri önceden saptayabilir, önleyici tanı ve tedavilere geçebiliriz.
Ayrıca, bu araştırma sonunda Türkiye lider ülke konumuna da gelebilir.
O nasıl olacak?
Şu ana kadar, benim ve ekibimin bulduğu genler dışında hiçbir beyin krizi
geni bilinmiyor. Oysa bu araştırma sırasında yeni genleri de dünyada ilk defa
biz bulabiliriz ve bu konudaki bilimsel üstünlüğü de biz kazanabiliriz. Dünya
genetik devrime doğru gidiyor ve bunu biz şimdiden yakalayabiliriz.
“Genetik devrim”?
Büyük olasılıkla yakın gelecekte doğdukları andan itibaren kimde kalp
hastalığı, kimde akciğer kanseri, beyin kanseri riski yüksek bunlar tespit
edilebilecek. Birçok hastalık daha ortaya çıkmadan tedavi edilecek. Çünkü nasıl
kan sayımı yaptırıyorsak genetiğimizdeki risk faktörlerini de öyle öğreneceğiz.
Ve bu giderek rutinleşecek... Düşünsenize, 2001’de bir insan genomunun tamamını
okumak 1 milyar dolardı. Şu anda 100 bin dolar. 2012’ye kadar ise bin dolara
düşecek diye düşünülüyor.
Ya peki böyle bir durumda ortalama insan yaşı kaça çıkacak?
Doğrusu bu aşamaya geldikten sonra insan yaşamının 160 seneye falan
ulaşacağı düşünülüyor.
İyi de peki bu önerdiğiniz araştırmayı yapacak teknoloji var mı
Türkiye’de?
Yale Üniversitesi’ndeki laboratuarımda var. Benim laboratuarla
Türkiye’nin değişik merkezleri arasında ortak bir çalışma yapabiliriz. Hem
böylece araştırma bütçesi de azalır.
Niye yapmayı istiyorsunuz bunu?
Aslına bakarsanız benim o kadar rahatım yerinde ki Amerika’da, ama bu
yetmiyor bana. Türkiye’yi de biraz zorlayalım istiyorum. Bu projenin
Türkiye’nin çok işine yarayacağını düşünüyorum. Türkiye başarsın, Türkiye daha
iyi olsun, bunlar hep istediğim şeyler.
Peki kaç örnek, kaç para ve kaç yıl lazım?
Böyle bir çalışma için toplam 18 bin 500 örnek yeterli. Dört yılda
bitirebiliriz. Bütçeye gelince, genlerde 100 noktaya bakılıp 10 dolar
verileceğine, bence 370 bin noktaya bakıp 100 dolar verilmesi veya daha da
ileri gidilmesi çok daha mantıklı. Hele de Türkiye’nin alacağı patentleri ve
erken tanı sayesinde kazanacağı hayatları düşünürseniz karşılaştırma yapılması
imkansız.
“Buluşumuzu, Saray adlı Türk
lokantasında kutladık”
Kaç yıl sürdü bu anevrizma genini bulmanız?
Tam 15 yıl.
Sonunda ne zaman çıktı karşınıza?
Geçen temmuz ayıydı. Elime artık son araştırmanın sonuçlarını aldım ve
gördüm ki üç bölgede aradığımız geni bulmuşuz. Resmen samanlıkta iğne aradık
ama bulduk.
“Oh be!” deme anı o an mı?
Hayır, o an olmuyor. Çünkü o sırada dünyada sizin gibi aynı konu üzerinde
çalışan çok büyük gruplar olduğunu biliyorsunuz. Eğer onların buluşu sizden
önce bir dergide yayınlanırsa 15 yıllık araştırmanızı çöpe atmanız gerekiyor.
Genetik çok ağır bir rekabet alanı. İkincilik diye bir şey yok.
Ama yine de o sonuçlara bakıp herhalde güzel bir şeyler
hissetmişsinizdir?
Şöyle bir şey hissediyorsunuz tabii; “O hep oradaydı, ama bunu ilk gören
ben oldum. 6 milyar insan içinde o güzelliği ilk ben keşfettim”. Çünkü
gerçekten de aslında evrende her şey gözümüzün önünde duruyor ama biz onları
görmüyoruz. Gördüğünüz zaman da tarifi zor bir haz duyuyorsunuz. Sanki o an
yıldızların içinde seyahat ediyormuşsunuz gibi oluyor. Müthiş bir his. İnşallah bir daha yaşayacağız.
İlk nasıl bir tepki verdiniz?
Çılgın çılgın bağırmadım tabii ki, ama bizim orada bir Türk lokantası
var, Saray diye, oraya gidip kutladık.
Sonra ilk işiniz ne oldu?
Hemen araştırmayı ve sonuçlarını Nature Genetics dergisine gönderdik.
Zaten bütün bilim adamlarının araştırmalarının yayımlanmasını istediği dünyada
beş bilimsel dergi var. Mars’ın fotoğrafları da o dergilerde yayımlanıyor,
klonlama da... Biz de 22 Ağustos’ta dergiden kabul edildiği, yayımlanacağı
haberini aldık.
O zaman “Oh be!” dediniz mi?
Tam tersine 22 Ağustos’tan araştırmanın derginin internet sitesinde ilk
çıktığı 9 Kasım’a kadar yine çok gergin haftalar geçirdik. Çünkü o zamana kadar
basında tek bir haber çıksa, dergi yayımlamıyor araştırmanızı...
Ama işte sonunda yayımlandı ve sizin isminiz neredeydi?
Yayınlarda ilk üç isim araştırmada emek harcayan öğrencilerindir. Son iki
isim araştırmayı yöneten, kafasında kuran, karar verenindir. Rick sondan bir
önceki isim, ben de en son isimdim
İlgili bağlantılar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
iyi ve güzel...